26 Şubat 2015 Perşembe

“Bizans dostu kahpe İsmet İnönü” Başlıklı Tweet ve İhanet İçindeki İşbirlikçi Devşirmeler



Lozan'da Türk Delegasyonu
Daha önce "90 yıllık reklam arası sona erdi" diyen AKP Balıkesir Milletvekili Tülay Babuşçu, çok tartışılacak yeni bir paylaşımda bulundu.
AKP Balıkesir Milletvekili Tülay Babuşçu, Twitter'dan "BAŞKAN RTE" adlı Twitter kullanıcısının "Bizans dostu kahpe İsmet İnönü" başlıklı tweetini paylaştı.
Tülay Babuşçu’nun iddiası:
Babuşçu’nun paylaştığı Twitt’te, Dr. Mehmet Hakan Sağlam’ın yazdığı öne sürülen şu mesaj yer aldı:
“Masa başında toprak nasıl kaybedilir içimizdeki hainleri anlatalım; Lozan Barış Antlaşması madde 129: Türk hükümetince Anzak (Arıburnu) bölgesindeki toprak parçaları İngiliz İmparatorluğuna bırakılacaktır... Evet, uğruna 253 bin şehit verdiğimiz Arıburnu İsmet İnönü tarafından İngiltere toprağı haline getirilmiştir. Gelibolu Arıburnu sahilinde Türk devleti asker bulunduramaz, hiçbir şey inşa edemez. İnanmayan Geziciler, ulusalcılar, CHP’liler Lozan Antlaşmasının 129. maddesini okusun da Lozan’ın başarı mı yoksa hezimet mi olduğunu öğrensin. Cumhuriyetin lider sultası Lozan’da; Suriye, Mısır, Irak, Filistin, Kudüs, Yemen, Cezayir, Libya, 12 Adalar ve Balkanları verip geldi.”

Konuyu tarihçi Sinan Meydan değerlendirdi:

"128. MADDEYE BAKMADAN 129 MADDE BİR ŞEY İFADE ETMEZ"
Peki, ama tarihi gerçek ne?
Mehmet Hakan Sağlam ve Tülay Babuşçu bilerek veya bilmeyerek tarihi gerçekleri çarpıtmış yalan söylemiştir.
Şöyle ki:
Lozan Antlaşması’nın 129. Maddesi, her şeyden önce Lozan Antlaşması’nın 128. Maddesini açıklayan bir maddedir. Bu nedenle 128. Madde bilinmeden 129. Madde hiçbir şey ifade etmez.
Lozan’ın 128 Maddesine göre;
Türkiye Hükümeti, Britanya İmparatorluğu, Fransa ve İtalya Hükümetlerine karşı kendi toprakları üzerinde bunların savaş alanında, yaralı olarak veya hastalıktan ölen kara ve deniz askerleri ile esir olduktan sonra ölen askerlerine, sivil tutuklara ait GÖMÜLME YERLERİ, MEZARLIKLAR, ÜSTÜ KAPALI YERLERDEKİ MEZARLAR, ÖLENLER ANISINA DİKİLMİŞ ANITLAR VE BUNLARIN İÇİNDE BULUNDUĞU BÜTÜNJ ARSA VE ARAZİLER ayı ayrı veya bütün olarak ebediyen bu üç devlete terk edilmiştir. Aynı şekilde 130. Maddede belirtilen komisyonlar tarafından birleştirilen MEZARLIKLARI, KEMİK MAHZENLERİNİ, ANITLARI YAPMAK İÇİN gelecekte gerekli görülecek olan araziyi kendilerine vermeyi kesin olarak kabul eder.
Bundan başka, bu defin yerlerine, mezarlıklara, üstü örtülü yerlerdeki mezarlara, ölenlerin anısına dikilmiş anıtlara girişler serbest olacaktır. Türkiye Devleti, bu yerlere gidişi gelişi sağlayacak yolları yaptıracaktır. (…)
Yukarıdaki hükümler, terk edilen topraklarda Türkiye egemenliğine engel değildir.”

128. MADDE NE DİYOR?
Çok açıkça görüldüğü gibi Lozan 128 maddede Türkiye Devleti savaşlarda Türkiye topraklarında ölen İngiliz, Fransız ve İtalyan askerlerinin mezarlıklarının, ölenler anısına dikilmiş anıtların bulunduğu yerleri  “Türkiye’nin bu topraklardaki egemenliği devam etmek koşuluyla” bu ülkelere bırakmıştır.
Lozan 129 madde ise şöyle:
 “Türkiye Hükümeti tarafından verilecek arazi arasında özellikle Britanya İmparatorluğu için 3 numaralı haritada gösterilmiş olan, Anzak denilen topraklar ve Arıburnu arazisi dâhil olacaktır. Britanya İmparatorluğu, kendisine verilen topraklardan aşağıdaki koşullarda yararlanacaktır:
1. Adı geçen topraklar, bu barış anlaşmasında belirtilen amaçlardan başka amaçlarla kullanılmayacaktır.
2. Türkiye Hükümeti, mezarlıklar da dâhil olduğu halde bu araziyi denetleme hakkına sahip olacaktır.
(…)
4. Bu arazide koruyuculara gerekli olanlardan başka bina yapılmayacaktır.
7. Bu toprakları ziyaret etmek isteyen kişiler silahlı olmayacaktır. Türkiye Hükümeti, bu yasağı denetleme hakkına sahip olacaktır.
8. 150 kişiden fazla olan ziyaretçi kafilesinin gelişinden bir hafta önce Türk hükümetine haber verilecektir.”
"YABANCI ASKERLERİN MEZARLARININ ARAZİSİ O ÜLKELERE BIRAKILDI, EGEMENLİĞİ TÜRKİYE'DE"
Yine çok açıkça görüldüğü gibi Lozan 129 Maddede Anzak ve Arıburnu bölgesinde de Britanya İmparatorluğu’na mezarlık yapımı ve anıt inşası için toprak verilmiştir.
Bilindiği gibi Çanakkale Savaşlarında bu bölgelerde çok sayıda Anzak ve İngiliz askeri ölmüştür. Yani Türkiye Devleti, o ölen askerler için yapılacak mezarlık arazisi bırakmıştır.
Ayrıca 128. Maddede açıkça ifade edildiği gibi bu toprakların egemenlik hakkı Türkiye Devleti’nindir. Ayrıca 129. Maddede bu toprakların “belirtilen amaçlardan başka amaçlar için kullanılamayacağı”  ve “Türkiye Hükümeti’nin bu araziyi denetleme hakkına sahip olduğu” belirtilmiştir.
"TOPRAK VERİLMESİ SÖZ KONUSU DEĞİL"
Yani ortada Babuşçu’nun dediği gibi bir toprak kaybı veya toprak verilmesi söz konusu değildir. Yapılan uluslararası hukuka uygun olarak ölen askerlere mezarlık ve anıt yapılması için yer verilmesidir. Bu toprakların egemenliği denetimi Türkiye’nin elindedir.
"O TOPRAKLAR DAHA ÖNCE KAYBEDİLDİ"
Babuşçu’nun “Suriye, Mısır, Irak, Filistin, Kudüs, Yemen, Cezayir, Libya, 12 Adalar ve Balkanların” Lozan Antlaşmasıyla kaybedildiği iddiası ise yine gerçek dışıdır. Çünkü bu toprakların bir kısmı 1912 Trablusgarp Savaşı, bir kısmı 1913 Balkan Savaşları bir kısmı ize 1914-1918 I. Dünya Savaşı ile kaybedilmiştir.

Gördüğüm şu ki;
 Şah Fırat operasyonuyla toprak kaybedilmesine gerçekçe bulmak için tarihi gerçekler çarpıtılmaktadır.

25 Şubat 2015 Çarşamba

TÜRKİYE BÖLÜNME NOKTASINA KİMLER TARAFINDAN NASIL GETİRİLDİ



TÜRKİYE BÖLÜNME NOKTASINA KİMLER TARAFINDAN NASIL GETİRİLDİ (HAZİRAN 2014’DEN NOTLAR)  25 Şubat 2015,
 Kürdistan’ı Türklere kurduracağım. Barack Obama (ABD Başkanı)
PKK ile görüşmedik, görüşmeyeceğiz. Bunu iddia eden şerefsizdir. R. T. Erdoğan (T.C. Başbakanı, 2004)

TÜRKİYE'Yİ SİLMEYE DEVAM


Ağrı’da yapılan yenileme seçiminde Belediye Başkanlığı’nı kazanan BDP’li Sırrı Sakık, kentin merkezinde Cumhuriyet Caddesi üzerinde bulunan ve “Utanç abidesi” dediği pilotlar anıtını kaldıracaklarını; Kazım Karabekir’in adının yer aldığı mahalle, cadde ve bazı sokakların ismini değiştireceklerini de söyledi. Sakık şöyle devam etti: Türkiye geçmişiyle yüzleşmelidir. Bir dönem yapılan yanlışların ortadan kaldırılması gerekmektedir. Mustafa Muğlalı Kışlası halkımızın tepkisi nedeniyle kaldırıldı. Mustafa Muğlalı’nın Muğla’da bir caddede hâlâ ismi var. Biz, bunlara müsaade etmeyeceğiz. http://www.rahatsiz.com.tr/, (4.6.2014)

DEV­LET KAN­Dİ­L’­LE GÖ­RÜ­ŞÜR
HDP’li Sırrı Süreyya Önder’in deşifre ettiği heyetler arası görüşmede yer alan 2 isim Diyarbakır’da çözüm çalıştayına katıldı.
Di­yar­ba­kı­r’­da AK Par­ti Ar-Ge Baş­kan­lı­ğı ta­ra­fın­dan dü­zen­le­nen ‘Ye­niTür­ki­ye'nin Açı­lan Ki­li­di: Çö­züm Sü­re­ci Ça­lış­ta­yı­’ baş­la­dı. AK Par­ti Ge­nel Baş­kan Yar­dım­cı­sı ve Ar-Ge Baş­ka­nı Ek­rem Er­dem, Baş­ba­kan Yar­dım­cı­sı Be­şir Ata­lay, İçiş­le­ri Ba­ka­nı Ef­kan Ala ve Gı­da Ta­rım ve Hay­van­cı­lık Ba­ka­nı Meh­di Eke­r’­in ka­tıl­dı­ğı top­lan­tı­da, ba­zı aka­de­mis­yen­ler ve STK tem­sil­ci­si­nin ya­nı sı­ra, De­mok­ra­tik Top­lum Kon­gre­si­ Ge­nel Sek­re­te­ri Sey­di Fı­rat da bu­lun­du.
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay: Di­ya­log­la­r sür­üyor. son za­man­lar­da si­ya­set kuru­mu­nu, si­ya­set ke­si­mi­ni da­ha ön plan­da tut­ma yö­nün­de de ça­ba­la­rı­mız var. Biz si­ya­set ku­ru­mu­nu da­ha faz­la mer­ke­ze çe­ke­lim di­yo­ruz, si­ya­set ku­ru­mu yü­rüt­sün di­yo­ruz. Ör­güt­ten da­ha faz­la ör­güt­çü olu­nur­sa dev­le­tin İm­ra­lı ile gö­rü­şen ele­man­la­rı gi­dip ör­gü­tün Kan­dil'de­ki li­der­le­riy­le gö­rü­şür­ler. Si­ya­se­tin tu­tu­mu fark­lı ol­ma­lı. Bu so­mut­luk­ta si­ya­se­te gü­ven, eve dö­nüş­ler, ha­ya­ta dö­nüş­ler, si­ya­se­te tek­rar dö­nüş hep­si var. Fark­lı Tür­ki­ye var. Bü­tün bun­lar gö­rü­şü­lü­yor, de­ğer­len­di­ri­li­yor.
İçişleri Bakanı Efkan Ala: Kürt sorunu eski Türkiye'nin besin kaynağıydı. Türkiye başka ülkelerin aracılığıyla yapıyordu. Bu devreden çıkınca taarruz başladı. Bir şey gözden kaçıyor. Türkiye görüşmeleri eskiden de yapıyordu. Ancak başka ülkeler aracılığıyla yapılıyordu. Biz onları da aradan çıkardık. AK Parti kendisi görüşüyor." ■ Bugün,(7.6.2014)

IŞİD, KÜRDİSTAN’I KURUYOR

Dr. Tuğçe Varol Sevim: IŞİD’in esas hedefi Kerkük’ün Barzani’ye teslim edilmesi ve Kürdistan’ın kurulmasıdır. Meselenin özünde ilahi ve dini hedefler değil, enerji ve para ile ilgili bir strateji bulunmaktadır.
IŞİD’in nihai hedefi Kerkük’tür. Bu strateji de meyvesini vermeye başlamıştır, çünkü Irak ordusu Kerkük kentinin savunmasını tamamen Barzani peşmergelerinin kontrolüne bırakmıştır. Böylelikle Kürdistan’ın resmi bir devlet olarak kurulmasının önündeki son engel de ortadan kalkmıştır. Çok kısa bir süre içerisinde Kerkük başkentli Kürdistan’ın ilanı söz konusu olabilir ve hem IŞİD hem de peşmergeler ile mücadele edemeyecek durumda olan Bağdat hükümeti de bu durumu kabullenmek zorunda kalabilir. Bu bağlamda IŞİD, Kürdistan’ın geleceğinin güvencesi anlamına gelmektedir.
IŞİD’in Irak’a saldırması ve Erbil ile Bağdat’ın arasına yerleşmesi başlı başına Kürdistan’ın kurulması için yapılmış bir operasyondur.” ■ Ümit Özdağ (Dr.Tuğçe Varol Sevim), Yeniçağ,(14.6.2014)

GİRDİK Mİ ÇIKMAYIZ!

Peşmerge Bakanlığı, Kürt bölgesi dışında kalan Kerkük dahil tüm Kürt yerleşim birimlerinde denetimi sağladıklarını ve bir daha buralardan çıkmayacaklarını bildirdi.
IŞİD gruplarının önce Musul’u, ardından Selahaddin ve Kerkük bölgelerinde birçok yerleşim birimini çatışmasız bir şekilde ele geçirmesinin ardından, Kürt yönetimi güçleri Irak askeri birliklerinin terk ettiği Kerkük’ün denetimini aldı. ■ Yeniçağ, (14.6.2014)

HALİDİ NAKŞİLER BU TUZAĞIN FARKINDA MI?

Nakşibendilik Türk ama izlenen siyaset hiç de öyle değil...   Her şey PKK’nın Anadolu’da çıkarılmış on altıi syanı sahiplenmesiyle başladı. 1514 Yavuz Sultan Selim-Şah İsmail savaşı, Çaldıran’dan yola çıktım. İzlediği bu ayrılıkçı Kürt siyasetiyle Başbakan Erdoğan’ın Cemaati’ne ulaştım. Başbakan R. T. Erdoğan, Halidi Cemaati'nin İstanbul/Gümüşhanevi tekkesinden idi.
Halidi Cemaati’nin halifesi Halid-i Bağdadi, Süleymaniye’den. Onun ilk halifesi Şeyh Abdusselam Barzani, Barzan’dan… İkinci halifesi Seyit Taha, Şemdinli’den…
1880-1961 arası Kuzey Irak ve Doğu Anadolu’da çıkarılmış olan ve adına da Kürt isyanları denilen on isyanın tertipleyicisi ve yöneticisi bu iki aile; Tahazadelerve Barzaniler… Tahazadeler Kürt değil, Barzaniler aşiret değil…
Ve bu isyanların öncesi: Türk tarihine ilk Kürt isyanı diye yazılan 1806 Abdurrahman Paşa isyanından 1855 Bedirhan isyanları arasında geçen elli yılda altı isyan çıkarılmış ve bunları yapan üç aile: Baban, Soran ve Bedirhan
1908-1918 arasında kurulan ve adının başında Kürt ve Kürdistan olan örgütleri kuranlar işte bu isyanları çıkartanların çocukları, toplam beş aile: Tahazadeler, Barzaniler, Baban, Soran ve Bedirhan
 Bu isyanlar ve günümüzdeki Barzani, Talabani, Asala ve PKK: Hepsi aynı coğrafyadan çıkmış: Kuzey Irak; Süleymaniye, Barzan ve Şemdinli… Hepsi aynı siyasi hedef peşinde; Anadolu ile Asya arasında bir tampon devlet kurmak… PKK-Asala bir yana, hepsi aynı Cemaat’in müritleri; Halidi Cemaati
Ve Halidi Cemaati’nde yetişen Türk siyasetçileri: İki cumhurbaşkanı, iki başbakan ve diğerleri; Özal, Erbakan, Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Cüneyt Zapsu, Bülent Arınç..
 Sonuç şu: AKP siyaseti on bir yıllık siyaset değil, iki yüz yıllık bir geçmişi var ve bu siyasetin amacı Anadolu ile Asya arasına tampon bir devlet kurmak, böylece Anadolu’nun Asya ile bağını kesmek…
Adına Kürt diyerek isyan çıkartan, tertipleyen ve yönetenlerin başları Kürt değil, Kürt kökenli kardeşlerimiz tuzağa çekilmiş. Türk tarihine Kürt isyanları olarak yazılmış on altı isyanı çıkartan beş aile; Baban, Soran,Bedirhan, Barzani ve Taha… Anadolu’da doğrudan hiç Kürt isyanı olmamış, hepsinin çıkış noktası Süleymaniye-Barzan-Şemdinli hattı.
Baban, Bedirhan ve Soran beylerini bey yapan 1514 Çaldıran Savaşı; Şah İsmail’e karşı Yavuz Sultan Selim’e destek veren bu üç aşiret bey yapılmış. Taha ve Barzanileri Cemaat yapan Sultan II. Mahmut; Bektaşilere karşı Halidileri desteklemiş.
Ve günümüzde AKP siyasetini yönetenler, bu beş yüzyıllık tarihsel olayların uzantısı ve ikiyüz yıllık isyan siyasetinin takipçileri olarak karşımıza çıkıyor.
Kürt kökenli kardeşlerimiz bu gerçeği bilirse eğer, Barzani-Talabani-PKK’ya verdiği desteği çekebilir. AKP Cemaati’ne destek veren insanlarımız da bu gerçek karşısında nasıl bir siyasetle karşı karşıya olduğumuzu görebilir ve AKP’ye verdiği desteği çekebilir.
Sözlerime kanıt olarak, “Cemaat ve Barzani” adlı kitabı gösteriyorum, her sözümüz bu kitapta belgelidir. ■Erdal Sarızeybek, http://www.sarizeybekhaber.com /haberler/halidi-naksiler-bu-tuzagin-farkinda-mi-h705.html

IRAK’TAN SONRA SIRA TÜRKİYE’DE

Türkmen Danışma Meclisi Başkanı Profesör Doktor Ümit Akkoyunlu: Irak ekonomik kaynakları yüzünden parçalandı. Bölge insanı birbirlerine bilerek kırdırıldı. IŞİD de bunun bir aletidir. Irak’ta güçlü bir otorite yok. Çözüm konusunda umutsuzuz. Aynı güçler Türkiye’de de Kürt projesi üretti. Sıra birgün Türkiyeye de gelecektir.  ■ ulusalkanal.com.tr, (19.6.2014)

AKP’DEN BOP’UN ALT PROJESİ “KÜRDİSTAN”A TAM DESTEK

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik Türkiye, Irak, İran ve Suriye'yi bölme planı olan "Kürdistan" projesine tam destek verdi. Barzani'nin yayın organı Rudaw'a konuşan Çelik şunları söyledi:  Irak üçe bölündü. Kürtler kendi kaderini tayin hakkına sahiptir. Türkiye Irak Kürdistanı'nı her zaman destekleyecektir. Irak'taki bölgesel yönetimi mevcut koşullar altında bağımsızlık ilan ederse, AKP buna destek olacaktır.■ ulusalkanal.com.tr,(19.6.2014)

RTE’NİN “YENİ TÜRKİYE”Sİ İMRALI’DA İNŞA EDİLİYOR

PKK ve Öcalan’ın, hükümetin önüne koydukları yol haritası AKP Hükümeti tarafından adım adım uygulanıyor. İnisiyatifi tamamen PKK’ya kaptırmış olan R.T. Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçimlerine 1.5 ay kala PKK terörünün daha da artarak seçim sandığına yansımaması için Öcalan’ın ortaya koyduğu ve PKK’nın istediği yol haritasını uygulamaya soktu. Bu demektir ki, Erdoğan’ın, kurulduğunu ilan ettiği “YeniTürkiye” Öcalan’ın imzasını taşıyor.
Erdoğan ve AKP’nin beğenmedikleri Türkiye Cumhuriyeti, İstiklal Harbi’nin sonucunda Yunan ordusu ve Batı emperyalizmi yenilerek kurulmuştu. Yeni Türkiye ise emperyalistlerin gözetimindeki Oslo masasında Yunanlı generallerin “İkinci Yunan Ordusu”diye nitelendirdikleri PKK karşısında, yenilginin sonucu olarak kuruluyor. 
2011’den bu yana Güneydoğu Anadolu bölgesinde PKK ikinci devleti oluşturuyor. Ordu kışlalara çekilmiş. Polis karakollardan çıkamıyor. Kendisini savunmak için ateş açıp PKK’lı öldüren askerlerin silahları elinden alınıyor. Köy korucuları PKK tarafından katlediliyor. Şehirlerarası yollar günlerce kesiliyor. PKK “şehitlikleri”, PKK asayişi, PKK mahkemeleri... Sanki Türk ordusu, PKK terör çetesine yenilmiş ve yenilgi sonrasında PKK ile bir anlaşma imzalıyoruz. Müzakere süreci denilen süreç, PKK’nın taleplerinin Türk halkına adım adım yutturulması süreci şeklinde ilerliyor.
Türkiye’de PKK’ya yenilen AKP Hükümeti Kuzey Irak’ta da Barzani’ye yenilmiş durumda. 9 Ocak 2007’de “Kerkük’te oldu bitti peşinde koşanlara bu uyarıyı bugünden yapmak zorundayım” diyen Erdoğan 2014 Haziran’ında Kerkük’ün Barzani tarafından işgal edilmesine hiç ses çıkarmadı. 76 milyonluk Türkiye, 4 milyonluk Kuzey Irak karşısında aciz duruma düştü. Üstelik, bu Kuzey Irak, ekonomik olarak yaşamasını sadece ve sadece Türkiye’ye borçlu. Kuzey Irak’ın bağımsızlığını ilan etmesi Kerkük’ü işgal etmesine bağlı idi. Barzani, muhtemelen IŞİD ile iş birliği içinde Kerkük’ü işgal etti.
Özetle; AKP Hükümeti, Kürtlere Türkiye’de federe devlet, Kuzey Irak’ta bağımsız devlet hediye ederek tarihe geçecek. “Yeni Türkiye” Graham Fuller’in kitabının adı idi. Yeni Türkiye’nin anayasal yapısını ise Abdullah Öcalan İmralı’da yazıyor.  ■ Ümit Özdağ,Yeniçağ, (28.6.2014) Prof. Dr. Cihan Dura



Amerikan istisnacılığı



Joseph Grew ABD’nin ilk Türkiye büyükelçisiydi. 1927 yılında bu göreve atanmasının nedeni büyük ihtimalle bundan 4 yıl önce Lozan Konferansı’na gözlemci olarak katılması ve “yeni Türkiye”ye ilişkin bu çok öğretici deneyimde önemli ipuçları yakalamış olmasıydı. Lozan Konferansı anılarında kendini arada “Türklerin yerine koyduğundan” söz etse de Türkiye’ye büyük bir kibirle bakıyordu. Konferanstaki performansını herkesin şaşkınlık ve gizli bir hayranlıkla izlediği Sovyet dışişleri halk komiseri Çiçerin aklında hain gözlü, alımsız, gaga burunlu, tiz sesli, yırtıcı bir kuş olarak kalmıştı. Grew, o denli Sovyet düşmanıydı. Konferans boyunca itilaf devletlerinin temsilcilerinin oluşturduğu emperyalist diplomatlar grubunun bir parçası idi. Yine de kerameti kendinden menkul “Amerikan istisnacılığı” Grew’in anlatımında kendini gösteriyordu. Aklen ve ruhen yanında yer aldığı emperyalist Avrupa’yı, “tüm sözlerin gerçekleri maskelemeye yaradığı diplomasi” yöntemleriyle eski dünyanın temsilcisi olarak görmekten kendini alamıyordu. Yeni dünyanın biricik temsilcisi olarak demokrasi, ulusların kendi kaderini tayin hakkı, açık ve yalın bir diplomasi, tüm bunlar ABD’den sorulurdu.

Zaten Amerikan istisnacılığı da başta Amerika Birleşik Devletleri’nin içine doğduğu özgün koşullar neticesinde özgün bir siyasal ve toplumsal yapıya sahip bir ülke olduğu varsayımı iken giderek Amerikan değerlerini dünyaya taşımak  gerektiğinden hareketle, Amerikan müdahaleciliğinin bahanesi haline geliyordu.

1920’li yıllar bir yerde hala emekleme evresiydi. İşe işgal ettiği toprakların yerli halkına Amerikan değerlerini taşıyarak başlamış, güney komşusunun bir bölümünü yutarak onları da aynı değerlerden mahrum bırakmamış, arka bahçeye açılan avlusu kabul ettiği Karayipler ve Orta Amerika’da da bu yönde talimlerine başlamıştı. 

ABD’yi diğer emperyalist ülkelerden ayıran “Amerikan istisnacılığı”nın hala bir gideri vardı.

2015 dünyasında bu ülkenin ulusal güvenlik strateji belgesinde hala Amerikan istisnacılığından söz ediliyor olması ise* “Amerikan pişkinliğinden” başka bir şeye tekabül etmiyor. Kendinden önceki emperyalist süper güçlerin tüm strateji ve taktiklerini içerip aşmış bu güç tarihe “bir istisna” olarak filan değil, sırasını savmış herhangi bir emperyalist ülke olarak geçecek.

Amerika’nın rejim değişikliği stratejilerinin çoktandır Amerikan değerlerini taşıyarak yeni bir kuruluş gerçekleştirmek gibi bir içeriği yok. Türkiye’nin yakın tarihinde örneğin küçük Amerika olma ideali ve hayatta bunun bir karşılığı vardı. Latin Amerika’daki darbe rejimleri yine Amerikan değerlerini Latinlere benimsetmek için gerekli görülüyordu. Bugünse ABD’nin kıtada “rejim değişikliğine” uğraştığı ülkelerin hiçbirine dönük böyle bir perspektifi, yeni bir kuruluş önerisi yok, olamıyor.

Tüm bunları bana düşündüren 2015 Ulusal Güvenlik Stratejisi metninde Latin Amerika’da acil müdahale edilmesi öngörülen ülke Venezuela...

Amerikan dışişleri bakanı John Kerry bundan iki yıl önce “Venezuela yaralı bir geyik gibi, dağda sığınacak yer arıyor” dediğinde çıkarlarını temsil ettiği gücün bu yaralı geyik için bir sığınak değil avına son nefesini verdirmek için uygun anı bekleyen bir yırtıcı olduğunu biliyorduk.

Amerikan istisnacılığı yaralı geyik için bir sığınak olma iddiasında olabilirdi. Bugünse söz konusu olan yaralayan, parçalayan, nihai noktayı ise bir türlü koyamayan bir sırtlan.

Son birkaç aydır Küba’yla kurdukları bağlantının Latin Amerika’da tıkanmış müdahale kanallarını açacağı beklentisi henüz realize olmadan harekete geçmeyi seçtiler.

Venezuela’da ABD’nin ordu dahil devlet içindeki uzantılarının, sermaye güçlerinin ve tekelci medyanın hükümeti nasıl sıkıştırdığı görülüyor. Oldukça kural tanımaz ve vahşice yöntemlerle.

Ortada yeni bir hamle olduğu kesin. Öte yandan herkesin aklına, hele de geçen hafta Maduro’nun açıkladığı darbe girişiminden sonra, Şili örneği geliyor. Allende yönetiminin kaderinin tekerrürü anlamında. Oysa bana Venezuela’da bir darbe ile “rejim değişikliği” senaryosu biraz uzak geliyor. Hem yöntemin Latinlerin bilincinde tekabül ettiği yer nedeniyle, hem de darbenin belirli bir siyasi iddiayı gerektirdiği halde ABD’nin sonrası için herhangi bir programa sahip olmamasından kaynaklı...

ABD’nin bir programdan yoksun baskıları, hükümeti panikletmek, zayıflatmak, itibarsızlaştırmak, kaosu derinleştirmek üzerine kurulu. Orduyla ilgili ortaya çıkanlar da, Bolivarcı hükümetin elinin artık askeri yönden de güçlü olmadığını, suyunun iyice ısındığını gösterme taktiğinin bir parçası olabilir en fazla... Tüm bunlar, yaklaşan parlamento seçimlerinde, ne dediği belli olmayan Amerikancı muhalefetin işini biraz daha kolaylaştırsa da bu ABD’nin planlarının belirli bir öngörü değil, belirsizlik üzerine kurulu olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

.... “Amerikan istisnacılığı yalnızca silahlarımızın ve ekonomimizin gücünden kaynaklanmıyor. Herşeyin üstünde, evrensel hakları ve hukukun üstünlüğünü içeren kurucu değerlerimizin ve Amerikan halkının metanet, beceri ve çeşitliliğinin bir ürünü.    
Gözde Kök
25/02/2015 Çarşamba