Cengiz Özakıncı
“Batı’dan Alındığı Savlanan Atatürk Devrimlerinin Türk Tarihi’ne Dayanan
Kökenleri” konulu konferansında “Atatürk Devrimlerini anlayabilmek için, bu
devrimlerin toplumda hangi dönüşümlere yol açtığını bilmemiz gerektiği gibi,
kökenlerini de bilmemiz gerektiğini” belirtti.
Özakıncı, Atatürk’ün
devrimlerini Türk Tarihi’ne dayandırmasının, Türkleri ‘Barbar ve insanlığın
kanseri’ olarak niteleyen Batı’ya yanıt niteliğinde de olduğunu vurgularken,
konuyu daha derinleştirerek, Türklerin insanlık tarihine kazandırdıkları pek
çok ögenin Batı ve Avrupa tarafından esin kaynağı olarak benimsendiğini ve
kullanıldığını da belgelerle dile getirdi. Bütün Dünya’nın
internettekihttp://www.butundunya.com adresinden görüntülü olarak da
izleyebileceğiniz konferansında Özakıncı, Atatürk Devrimlerinin Türk
Tarihi’ndeki köklerini, görseller ve tarihsel belgelerle şu başlıklar ve
bilgilerle açıkladı:
LAİKLİK
“Meclis’in 01.11.1922
günü verdiği kararla Saltanat ile Hilafeti (Yani dünya yönetimiyle din
yönetimini) ayırması; dünyada Türkler Laik Devrim yaptı diye duyuruldu.
Fransız Devrimi’nde
bile Tuğrul’un etkisi vardır.
Tuğrul Bey’in devrimi
yalnızca Atatürk’ün laiklik devrimine değil, Fransız Devrimi’ne de örnek
olmuştur.
Bu karar Atatürk’ün
mecliste yaptığı uzun konuşma sonunda verilmiş; tarihi ders diyebileceğimiz bu
konuşmada, Atatürk, İslam Dünyası’nda Saltanat ile Hilafet’ in din işleri ile devlet
işlerinin tarihte ilk kez Türklerce, Selçuklu döneminde birbirinden ayrıldığını
ve bunun bir kaç yüzyıl boyunca sürdüğünü anlattıktan sonra; ‘İşte
biz de simdi aynen öyle yapmalı, din işiyle devlet işlerini, aynen atalarımızın
yaptığı gibi ayırmalıyız’ demiştir. Atatürk, bu devrimci atılımın esin
kaynağının, tümüyle ve yalnızca Türk Tarihi, Selçuklu Dönemi’nde Tuğrul Bey’in
yöntemini örnek alarak yaşama geçirdiğini özellikle vurgulamıştır.
Türkiye’de
1922’de gerçekleşen bu laik devrimin kaynağı, Batı değildir, Fransız Devrimi
değildir, esin kaynağı tümüyle Türk/Selçuklu Tarihi’dir.
Ve vahye dayalı dinlerde laiklik Selçuklu/Türk buluşudur. Türklerin insanlığa
armağan ettiği bir yönetim ilkesidir. Dünyada vahye dayalı din devletlerinde
ilk laik devrim, Tuğrul Bey tarafından gerçekleştirilmiştir.
Laiklik, sanıldığı
gibi, 1789 Devrimi’nde somutlaşan bir Fransız buluşu değil; 1060 tarihli Selçuklu Devrimi’nde somutlaşan bir Türk
buluşudur ve dünya çapında patenti, Tuğrul Bey’e aittir. Laikliği Fransızların
icat ettiği bir uydurmadır. Fransız Devrimi’nde bile Tuğrul’un etkisi vardır.
Tuğrul Bey’in devrimi yalnızca Atatürk’ün laiklik devrimine değil, Fransız
Devrimi’ne de örnek olmuştur. Fransız Devrimi’nin düşünsel temellerini kuran
isimlerden Fransız Doğu bilimci Joseph de Guignes’in de eserlerinde övgüyle
Tuğrul Bey’in yaptıklarından söz ettiğini görüyoruz.
Yani
Fransız Devrimi’nde Türk etkisi, Tuğrul Bey’in damgası var.”
EĞİTİM VE ÖĞRETİMDE LAİKLİK İLKE VE DEVRİMİ
“Laiklik kuşkusuz,
yalnızca din ve devlet işlerinin ayrılması değildir; akılcı ve bilimsel eğitim
olmadan laiklik olamaz.
Atatürk’ün akılcı
bilimsel eğitim devriminin kaynağı da Batı değil, Tuğrul Bey’in ölümünden bir
kaç yıl sonra, l068’de Karahanlı'lar Devlet Başkanı’nın özel danışmanı olan
Bilge Türk Yusuf’un Türkçe olarak yazdığı Kutadgu Bilig isimli kitaptır.
Atatürk’ün eğitim öğretimde laiklik, yani akla ve bilime dayalı eğitim öğretim
ilke ve devriminin kökenlerini, Atatürk Devrimlerinden yaklaşık 850 yıl önce
yazılmış bu kitapta görebiliyoruz.
Türk Karahanlı Devlet
Başkanı’nın özel danışmanı Türk Bilge Yusuf, 1068-70’lerde yazdığı Kutadgu
Bilig kitabında, devlet başkanına uygulamasını öğütlediği ilkeler, tümüyle
akılcı bilimsel laik eğitim öğütleridir.
Yusuf’un Akılcı
Bilimsel Eğitim öğütlerini, ilk basımı 2000 yılında yayımlanan İslam’da Bilimin
Yükselişi kitabımda ‘Proto-Atatürkçü’ (Ön-Atatürkçü) ilkeler olarak niteledim
ve Atatürk’ün akılcı bilimsel eğitim devriminin Türk Tarihi’ndeki kökü, kaynağı
olarak gösterdim.
Atatürk’ün laik akılcı bilimsel eğitim devriminin
kökü, Batı’ya değil, 900 yıl önceki Türk Tarihi’ne dayanmaktadır.
Atatürk’ün akıl ve
bilimle ilgili pek çok sözü, Türk Bilgesi Yusuf’un 850 yıl önce Kutadgu
Bilig’de dile getirdiği devletin akılcı bilimsel yani laik eğitime yönelmesi
öğüt ve ilkesinin, yüzyıllar sonra Atatürk’te dile gelmesi, yeniden yaşama
geçirilmesidir. Atatürk’ün laik akılcı bilimsel eğitim devriminin kökü, Batı’ya
değil, 900 yıl önceki Türk Tarihi’ne dayanmaktadır.
Atatürk, 1930’da büyük
bir bölümünü bizzat yazdığı kitaba Medeni Bilgiler (uygar bilgiler) adını
vermişti; ne ilginç bir rastlantıdır ki, Yusuf’un 1070’lerde yazdığı kitaba
verdiği Kutadgu Bilig adı da, günümüz dilinde kutlu uyum bilgisi, uygarlık
bilgisi yani medeni bilgiler anlamına gelmektedir.”
CUMHURİYET DEVRİMİ
“Atatürk, Cumhuriyet
Devrimi’ni açıklarken, kaynağı yine Selçuklu’ dur. Başkent Ankara’da ilan
ettiği Cumhuriyet’in kökenini de yine Batı’ya değil, 1340’larda bir Selçuklu
Beyliği olan Ankara’daki Ahi Cumhuriyeti’ne dayandırmıştır. Atatürk’ün 7 Mayıs
1924 günlü Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan açıklaması şöyledir:
‘Ben Ankara’yı coğrafya
kitabından ziyade tarihten öğrendim ve cumhuriyet merkezi olarak öğrendim.
Hakikaten, Selçuki idaresinin bölünmesi (inkısamı) üzerine Anadolu’da teşekkül
eden küçük hükümetlerin isimlerini okurken bir “Ankara Cumhuriyeti’ni
görmüştüm. Tarih sahifelerinin hana bir cumhuriyet merkezi olarak tanıttığı
Ankara’ya ilk defa geldiğim o gün de gördüm ki aradan geçen asırlara rağmen
Ankara’da hâlâ o cumhuriyet kabiliyeti devam ediyor. Türkiye’nin hemen bütün
bölgelerini (menatıkını) gezdiğim ve gördüğüm için hükmettim ki, o zaman
isimleri cumhuriyet olmayan diğer yerlerin bugünkü halkı da aynı kabiliyetten
asla uzak değildir.
Beni, Türkiye’nin en
münasip merkez Ankara olabileceğini düşünmeye sevk eden ilk vesile çok eskidir
ve bilimseldir (fennidir).’
Atatürk, üzerine basa
basa, ‘Cumhuriyetimizin
kaynağı kendi öz tarihimizde, 1343-1354 arası Selçukluların bir beyliği,
“Ankara Cumhuriyeti” vardır, işte Cumhuriyetimizin kökü budur’ diyor.”
GİYİM KUŞAM VE ŞAPKA DEVRİMİ
“Bugün çağcıl Batılı
giysi denilenlerin hiç biri Batı icadı değildir. Ceket, gömlek, pantolon,
binlerce yıl önce Asya’daki Türklerin giyimidir. Batı, ceket gömlek, pantolon
ve fötr şapkayı, İskit dedikleri Saka Türklerinden görüp almıştır. İskit
dedikleri Saka Türklerinin ceket, pantolon ve şapka giydiği, Yunanların ise
kumaşa sarındıkları; 2500 yıl önceye tarihlenen alçak kabartmalarda, anıtlarda,
resimlerde, mozaiklerde, paralarda, açıkça görülmektedir. Resimli Yunan
vazolarında ve eski Yunan’dan kalma anıtlarda, ceket, pantolon, fötr şapka
yoktur. Eski Roma’yı yansıtan sanat yapıtlarında ceket, pantolon, fötr şapka
yoktur. Bizans mozaiklerinde ceket, pantolon, fötr şapka yoktur.
Buna karşılık, İ.Ö.
500’lere tarihlenen Issık Göl dolayında bulunmuş şimdi Rusya’da Hermitage
Müzesi’nde korunmakta olan Altın Elbiseli Adam, ceketlidir, pantolonludur. Bu
tüm dünyaca bilinen bir örnektir.
Pazırık’ta bulunan yine
İ.Ö. 500’lere tarihlenen halıda resmedilmiş atlının giyimi de ceket
pantolondur. Bu örnekler, Batı buluşu sanılan ceket, pantolon, fötr şapka gibi,
giysilerin, kökeninin Asya Saka İskit Türk giyimi olduğunun yadsınamaz
kanıtıdır.
Fötr şapkanın kökeni de
yine Saka/İskit denilen Türklerdir. Fötr şapka denilen, kökende Kırgız Başlığıdır.
Görüntüler bunu kanıtlamaktadır.
1000 yıl önceki Batı
sanat yapıtlarının hiç birinde fötr şapka görülmeyişi, daha sonra tek tük
görülen ilk fötr şapkaların da tam Kırgız Başlığı biçiminde oluşu, savımızın
kanıtıdır. Örnek, Fransa Kralı XI. Louise’in başlığının Kırgız modeli olduğu
apaçık ortadadır.
Atatürk fes yerine fötr
şapka yerleştirirken, bu şapkanın Türk kökenlerini vurgulamış ve 1923 Ocak Şubat
Eskişehir-İzmit konuşmalarında “Buhara’da, İran’da, Afgan’da şapka giyerler
ve şapka ile namazlarını kılarlar” tümcesini kullanmıştır.
Buhara Türk başlığını
örnek göstermiş; Türk Tarihi’ne gelenek ve göreneklerine dayandığını
vurgulamıştır. Kadın giyimiyle ilgili konuşmalarında da yine, geleneksel
Türkmen kadını giyimini örnek vermiştir.”
YAZI VE DİL DEVRİMİ
“Türkler, Arap yazısı kökenli yazıdan önce, Orhun ya
da Göktürk Abecesi diye adlandırılan yazıyı kullanmışlardı. Bu yazının İ.Ö.
700’lerin Etrüsk yazısıyla benzeştiği, çok bilinen, çok dile getirilmiş bir
olgudur. Ancak ben, 1994’te yayımlanan “Dil ve Din” adlı
kitabımda, Orhun/Göktürk denilen yazıdaki damgaların, Etrüsk’ten 3000 yıl daha
eski, Sümer Uygarlığıyla bağlarını somut olarak gösterdim. Kitabımın ilgili
sayfalarındaki görüntüleri karşılaştırınca; bu açıkça anlaşılmaktadır. Yazı
Devrimi’nin gerekçeleri, nedenleri, sonuçlarını da bu kitabımda ayrıntılı
olarak inceledim. Ancak Arap kökenli yazının bırakılıp, Latin kökenli Türk Yazısına
geçilmesi, Latin yazısının Asyalı kökleri bilindiğinde, yazı devriminin Türkün
bir cebinden çıkanın öteki cebine girmesi gibi bir olay olduğu görülecektir.
Dil Devrimi’nin
nedenlerini ve sonuçlarını, 1994’te yayımlanan “Dil ve Din” kitabımda
ayrıntılarıyla işledim. Bu devrimin kaynağı da yine bir Selçuklu/Türk;
Karamanoğlu Mehmet Bey’dir.
Atatürk, 1270’lerde
Selçuklu Türk Karamanoğlu Mehmet Bey’in, “Bundan böyle
her yerde Türkçe konuşulacak” buyruğunu
yüzyıllar sonra yaşama geçirmiştir. Dil Devrimi Batı öykünmesi değil, kökü Türk
tarihinde olan bir devrimdir.”
YURTTAŞLIK DEVRİMİ
“Atatürk,
1919’dan başlayarak, bütün konuşmalarında, ırk ayrımından uzak durmuş; bütün
Türkiye halkını “öz kardeşler” olarak nitelemiştir. Bunu Bütün Dünya
Dergisi’nde yayımlanan, “Kandaşlık, Dindaşlık, Yurttaşlık” başlıklı yazımda ve
diğer yazılarımda, örneklerle anlattım. Atatürk’ün ırkçı olmadığı apaçık
ortadadır.
Pek çok yazar,
Atatürk’ün ırka değil kültür birliğine önem verdiğini, 80 yıldır döne döne
vurgulamıştır. Atatürk’ün ırkçı olmadığını söylemek yeni bir şey söylemek
değildir. Atatürk’ün ırkçı olmayışı, kendini ayrı ırktan olarak tanımlayanları
bile öz kardeş, yurttaş sayan tutumu, Türk Tarihi’ne dayanmaktadır.
İskit/Saka Türkleri,
aşiret toplumundan yurttaş toplumuna geçişi sağlayan “Varsayımsal
Kandaşlık” kurumunu icat etmişlerdir.
“Atatürk, 1919’dan
başlayarak, bütün konuşmalarında, ırk ayrımından uzak durmuş; bütün Türkiye
halkını “öz kardeşler” olarak nitelemiştir.
Bu uygulamanın adı,
kısaca “kan kardeşliğidir; “Antlı İçrektik” kurumudur. Bu yöntemle, başka
ırktan insanlar, kanlarını bir kupaya damlatıp karıştırıp içerek, o andan
itibaren ırk ayrımı gütmüyor, birbirlerini kandaş, soydaş sayarak,
kaynaşıyorlardı.
Atatürk’ün, 1932
yılında Diyarbekir gazetesinde, ırk soy ayrımcılığına karşı demeci şöyledir: ‘Diyarbakırlı,
Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın
evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır.’
Atatürk, Türk için belli
bir antropolojik tanım yapılamayacağını, sarı saçlı mavi gözlü Türk olduğu gibi
karakaşlı kara gözlü Türk de bulunacağını, bunun. Türklerin dünyanın her yerine
dağılıp o yöre yerlileriyle karışmış olmasından kaynaklandığını, tasada ve
kıvançta ortak olmanın ulus oluşturmak için en önemli öge olduğunu
vurgulamıştır.
Atatürk’ün
yaptığı devrimlerin gerçekten de Türk tarihinde öncülleri, kökenleri,
kaynakları ve bilinci vardır. Atatürk hiç bir devrimi yoktan var etmemiştir.
Kendi tarihimizden esinlenmiştir, beslenmiştir; bu onun değerini küçültmez, tam
tersine diyebiliriz ki, Atatürk, yaşadığı dönemde, Türk tarihinin gerçek
anlamda tarih bilinci taşıyan tek lideriydi.
Türkiye
ve dünya, bugün hala yaptıklarını konuşuyor. Bizler de onu yaptıklarını her gün
daha büyük bir ilgiyle irdelemeyi, anlamayı sürdüreceğiz.”
Cengiz ÖZAKINCI, “Bütün
Dünya”, Aralık 2014
cengizozakinci@butundunya.com.tr
http://www.guncelmeydan.com/pano/ataturk-un-devrimleri-bati-ya-degil-turk-tarihi-ne-dayanir-cengiz-ozakinci-t38665.html