26 Aralık 2013 Perşembe

Erdoğan sız AKP ile Kurulması Düşlenen, CHP Hükümeti Senaryoları



   BASIN AÇIKLAMASI
(Erdoğan sız AKP ile Kurulması Düşlenen, CHP Hükümeti Senaryoları)
Emperyalizme ve sermayeye koşulsuz hizmet karşılığı iktidara getirilen,  Hırsızlığı, yolsuzluğu, din sömürüsünü kullanarak egemenliğini sürdüren faşist tarikatlar koalisyonu dağılma sürecine girmiştir. Ancak bu dağılma ve çözülme sürecinde, işgal güçlerinin Anadolu’dan kaçarken geride kalan ne varsa yakıp yıkmaları gibi, devletin tüm kurumlarını çökerterek, yıkarak gidiyorlar.
AKP diktatörlüğünü bu “son”a getiren, “sofraya birazda ben oturayım, tam zamanıdır” diyerek, özünde bir iktidar yani egemenliği paylaşma kavgasını “cemaat-AKP kapışması”na indirgeyerek, cemaatin teğmenliğine soyunanlar değil,  gezi direnişinde, 29 Ekimde, 10 Kasımda” sokaklara dökülen milyonlardır.
Şimdi Pensilvanya ’nın, Bürüksel in, Washington un karanlık dehlizlerinde Erdoğan sız AKP ile kurulması düşlenen, CHP hükümetinin senaryoları yazılmaktadır.
Bir ülkeyi, bir halkın geleceğini, sabah akşam, gece gündüz yalan söyleyerek çalan, siyasi projenin, yani AKP’nin, bir daha gelmemek üzere gönderilmesi; küresel çetenin, işbirlikçi sermayenin, Pennsylvania, Bürüksel, Washington da çöreklenmiş odakların çıkarlarına, hesaplarına ters düşmektedir.
Bu nedenle ölüm döşeğindeki AKP ye “cansuyu” vererek diriltecek, yükselen toplumsal muhalefetin heyecanını yatıştıracak, direncini kıracak bir “payanda” olarak CHP kullanılacaktır.
Artık tutulacak tarafı kalmayan AKP’ye sağdan payanda bulmak çözüm değil, çözülmeyi hızlandıracaktır.  “Sol’dan beslenen” ama sol olmayan bir takviye ile sağın tarihsel çözülüşünün önüne geçme senaryoları piyasaya sürülmüştür.
Y-CHP yönetimi bu ahlaksız projeye  “teşne” olduğu bir sır değildir. “Türkiye’de Laiklik tehlikededir diyemem” le başlayan, türbanı okullar ve kamu kurumları yetmezmiş gibi, Gazi Meclisin çatısına asılmasına yadsınamaz katkı koymak, yerel seçimlerde sağ, özellikle AKP den transfer Belediye Başkanı adaylarına öncelik tanımakla süren, ikide bir ABD büyükelçisi ile gizli görüşmeler yapan, Cemaatin koruma müdürlüğünü üstlenen bir Y-CHP vardır karşımızda.
Cumhuriyet yıkıcılığı, Yolsuzluk ve hırsızlıkla özürlü Sağ biterken sağcılık, siyasi dincilik biterken dincilik, halkın ezici çoğunluğu tarafından kabul görmeyen,  Amerikancılık ve AB’cilik sevdasına kapılmış Y-CHP kendi ayağına değil, beynine kurşun sıkmaktadır.
CHP tabanının böylesine kirli ve alçakça bir oyunun parçası, dişlisi olmayacağını, sinsi gericiliğin oyununa gelmeyeceğini, Cumhuriyet düşmanları ile ittifaklar kurarak  “çözüm” üretmeye kalkışanların oyunlarını bozacağına inanıyoruz, inanmak istiyoruz.
Eğer bu iktidarı Pensilvanya’nın, Bürüksel in, Washington’un kurmayları götürürse,  yerine kendilerine daha iyi hizmet edecek birini bulduğu için götürecektir.
Bu nedenle, AKP diktatörlüğünü yıkacak olan yegâne güç, 1920’lerde yedi düvele meydan okuyan, tam bağımsız laik demokratik Cumhuriyeti kuran  soylu Türk ulusudur.
YÖNETİM KURULU ADINA:
                                                                    Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

24 Aralık 2013 Salı

ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ ISPARTA ŞUBESİ - BAŞSAĞLIĞI MESAJI

           
  İzmir Tersanesinde havuzda bakımda olan TCG Değirmendere Römorkörünün havuzda “Dalış” esnasında henüz bilinmeyen bir nedenle sağ tarafa yan yatmak suretiyle “alabora” olması sonucunda 10 personelimiz hayatını kaybetmiş; 17 personelimiz yaralı olarak kurtarılmıştır. 
                İzmir'in Karşıyaka ilçesinde bakım yapıldıktan sonra denize indirilirken yan yatan römorkörün içindeki personelden 10'u hayatını kaybetti, 17'si ise yaralı olarak kurtarıldı. Hayatını kaybedenler arasında 1 astsubay, 7 er ve 2 işçi olduğu öğrenildi.

23 Aralık 2013 Pazartesi

TÜRK AYDINLANMASI’NIN ÖLÜMSÜZ BEKÇİSİNE



Cihan Dura   

Menemen’de iki ulu anıt yükselir: Biri Şehit Kemal Anıtı’dır; öbürü Kubilay Anıtı... Bu anıtlar, ikisi birlikte, ne güzel anlatır ulusal bağımsızlığımızın temellerini. Çünkü birincisi dış düşmana, öbürü iç düşmana karşı kurtuluşumuzu simgeler.
Çünkü ilki, Bağımsızlık Savaşımızda ilçeyi düşmana teslim etmeyen, hükümet binasından ayrılmayarak şehit düşen Kaymakam Kemal Bey’in anısına; öbürü iç düşmana, Skolastik zihniyete tek başına karşı çıkıp şehit düşen Asteğmen Kubilay’ın anısına dikilmiştir.
Şehit Kemal Anıtı bize, Bağımsızlık Savaşımızın yasını ve sevincini hatırlatır.
Kubilay Anıtı ise, Dogmatizmin boyunduruğundan kurtuluş savaşımızı!..
1930 Türkiye’si... Demokrasi ideali ile, yepyeni ve laik bir cumhuriyet kurulmakta, halk çağdaş uygarlık düzeyine erişme ülküsüyle ileri yürümektedir. Kulluktan yurttaşlığa geçilmekte, ulusal bir kültür yaratılmaktadır. Başdöndürücü bir sanayileşme süreci başlamak üzeredir.
Ancak, yurtta bu büyük değişime karşı olanlar da vardır. Sinmiş, ancak pusuda, bir fırsat çıksın bekliyorlar. Tüm reformlara karşın, ortam da buna elverişli... Çünkü yüzyılların pası, kiri ve karanlığı birkaç yılda silinemiyor.
Kubilay’ın yakın arkadaşı Kemal Üstün; 23 Aralık 1930 sabahı, keskin ve dondurucu bir soğukta okul yolundadır[i]. Sokaklar ıssızdır; pencerelerden tedirgin yüzler görünüp, telaşla içeri çekilmektedir. Olağan değildir bu!..
Okula vardığında, öğretmen arkadaşlarından dinler olup biteni; Kubilay’ın, kanıyla yazdığı destanı!..
Öğleye doğru, askeri birlikler girer Menemen’e. Sokağa çıkma yasağı da kaldırılınca, Kemal Üstün; arkadaşlarıyla üzüntülü ve düşünceli, olay yerine, Belediye Meydanı’na yollanır. Çevrede, birçok yapı makineli tüfek mermilerinden delik deşiktir. Camiye yakın kaldırım kenarında, sakallı üç ceset yatmaktadır. Bunlar; daha sabah, “Bize kurşun işlemez!..” diye bağrışıp tepinen sözde “mehdiler, İslam’ın koruyucuları”dır. Halk; yobazların bu perişan durumuna, ibret ve tiksintiyle bakmaktadır. Gözleri yaşlı, öbür yerleri de gezerler; Kubilay’ın başının kesildiği, bekçilerin şehit düştüğü, yeşil bayrağın dikildiği yerleri de!..
İnsan, Menemen Olayı’nı konuyu yakından bilenlerin kaleminden okudukça, kimi veriler karşısında ürker; bugünkü Türkiye’nin gerçekleriyle -ne acıdır ki- benzerlikler görüp kaygıyla ürperir. Ancak karamsarlığa düşmez. Görelim nedenlerini bu kaygının da, bu iyimserliğin de:
1) Olay, Atatürk’ün, demokrasiye geçişi ikinci kez denediği döneme rastlar. Yeni bir parti, “Serbest Cumhuriyet Fırkası” kurulalı daha birkaç ay olmuştur. Politik ortam “daha özgür, daha demokratik”tir. Ne var ki irtica her demokratik açılımda azmıştır. Bu kez de ortamı elverişli görüp pusudan çıkmış, çıkarcı kimi çevrelerle birlikte, laiklik ilkesini -bugün olduğu gibi- kendi amaçlarına göre kullanma çabasına girişmiş, yeşil bayraklar açmıştır. Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşları; -kendilerinden sonra gelecek olan “devlet adamlarımızın” aksine- durumun nereye varacağını kısa sürede sezer ve gerekli önlemleri duraksamadan alırlar. Yobazları azdıran, işte bu birkaç aylık göreli demokratik ortamdır.
Gericiler; benzer fırsatlara sonraki yıllarda, özellikle 1980 sonrasında yeniden kavuşmuşlar ve yine aynı -ya da benzer- suçları işlemişlerdir. Örneğin, TCK’nun din devleti kurmak isteyenlere yasak getiren 163. maddesi kaldırıldı. Şeriatçı siyasal oluşumlara göz yumuldu. Bir “şaibelinin aklanması” uğruna, Devlet; irticanın başına teslim edildi. Yapılanları ve sonucu 1997 yılında hep birlikte gördük.
2) Olayı başlatan altı yobazdan en yaşlısı olan Derviş Mehmet, İstanbul Erenköy’de bir köşkte oturan Nakşibendi Şeyhi Esat’ın müridi ve has adamıdır. Manisa Nakşibendi hocası Laz İsmail’in de etkisi altındadır. Hareket; Laz İsmail, Şeyh Esat Efendi ve oğlu tarafından, birlikte hazırlanmıştır. Askerî mahkemede olaya başka Nakşibendilerin de karıştığı belirlenmiştir. Demek ki olayın ardında bu tarikat vardır.
Bilindiği gibi, Nakşibendilik -Şerif Mardin’in deyişiyle- en “çarpıcı bir rejim düşmanı” görüntüsü verir. Cumhuriyet’e, Kemalist reformlara ve laikliğe hep karşı çıkmış, bu yolda şiddet kullanmış, politika yapmıştır. Geliştirdiği “ideolojik araçlar”la, halk yığınlarını harekete geçirmede başarılar göstermiştir. Aynı tehlike -12 Eylül darbesinden sonra, kaynağı daha da gürleştiğine göre- bugün de vardır. Çünkü Dogmatizm geçmişte ne yaptıysa, bugün de aynısını yapacaktır. Belki yalnızca girişimlerin yöntemi ve biçimi farklı olacaktır.
3) Olaya dört yobazın yanında katılan ikisi de Hasan adlı kişiler henüz çok gençtir; yaşları 18’i bile bulmamaktadır. Önemsiz gibi görünen bu veri, aslında büyük bir ulusal belanın göstergesidir: Kara irticanın gençlerimizin üzerindeki pençesi, kancası ve tasallutu... Durum ne yazık ki günümüzde de böyledir: Bugün gençliğimizin önemli bir bölümü; Kur’an kurslarında, imam-hatip okullarında, kimi “şaibeli” özel okullarda ve yurtlarda, kafaca ve ruhça kara zihniyetin buyruğunda yürüyecek militanlar olarak yetiştirilmektedir.
4) Derviş Mehmet silahlı adamlarıyla sabah erken, doğru, çarşı içindeki camiye gitmiştir. Camide sabah namazı için gelmiş birkaç ihtiyar vardır. Elebaşı, bunlara kendini “mehdi” olarak tanıtır. Bu, birinci yalanıdır. ikinci yalanı şudur: “İlçe dışında yetmişbin kişilik halife ordusu beklemektedir. Öğleye değin Şeriat bayrağı altında toplanmayanların tümü kılıçtan geçirilecektir.” Sonra üçüncü yalanı savurur: “Bize kurşun işlemez!..” Yobazın temsil ettiği zihniyet, tarih de tanıktır ki, büyük oranda yalana dayanır. Yüzyılların oluşturup biriktirdiği yalanlar, Cumhuriyet’ten sonra da yok olmamıştır. Bugün de, yenileri katılarak, halk katmanlarına -daha yaygın ve daha hızlı olarak- aktarılmakta; gençlerin, hattâ çocukların beynine tıka basa doldurulmaktadır.
Bu gidiş, tekin değildir. Bataklık gittikçe büyüyor ve derinleşiyor. Kırsalda ve kentlerde 1930’ların köy enstitülerine benzer, halka yönelik eğitim uygulamaları başlatılmadıkça; yeterli sayıda aydınımız, örneğin bir T. Dursun, bir İ. Arsel, bir E. Aydın gibi savaşım vermedikçe, yalana dayalı bu zihniyet karşısında kalıcı utkular kazanmak zor olacaktır.
5) Olayı bastırma görevi, Asteğmen Kubilay’a verilmiştir. Kubilay -K. Üstün’ün anlattığına göre- ulusal konularda duyarlı ve titiz, ideallerine bağlı, okumaya düşkün, tartışmayı seven, hareketli ve etkileyici bir gençtir. Daha 24 yaşındadır. Menemen’de yedeksubay olarak askerliğini yapmaktadır. Aldığı emir gereği, birliğiyle hemen yola çıkar. Eğitim çalışmaları yaptıklarından, üzerinde silah, erlerinde mermi yoktur. Meydana yakın bir sokakta askerlerini durdurur ve süngü taktırır. Yalnız kendisi ilerler ve meydana varır. Silahlı yobazların karşısına tek başına  çıkar. Şimdi, bu tabloyu akılda tutarak, Şubat 1923’e dönelim. Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya kulak verelim:
“Ben kişisel olarak [hoca kılıklı sahte din adamlarının] düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları her adım, benim ulusumun yüreğine yollanmış zehirli bir hançerdir. Benim ve arkadaşlarımın yapacağı şey, o adımı atanı tepelemektir. Dahası, bunu sağlayacak yasalar olmasa, bunu sağlayacak meclis olmasa, böyle adımlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam, yine tepelerim.”
Kubilay; 23 Aralık 1930 sabahı, sanki Atatürkleşmiştir: Karşısında sahte din adamını, amansız düşmanını görmüş; onun, ulusun yüreğine savurduğu zehirli hançeri fark etmiş ve anında, yapacağı tek şeye odaklanmıştır: O adımı atanı tepelemek!.. Gerçekten herkes çekilse, çevredeki halk kaçışsa, ortada kimse kalmasa bile, ideali ve görevi uğruna tek başına ileri atılmakta bir an bile duraksamamıştır.
Öğretmen Kubilay! Ey Türk Aydınlanmasının ölümsüz bekçisi!..
Sen, biz Atatürkçüler için, düşünce ve eylemde en anlamlı örneklerden birisin! Sende yeniden doğuyoruz; seninle kendimizi aşıyor, büyüyor ve çoğalıyoruz. Seni daha iyi araştırmak, daha yakından tanımak, seni sık sık düşünmek başta gelen bir görevimiz...
Sevgiler sana!.. Saygılar sana!.. Minnetler sana!..  

KAYNAK: Cihan Dura, Atatürk Devrimi Yarım Kaldı, Kayseri 2000, ss.252-255


22 Aralık 2013 Pazar

DEVRİM ŞEHİDİ KUBİLAYI ANARKEN: DEMOKRASİDE CEMAAT-TARİKAT ÖRGÜTLENMESİ MEŞRU DEĞİLDİR!




23 Aralık 1930 günü, İstanbul'dan yönetilen, beyinleri yıkanmış bir bölüm Nakşibendi tarikatı üyesi, Derviş Mehmet'in ardında ve "şeriat getire-ceğiz!" çığırtıları eşliğinde, ellerinde yeşil bayrak, Menemen'i bastılar.
Tarikat güdümlü, robotlaşmış, gözü dönmüş  bu kişiler,  engel olmak isteyen Yedeksubay  öğretmen Mustafa Fehmi   Kubilay'ı tüfekle vurdular, sonra da bağ testeresiyle başını kesip mızrağa taktılar;   bu arada gö¬reve koşan iki bekçiyi daha şehit ettiler.
Gerçi   suçlular yakalanıp,  28'i yargılanarak 3 Şubatta asıldılar.
Ancak bu olay,   Cumhuriyet'in çoğulcu demokrasiyi gerçekleştirme amacını Türk ulusuna çok görüp demokrasiyi yıkmak için kullanmak iste-yen,   yabancı sömürgeci devletlerin güdümündeki  ortaçağcıl  örgütlü güçlerin   varlığını ve yıkıcı tehlikesini   daha o zaman kanıtladı.
 Bugün de "cemaat, tarikat" örgütlerinin  Türkiye Cumhuriyeti'nin siyasal, hukuksal, eğitsel, .. kurumlarında açıkça etkin  aktör oluşunu siyasetçilerin, hukukçuların, bilim, düşün, sanat insanlarının, basının saygıdeğer yazarlarının, sendika ve meslek odaları başta olmak üzere tüm sivil toplum kuruluşlarının, … sanki olağan bir durummuş gibi karşılamaları,  CEMAAT-TARİKAT ÖRGÜTLENMELERİNİN  VE BUNLARLA İŞBİRLİĞİ YAPAN SİYASAL KURUM VE KİŞİLİKLERİN DEMOKRASİDE MEŞRU YERİ OLAMAYACAĞI GERÇEĞİNİ yüksek sesle haykır(a)mamaları, bugün çıkar bölüşmesinde kavga eden bu ortakların demokrasi düşmanlığında her an yeniden birleşebileceklerini gözardı etmeleri,       Kubilay'ın ve O'ndan sonra yine demokrasi  düşmanlarınca  katledilen CUMHURİYET ŞEHİTLERİnin anılarına yapılan büyük bir saygısızlık olmaktadır, kanısındayım.
 Kubilay'ı  ve bütün Cumhuriyet şehitlerini   en derin  saygıyla anıyoruz. PROF. DR. ÖZER OZANKAYA

ISPARTA ULUSAL GÜÇ BİRLİĞİ "DEVRİM ŞEHİDİ KUBİLAY"I ANMA ETKİNLİĞİ (22 ARALIK 2013)



ISPARTA ULUSAL GÜÇ BİRLİĞİ BİLEŞENLERİ
1- DEMOKRATİK SOL PARTİ ISPARTA İL ÖRGÜTÜ
2-İŞÇİ PARTİSİ ISPARTA İL ÖRGÜTÜ
3-EĞİTİM-İŞ ISPARTA ŞUBESİ
4-TÜRKİYE EMEKLİ ASTSUBAYLAR DERN. ISPARTA ŞB.
5-TÜRKİYE GENÇLİK BİRLİĞİ ISPARTAŞB.
6-ALEVİ KÜLTÜR DERNEĞİ ISPARTA ŞB.
7-ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ ISPARTA ŞB.
8-YENİ KUŞAK KÖY ENSTİTÜLÜLER DERN. ISP. ŞB.

“AKP’li belediyelerin ”iftar çadırı bülbüllerinden” ATATÜRKÇÜ bu kadar olur”

Atatürkçü Düşünce Derneği Isparta Şubesinde, yaklaşık son bir yıldır yaşanan “yıkım-çökertme” sürecine karşı; yasal olarak başlattığımız hukuksal süreç devam ediyor. Davalar sonuçlandıkça da  üyeleri bilgilendirmeyi sürdürüyoruz.

Bu bilgilendirmelerden, tertipler düzenleyerek, ADD Isparta şube yönetimine atanmayı “kazanan!!!!!” ekiptekiler rahatsız olmuşlar!  Başlamışlar sağda solda ağlayıp sızlamaya, yalan dolan yazıp çizmeye. Alışmışlar her şeyi kapalı kapılar ardında “dümen, tertip, dalavere, yalan iftira” ile yürütmeye. Bizim saklanacak bir dümenimiz, dolabımız bu güne değin olmadı, bundan sonrada olamaz..  Ehh, AKP’li belediyelerin ”iftar çadırı bülbüllerinden”  ATATÜRKÇÜ bu kadar olur.

Sözü uzatmayalım. “Atanmış” ve Mahkeme Kararı  ile "YOK HÜKMÜNDE" olan zevatın sırrını açığa çıkaranların başına gelenleri bir fıkra ile anlatalım.
……..
 “İşsizdi, parasızdı, kalacak yeri, yiyecek ekmeği, iki satır muhabbet edebileceği bir arkadaşı da yoktu. Nerden geldiği bilinmez "Küçükistan Ceza Kanunu" diye bir kitap geçmişti eline bir gün onu okuyarak vakit geçiriyordu ki, "Ülke başbakanına hakaret etmenin cezası altı ay" kitabı ve gözlerini kapattı.

"Hem bütün hırsımı ondan alırım, hem bütün gazeteler, televizyonlar benden söz eder meşhur olurum, hem de altı ay ekmek elden su gölden yiyecek, yatacak derdim olmadan çiçek gibi kışı geçiririm." diye düşündü.

Ertesi gün mitinge gitti, Küçükistan Başbakanı konuşurken milletin arasından fırlayıp bütün gücüyle bağırmaya başladı.

“- İnbe başbakan, inbe başbakan ! “

 Güvenlik kuvvetleri hemen müdahale edip yaka paça götürdüler. Ertesi gün mahkemeye çıktı, şahitler dinlendi, savunması alındı. Hakim kararı açıkladı.

- Sanığın suçu sabit görüldüğünden yirmi sene altı ay hapsine karar verilmiştir.

Birden gözleri karardı ayakta sendeledi, sonra kendini toparladı, ve haykırdı :

- İtiraz ediyorum hakim bey, Küçükistan Ceza Kanunu'nun şu maddesinin şu bendine göre başbakana hakaret sadece altı ay, bir yanlışlık var bu işte !

Hakim acıyan gözlerle adama baktı ;

- Haklısın oğlum, başbakana hakaret altı ay fakat devlet sırrını açığa vurmak yirmi sene.
……….
Sanırım birilerinin “devlet sırrını açığa vurduk…”