6 Kasım 2013 Çarşamba

HASTANELERDE fişlenmeyi yargıtay durdurdu!





Hastanede fişlenmeyi yargıtay durdurdu!

Devlet ve özel hastanelerde kullanımına başlanan avuç içi tarama sistemi yargıtay kararıyla durduruldu
Danıştay 15. Dairesi, halk arasında ‘avuç içi tarama’ olarak bilinen ‘biyometrik kimlik doğrulama’ uygulaması hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi.
Açıklamalarda bulunan Lokman Hekim Hastaneleri Tıbbi Hizmetler Direktörü ve Özel Hastaneler Platformu Derneği Başkan Dr. Mehmet Altuğ, Türkiye’de hizmet veren 576 özel hastanenin, yaklaşık 24 milyon TL ödeyerek ortalama 13′er adet avuç içi tarama cihazı satın aldığını belirtti. Uygulamanın iptaliyle 24 milyon TL’lik cihazların özel hastanelerin elinde kaldığını ifade eden Dr. Mehmet Altuğ, “Bir sendika Danıştay 15. Daire’ye başvurarak sistemin kaldırılmasını istedi.
KİŞİLİK HAKLARINA AYKIRI
Anayasa’nın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin kişilik haklarını koruyan maddelerine atıf yapan Danıştay 15. Dairesi, biyometrik kimlik doğrulama sistemini hukuka aykırı bularak sistem hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi. Uygulamanın başlamasıyla büyük sıkıntı yaşayan özel hastaneler, uygulamanın iptaliyle yine sıkıntıya girdi.
HASTANELER ZARARDA! 
Sistemin uygulamaya başlanması ve iptali en çok özel hastaneleri mağdur etti. Biyometrik kimlik doğrulama sistemi 2013 yılı Aralık ayında özel hastaneler için mecbur kılındı. Türkiye’de en fazla muayenenin kamu hastanelerinde yapılmasına rağmen uygulama sadece özel sektörü kapsadı. Bu karar alınırken sektörle hiçbir istişarede bulunulmadı. 576 özel hastane ortalama 13′şer adet cihaz satın almak zorunda kaldı ve bunun için yaklaşık 24 milyon TL ödedi. Şimdi sistem iptal edildi ve cihazlar elimizde kaldı. Sağlık Uygulama Tebliği’ndeki (SUT) rakamlar yıllardır yerinde sayarken, sektöre her gün yeni yükler yükleniyor. Cihazların maliyeti 24 milyon TL’yi geçiyor. Şimdi bu cihazlar ne olacak? Biz sektör olarak bunu merak ediyoruz. Sektörün bu mağduriyetinin önlenmesini talep ediyoruz. Yetkililerin bu konuda duyarlı olacaklarına inanıyoruz” dedi.


         

   
 Sayı   :2013/16
    Konu: “ Özel Hasteneler, Parmak İzi, Avuç İçi Damar İzi                                                                                               06.11.2013
       Kod: 32.011.159
BASIN AÇIKLAMASI
İlimizde bir süredir Özel Hastanelere tedavi amaçlı başvuran yurttaşlardan Avuç içi damar izi alınması uygulaması yapılmaktadır. Avuç içi damar izi uygulamasını reddedenlerden ise 60 TL gibi yüksek bir ücret alınmakta, ayrıca SGK tarafından ilaç bedelleri ödenmemektedir.
Bu uygulama yürürlükteki hukuk düzenine ve Anayasamıza açıkça aykırıdır.  Hastaların zımni rızası olsa bile, bu tek taraflı işlemin hukuki bir dayanağı yoktur. Kişisel veri kapsamındaki bu tip verilerin toplanması kişinin açık rızasına bağlıdır. Ancak kişinin bu rıza beyanının geçerli olabilmesi için kişinin hiçbir baskıya maruz kalmaksızın, özgür iradesiyle tereddüde mahal vermeyecek şekilde rıza verdiğinin kanıtlanması gerekir.
Bu çerçevede hasta tedavisinin yapılmayacağı, parasal yaptırımla karşılaşacağı kaygısı ile verdiği rızanın gerçek ve açık bir rıza olarak yorumlanamaz.
Avuç içi damar izi gibi kişisel veri niteliğindeki bilgiler ancak belli koşulların varlığı halinde ve usule uygun olarak yapılabilir. Ulusal ve uluslar arası hukuk bunu gerektirir.
Kimlerin hangi koşullarda parmak izi, avuç içi damar izinin alınabileceği Ceza Muhakemesi Kanunun 81. Maddesinde şöyle düzenlenmiştir.
 (1) Üst sınırı iki yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı şüpheli veya sanığın, kimliğinin teşhisi için gerekli olması halinde, Cumhuriyet savcısının emriyle fotoğrafı, beden ölçüleri, parmak ve avuç içi izi, bedeninde yer almış olup teşhisini kolaylaştıracak diğer özellikleri ile sesi ve görüntüleri kayda alınarak, soruşturma ve kovuşturma işlemlerine ilişkin dosyaya konulur.
(2) Kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz süresinin dolması, itirazın reddi, beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilip kesinleşmesi hâllerinde söz konusu kayıtlar Cumhuriyet savcısının huzurunda derhâl yok edilir ve bu husus tutanağa geçirilir.”
Ayrıca benzer bir düzenleme Polis Vazife Ve Salahiyet Kanunu’nun 5. Maddesinde yapılmıştır.
Buna Göre; parmak izi, avuç içi damar izinin yalnızca Cumhuriyet savcılarının emri ile kolluk güçleri tarafından kaydedilebileceği ve saklanabileceği açıkça düzenlenmiştir.
Özel kişi ve kurumlara parmak izi, avuç içi damar izi ve benzeri kişisel veri toplama yetkisi veren herhangi bir yasal düzenleme bulunmamaktadır.
Yani Özel hastanelerin hangi amaçla olursa olsun parmak izi, avuç içi damar izi ve benzeri kişisel verileri toplama, saklama, kaydetme yetkisi verilmediğinden, kişinin geçerli rızası bulunsa dahi bunun hukukta herhangi bir karşılığı bulunmamaktadır.

Bu uygulama Anayasamızın Kişisel bilgilerin korunması başlıklı 20. Maddesine
“(1) Herkes, kendisiyle ilgili kişisel bilgi ve verilerin korunması hakkına sahiptir.
(2) Bu bilgiler, ancak kişinin açık rızasına veya kanunla öngörülen meşru bir sebebe dayalı olarak kullanılabilir. Herkes, kendisi hakkında toplanmış olan veya kayıtlarda yer alan bilgilere erişme, bunlarda düzeltme yaptırma ve bu bilgilerin amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenme hakkına sahiptir. “
hükmüne de aykırıdır.

Bu durumda Özel Hastaneler yürürlükteki yasalara ve anayasaya aykırı bir uygulama içindedirler.

İleride bu kişisel verilerin hangi amaçla kullanılacağı bilinmemektedir. Bu uygulama kişilerin tedavi gibi yaşamsal bir zorunluluğu kullanılarak kişisel verilerinin hukuk dışı yollarla ele geçirilmesidir. Bir anlamda özel hastanelere başvuran her yurttaşımız rızası ve iradesi olmaksızın “fişlenmektedir”.  

Konu ile ilgili olarak Yurttaşlarımızı uyarmayı bir görev biliyoruz.

YÖNETİM KURULU ADINA:
                                                                                           Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

5 Kasım 2013 Salı

Sanki Büyük Ortadoğu Projesi'nin Genelkurmay Başkanı!



Genelkurmay sitesinden 30 Ekim'de, Şırnak Cizre'de bir askerin YDG-H üyeleri tarafından bıçaklanmasıyla ilgili olarak yapılan açıklamada "terör örgütüne müzahir bir parti" ifadesi nedeniyle Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreterlik aracılığı ile Terör örgütü PKK’nın siyasi uzantısı BDP’den özür diledi. Bu olay PKK ve yandaş partisinin onurlandırılması, Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarsızlaştırılmasıdır.
Böylece, Genelkurmay Başkanı, hem hükümetin, hem de Terör örgütü yandaşlığı ve hamiliği tescilli BDP’nin yüksek övgü ve takdirine mazhar olmuştur!
Genel Kurmay Başkanı, PKK terör örgütü ve onun destekçileri ile mücadele veren silah arkadaşları zindanlarda çürütülürken onlara sahip çıkmak bir yana, silah arkadaşlarına Marjinal grup”  yakıştırması yaparak, cumhuriyet düşmanları ve bölücüleri yüreklendirici tutum ve davranışlar sergilemeyi sürdürmektedir.
 Genel Kurmay Başkanı Necdet ÖZEL; "terör örgütüne müzahir bir parti" oldukları, mahkeme kararları ve kendi ifadeleri ile tescilli olan BDP’den özür dilemek yerine, Bu partinin “müzahir” olduğu (desteklediği, yardım ettiği, arka çıktığı) PKK'nın, katlettiği 7.000 i aşkın Silahlı kuvvetler mensubunun ailelerinden ve Türk Milletinden özür dilemelidir.
AKP, ABD ve PKK ile yaptığı pazarlıklar çerçevesinde asker sayısını ve askerlik sürelerini azaltılırken, adım adım ABD'nin BOP gereği istediği "profesyonel askerlik" yolunda ilerlenirken, AKP iktidarınca “Açılım-Demokrasi Paketi “ adı altında ülkenin ve ulusun genleri ile oynanırken,  Genelkurmay Başkanı Necdet Özel sanki Büyük Ortadoğu Projesi'nin Genelkurmay Başkanı gibi davranmaktadır.
AKP-PKK anlaşması sonrasında, PKK gücünü arttırırken, eğitimli askerlerimiz bölgeden çekiliyor. Binlerce PKK'lının ülkeye istediği gibi giriş çıkış yapması sağlanıyor. Ulusal sınırlarımız kevgire dönmüş ama sınırları korumak ve savunmak asli görevi olanlar, iktidar buyruğu gereği bu ihaneti görmezden gelebiliyorlar.
 Şimdi Soralım;
Biz bütün siyasi akımlardan uzak durmaya çalışıyoruz” diyen genelkurmay başkanı;  Askerliğin kısaltılıp kısaltılmayacağı, İç hizmet yasası değişikliği, profesyonel askerlik konuları öncelikle Genelkurmay karargâhında ele alınması gerekirken, AKP karargâhında karar verilmesinden rahatsızlık duymuş mudur?
 Türkiye Cumhuriyetinin ulusal çıkarlarını değil, Uluslararası güç odaklarının Türkiye Acenteliğini yapan, “Laik Demokratik Cumhuriyet Karşıtlığı” Yüksek Mahkeme Kararı ile tescilli AKP’nin iktidar hesaplarının gerçekleşmesine katkı koyan, destek veren bir Genel Kurmay Başkanı;  Siyasi akımları Türk Silahlı Kuvvetlerinin içine sokmuş ve “Türk Silahlı Kuvvetlerini karşı devrimin muhafızı” durumuna düşürmüş olmuyor mu?
  PKK’yla, terörle mücadele eden Türk askerlerinin, devresini şehit veren komutanların, “terörist katliamı(!)”yla suçlanması, yargılanması, cezalandırılmaları, Kahramanlardan “darbeci”,  “katil” yaratılması, bu yolla Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarsızlaştırılarak tasfiye edilmesi karşısında suskunluk ülkeye ihanet değil midir? 
Terör örgütü PKK'dan “Özür dilemek” yerine,  yalnızca son iki ayda 710 subay 1308 astsubayın istifa etmiş olmasının nedenlerini Türk halkına açıklamanız gerekmiyor mu?
  Bir Genel Kurmay Başkanının;  ABD'nin BOP gereği dayattığı "profesyonel askerlik" yolunda AKP ile birlikte canhıraş çaba içinde olması, tarihe bağımsızlık savaşları ile adını yazdırmış Türk Ordusu’nun onurlu geçmişini silmek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin “Dünü”nü yok ederek, “yarınının” da “yeniden tasarımlamak” anlamına gelmez mi?
Bu sorular göstermektedir ki, Türk Silahlı Kuvvetleri ılımlı İslamcı bir orduya dönüştürülmek,  Orta Doğu coğrafyasında emperyalist güçlerin arzu ettiği şekilde sınır ötesinde kullanılmak, Kısacası RTE'nin söylemi ile “Yeni bir Türkiye, yeni bir Silahlı Kuvvetler” yaratılmak amaçlanıyor. 
Türkiye'nin çevresi ateş çemberi ile kuşatılmışken,  İktidar ülkemizi, sınır komşumuz olan hemen tüm ülkelerle savaşın eşiğine getirilmişken,  hiçbir önlem alınmadan askerliğin düşürülmesi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin en üst komutanlarına operasyonlar yapılması, PKK’yla, terörle mücadele eden, Ülke güvenliğinin dış odaklardan bağımsız olabilmesi için proje üreten Subayların, zindanlara atılması, bu yaşananlara isyan eden komutanların görevlerinden istifa etmeleri/ettirilmeri Türkiye’nin yarınlarının ciddi tehdit altına sokulduğunun göstergeleridir.
Tüm bu nedenlerle, Genel Kurmay Başkanı Org. Necdet ÖZEL’İN onurlu bir davranış göstererek istifa etmesi kanımızca bu ülke ve ulusa yapabileceği en anlamlı hizmet olacaktır.  05.11.2013
Mahmut ÖZYÜREK
Ulusal Eğitim Derneği
Isparta Şube Başkanı

2 Kasım 2013 Cumartesi

Gaflet ve Dalaletin Son Durağı



Cumhuriyetin 90. Yılı kutlamalarından yalnızca bir gün sonra cumhuriyet rejimine meydan okuyacak kadar fütursuzlaşan AKP Konya Milletvekili Gülay Samancı, Kahramanmaraş Milletvekili Sevde Beyazıt Kaçar, Denizli Milletvekili Nurcan Dalbudak ve Mardin Milletvekili Gönül Bekin Şahkulubey, TBMM Genel Kurulu çalışmalarına başörtülü olarak katıldı.
Böylece “Türban” ve temsilcisi olduğu “siyasal İslam” Türkiye’de yaşamsal bir mevziiyi daha ele geçirmiş oldu.
Türban bugün siyasi simge olmasının ötesinde tartışmasız karşıdevrimci, dinci, gerici çevrelerin bayrağı haline gelmiştir. Bu bayrağın anaokulundan üniversitelere, devlet kurumlarına ve TBMM de meşrulaştırılması karşıdevrimci güçler adına bir mevzi kazanımıdır. Ayrıca emperyalizmin ülkemize biçtiği ılımlı İslam cumhuriyeti yolunda zorlu bir dönemeç böylece aşılmıştır.
Cumhuriyete, haçlı irticanın ölümcül darbeleri indirilirken, cumhuriyeti devrimleri savunmasını umutla beklediğimiz CHP ise; “Dertleri sadece seçim öncesinde bir türban mağduriyeti yaratmaktır. Tayyip Erdoğan'ın elinden bu silahı alacağız" gibi dostu, düşmanı şaşırtan bir gerekçeyle, AKP’nin elindeki silahla cumhuriyet mevzilerinin yıkılmasına yadsınamaz büyük bir katkı koymuştur. Yani kurucularını, kuruluş felsefesini ret ve inkâr ederek AKP Türkiye’siyle ne denli uyumlu bir Y-CHP olduğunu sergilemiştir. Parti adına “Seçmene selam” bağlamında yapılan konuşmalar ise tabandan gelmesi olası tepkileri bertaraf etmeye yönelik olarak anlaşılmalıdır.
Bilinmelidir ki “Altıok savunulmadan, Kemalist Devrime sahip çıkılmadan Türkiye Cumhuriyetini korumak olanaksızdır. Zafer ve başarı Emperyalizme, onun iş birlikçilerine, irtica ve bölücülere ödün verilerek, onlara göz kırparak kazanılmaz”.
Türban sorununun çözümü uzlaşma değildir. Çünkü Türkiye’de bir türban sorunu değil AB-ABD destekli gericilik sorunu vardır. Gericilik ile mücadele ise uzlaşılarak değil, Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı gibi, beslendiği her türlü kaynak yok edilerek verilir.
Atatürkçüler, Atatürk’ün çözümlerini savunmalıdır. Mustafa Kemal Atatürk “Hocaları memnun edelim, İslam âlemini memnun edelim, herkesi memnun edelim dersek amacımıza ulaşamayız. İşi, günün koşullarına göre düzenleyenler esaslı devrim yapamaz. Bugünkü sefalet ve rezalet içinde esasen kimseyi memnun etmeye olanak yoktur. Ülke gelişmiş, ulus zengin olduğu zaman herkes memnun olur” demektedir. Bu nedenle gericiliğe ödün vermek, gerici kalkışmaları hak ve özgürlük olarak kabullenmek, Cumhuriyetin, devrimlerin reddi ve inkarıdır.
1925 yılındaki Şapka ve Kılık Kıyafet Kanunu teklifinin Meclis'te görüşülmesi sırasında, Bursa Milletvekili Nurettin Paşa, teklifin Anayasa'ya ve insan haklarına aykırı olduğunu savunur. Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, karşı çıkar ve "Özgürlüğün kaderinin, gericiliğin elinde oyuncak haline gelmek olmadığını" vurgulayarak yanıtlar. Rize Milletvekili Ekrem Bey ise "Devrim Meclisi olsaydınız burada mali bir kanun tartışır gibi onunla tartışmayacak, o adamı söyletmeyecek ve derhal kolundan tutarak içinizden atacaksınız ve sonra da milletvekilliğinden çıkaracaktınız" der. İşte Devrim ve Cumhuriyet böyle savunulur.
Laik devlette, hukuk devletinde “Kanunlar, tüzükler ve yönetmelikler, “Allah’ın emrine” göre yapılamaz. Kimse, Meclisteki giyimini “Allah’ın emri” ne göre veya bireysel özgürlük gerekçesiyle seçmeye kalkamaz. Her dinin başka Allah’ı var ve emirleri farklıdır. Kimi mezhepler kadının tek gözle baktığı bir örtüyü Allah’ın emri sayıyor. İş “Allah’ın emrine bırakılırsa”, dinler, mezhepler, inançlar, düşünce ve kanaatler arasında eşitlik kalmaz. Özgürlük de kalmaz. Nitekim kalmamaktadır. 7. yüzyıl toplumunun gereklerine göre konmuş kuralları bugün geçerli hale getiremezsiniz. Ancak din ticareti yaparsınız ve insanları Allah’la aldatırsınız.”
Kamuda(TBMM de kamusal alandır) türban, laiklik ilkesi ile bağdaşmaz. Anayasa’nın 42. maddesi ve 174. maddesi, 1, 2 ve 3’üncü maddeleri yürürlükte olduğu sürece kamuda türban olanaksızdır. Bu nedenle AKP yüzde yüz anayasa suçu işlemektedir
Meclise türban operasyonu bir kez daha göstermiştir ki, CHP'nin tam bağımsızlıkçı, antiemperyalist, aydınlanmacı direncini kırmak, gerici saldırılara karşı direnecek bütün güçleri etkisizleştirmek amacıyla düzenlenen uluslararası operasyonun sonuçları bir bir ortaya çıkmaktadır. Bu bizim kurgumuz değil, bizzat operasyonu planlayanların açıklamalarıdır.
Amerikan RAND düşünce kuruluşunun daimi politik danışmanı, ABD Merkezi Haber alma Teşkilatı'nın (CIA) eski yöneticisi, ABD Dışişleri Bakanlığı görevlisi Graham FULLER; “Türkler Kemalizm’i terk edip ılımlı İslam’ı benimsemelidir. Ilımlı İslam, Kemalizm’i silmeye yönelik bir karşı devrimdir ve bu devrimin karşısındaki tek güç Türk Ordusu ile ulusalcı aydınlardır ve TASFİYE EDİLMELERİ gerekir” diyor.
Bu nedenle, tüm bu operasyonların arkasında duran emperyalizme, sömürüye, NATO’culuğa, AB’ciliğe karşı mücadele vermeden, emeğin, emekçinin, üreten köylünün haklarını savunmadan laikliğin devrimci savunusunu yaptığını, gericilikle mücadele verdiğini söylemek, karşıdevrime dönüşmüş sistemin varlığını ve sürekliliğini savunmaktan başka bir anlam taşımaz.
Karşıdevrime dönüşmüş sistemin varlığını ve sürekliliğini savunmak ise Gaflet ve dalaletin ve hatta ihanetin son durağıdır02.11.2013
                                                                                                                                                            MAHMUT  ÖZYÜREK
                                                                                           ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI