31
OCAK Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU
BU HESAP SORULMAZMI?
Konferansı
Açılış Konuşması
Her biri diğerinden değerli
yol arkadaşlarım, saygın dostlar hoş geldiniz.
UED yönetim Kurulu üyesi arkadaşlarım adına sizleri saygı ile
selamlıyorum.
24. Adalet ve Demokrasi
Haftasının son gününde değerli ve saygın hukukçu-aydın Sn. Ömer Faruk
EMİNAĞAOĞLU ile birlikte olmaktan ayrıca onur duyduğumuzu belirtmek isterim.
AB’nin- ABD’nin Suriye’de,
ırakta Libya da Afganistan’da silah zoruyla yaptığını Türkiye de referandum
zoruyla yapmaya kalkışan bir siyasal proje ile karşı karşıya olduğumuz bu
süreçte bu birlikteliğimizin çok anlamlı ve önemli olduğunu belirtmek isterim.
Uğur Mumcu’nun katledilerek
aramızdan alınışının 24., Dünyaya örnek antiemperyalist bir savaşım veren ve
utkusunu soylu bir devrimle taçlandıran Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bedensel
varlığının sonsuzluğa ulaşmasının 79. Yılındayız. 24.Adalet ve Demokrasi
Haftası içinde aynı zamanda “hain tuzaklarla” aramızdan alınan Muammer AKSOY,
Bahriye ÜÇOK, A. Taner KIŞLALI, Necip HABEMİTOĞLU, Gaffar OKAN ve daha onlarca
devrim şehidini bir kez daha anıyor ve arıyoruz.
Bilge devrimci Şöyle diyor;
“Düzenin sahibi Egemenler, sağlıklarında büyük devrimcileri ardı arkası
gelmez kıyıcılıklarla ödüllendirirler; öğretilerini, en vahşi düşmanlık, en
koyu kin, en taşkın yalan ve kara çalma kampanyalarıyla karşılarlar.
Ölümlerinden sonra, büyük devrimcileri zararsız ikonlar durumuna getirmeye, söz
uygun düşerse, azizleştirmeye, ezilen sınıfları “teselli etmek” ve onları aldatmak
için adlarını bir ayla (hâle) ile süslemeye çalışırlar. Böylelikle, devrimci
öğretileri içeriğinden yoksunlaştırılır, değerden düşürülür ve devrimci
keskinliği giderilir.”
1938’den bugüne başta
Mustafa Kemal olmak üzere tüm devrimci yurtseverlerin “devrimci öğretileri
içeriğinden yoksunlaştırılmış, değerden düşürülmüş ve devrimci keskinliği giderilmiş”
böylece toplumsal dinamikleri, toplumsal muhalefeti etkisiz, eylemsiz
devrimcileri ise kimliksiz ve sisteme uyumlu kılmak için her türlü düzenbazlık
yapılmıştır/yapılmaktadır.
Değerli yol arkadaşlarım,
Bugün Türkiye’nin 150-200
yıllık demokrasi bikrimi, görkemli Kemalist devrimin ve 100 yıllık cumhuriyet
kazanımlarının sıfırlanma noktasına gelmişse sayıları 3-5 bini geçmeyen ihanet
erbabı işbirlikçinin becerisinden değil, bu kazanımları koruma iddiasında olan
sorumluluk almak yerine işi oluruna bırakan, “bir şeyin aslını öğrenmeden
eleştirisini öğrenen” kitlelerin kayıtsızlığının, duyarsızlığının ve
hareketsizliğinin sonucudur. Kayıtsızlık
irade yitimidir, asalaklıktır, korkaklıktır. Kayıtsız olmak yaşamamaktır. Kayıtsız,
duyarsız kalmanın, olup bitenlere seyirci olmanın bedeli bugün sultanlık
dayatması ile ödettirilmek isteniyor bizlere.
Umutsuzluk tohumları ekmek
adına değil, umudu tazeleme ihtiyacını en kaygılı biçimde dile getirmek, İnsan
onuruna yaraşır bir yaşam koşuluna ulaşmak adına yerine getirilmesi gereken
görevin ne denli zorlu olduğunun bilincinde olmamız adına söylüyorum bunları.
Değerli yol arkadaşlarım,
Bize dayatılan referandumda; seçimle, meşru
olarak iktidara gelmiş bir hükümetin yıllara yayılmış bir zaman dilimi içinde,
adeta yavaş çekim bir film gibi, uygulamaya koyduğu karar ve yasalarla “REFERANDUM MEŞRUİYETİ ARDINA SAKLANMIŞ
FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜN KALICI EGEMENLİĞİNİ” KABUL EDİP ETMEDİĞİMİZİ OYLAYACAĞIZ.
Peki
biz son seçimlerle Egemenlik hak ve yetkimizin bir bölümünü süreli olarak
kullanma koşulu ile kimlere vekalet vermiştik?
TBMM’deki milletvekillerine.
Bu
vekiller bizden süreli olarak aldıkları vekaletle bize
ait olan egemenlik hak ve yetkisini bizim adımıza bir kişiye, zümreye, sınıfa
devredilmesini görüşme konusu yapabilirler mi? Yapamazlar. Peki biz ulusal
egemenliğin “oydaşma”- “oylama”- yetkisini milletvekillerine verdik mi? Vermedik, veremeyiz. Çünkü egemenlik devredilmez
ve vazgeçilmez bir hak ve yetkidir. Biz bu hakkı kan bedeli kazandık ve
anayasaya yazdırdık.
Şimdi
soralım. Kan bedeli kazanılmış, 1921-1924-1960-82 anayasalarında kalın
harflerle yazılı olan Türk ulusunun egemenlik hakkını, komisyonlarda görüşmeye
ve oydaşmaya, genel kurulda oylamaya konu eden siyasal partiler,
milletvekilleri anayasayı ihlal suçu işlemiş olmuyorlar mı?
Bu
suçluluğun telaşı ile bu gayrı meşru yasa daha TBMM’den çıkmadan “referandum”
da egemenliğimizi oylayalım diye koşuşturanlara bu hesabı sormayacak mıyız,
sorulmamalı mı?
Referandum, Türk Milletinin
egemenlik yetkisini TBMM’den alıp tek kişiden ibaret olan hükümetsiz
cumhurbaşkanına devrediyor. Burada durmayacak. Bir sonraki adımda bu sefer Türk
Milletinin egemenlik hakkına el uzatılacak.
Bu niyetle hareket
edildiğini, son mimar, cumhurbaşkanı başdanışmanı Mehmet Uçum açık açık
söylüyor.
“Türk Milleti olmaz, bu bir etnisiteye ayrıcalık vermektir”, diyor. Egemenliği etnik topluluklar arasında bölme hedefi güden planı başka nasıl söylesin?
“Türk Milleti olmaz, bu bir etnisiteye ayrıcalık vermektir”, diyor. Egemenliği etnik topluluklar arasında bölme hedefi güden planı başka nasıl söylesin?
Adını doğru koyalım.
Gelmekte olan “başkanlık” değil din ambalajı ile örtülmüş bir faşist
diktatörlüktür.
Bu faşist diktatörlüğü, bitmiş siyasi
ömrünü ülkenin kaderiyle birleştirmeye çalışarak tehlikeli bir kumar oynayan
bir despotun kaprisleriyle eşleştirmek aymazlığın, sapkınlığın ötesinde
Devrimci mücadeleyi sırtından hançerlemektir.
İkiz ihanet sözleşmeleri, Avrupa
birliği Anayasası, Yabancı sermayeye ülkenin tüm kaynaklarının açılması,
Özelleştirmeden taşeronlaştırmaya ve giderek emeğin kölece istihdamı, kamu çalışanlarının da
güvencesizleştirilmesi, kıdem tazminatı gibi kökleşmiş hakların gaspı, Yeşil Yol projesi, üçüncü köprü, ulusal
tarımın yerle yeksan edilmesi, sendikaların, kooperatiflerin
işlevsizleştirilmesi, Ekonomik ve siyasi egemenliğin uluslar arası güçlere
peşkeş çekilmesi ile ilgili yasalar, İç Güvenlik Yasası ve daha onlarca ihanet
düzenlemeleri bir despotun hırsını tatmin etmeye mi yönelikti?
Şunu unutmayalım; Küresel
Sermaye ile bütünleşmiş yerli sermaye sınıfı artık ulusun, ulusal güçlerin bir
parçası değil, Uluslararası egemenlerin Türkiye de örgütlenmiş eşgüdüm
merkezleri, yağmacı Batının acenteleridir.
Bu nedenledir ki ulus
devletler diğer tüm niteliklerinden (laik-sosyal
-demokratik- hukuk devleti) arındırılarak Küresel Kapitalizmin o ülkedeki
karakolları ya da güvenlik ve kontrol noktalarına dönüştürülmektedir. Bir başka
söylemle sermayenin bugüne değin tepe tepe kullandıkları ulus devletin temel
kurumları artık sermaye için bir yük, ayak bağı olmaya başlamıştır.
Artık
ulus devletlerde parlamenter
sistemin biçimsel de olsa işleyişine tahammülleri kalmamıştır.
Küresel güçlerle yapılan
anlaşmaları yürürlüğe koyabilmeleri meclisten geçirmekte zorlanacaklarını
düşündükleri yasaları kolaylıkla, kararnamelerle yürürlüğe sokabilmeleri,
istedikleri kararları hiçbir denetim, engel ve itiraza takılmadan
uygulayabilmeleri için TBMM’den deyim yerinde ise sopa ve düzenbazlıkla
geçirdikleri meşruiyeti şaibeli “Başkanlık Yasası’nın bizlerce referandumda
kabul edilmesi dayatılmaktadır.
Dostumuzu- Düşmanımızı iyi tanıyalım.
Ve soralım. Türkiye Freni boşalmış
kamyon örneği yokuş aşağı diktatörlüğe giderken demokrasi havarisi TÜSİAD –
MÜSİAD – TOBB – neden suskun. Demokrasinin beşiği olduğu iddiasını sık sık
yineleyen ABD, Avrupa Birliği neden sessiz! Niçin Türkiye’de bunlar olurken Ellerini
ovuşturuyorlar? Çünkü bu yasa geçerse
Türkiye'de sadece bir kişiyi ikna etmeleri yeterli olacak.
Yani söylemek istediğimiz kenar mahalle “kabadayısı” olarak sahneye sürülen, iktidar
koltuğuna oturtulan Sistem korkuluklarının “Yarı-Tanrı” pozunda
çalım satmalarına bakarak kimse kendini aldatmamalıdır. Önemli olan “Sistemin dolgun maaşlı korkulukları”
değil, “sistem”
denen düzenin kendisidir. Başkanlık oyununu tezgâhlayanlarda düzenin para
babalarından başkası değildir.
Hâlbuki Hasan
Hüseyin’in dediği gibi:
“Yeni
değil bu oyun
Bu oyun
eski oyun!”
Sistem
sahiplerinin tüm hokkabazlıklarına karşın bu oyunu bozacağız. Meşruiyetimizi
haklılığımızdan alarak çıktığımız yolda, zebaniler kızacak diye yöntemimizi
değiştirecek veya onlara şirin görünme hesapları yapacak değiliz. Diğer bir
anlatımla, düzenin sahipleri ve sarayın kapıkulları kılıcı zaten çekmiş
durumdalar, bizlerin çekeceği kılıçlar için yapılacak meşruiyet tartışmalarına
itibar edilmemeli ve yaşamın her alanında gereken yapılmalıdır.
Memlekette sömürücüler, asalaklar, hırsızlar,
yobazlar, cemaatler, NATO’cular, işbirlikçiler düzenin en
gerici güçleri Menderes'in "Vatan
Cephesi" garabetine benzer, sarayın kapıkullarından
oluşan "Evet Cephesi" ile sahneye sürüldü.
Bu ihanet cephesinin
karşısında ise daha1920’lerde kendi küllerinden yeniden doğarak ayağa kalkan, Atatürk’ün dirilttiği bir ulusun evlatları ve onun gerçek mirası
vardır.
Biliyoruz ve inanıyoruz ki;
Türk halkı, iki yüz yıllık mücadeleyle kan ve can bedeli elde edilmiş egemenlik
hakkından vazgeçmeyecektir.
Tüm ulusal demokratik güçler
emperyalizme ve uzantılarına karşı halkın birliğini sağlama hedefinden sapmadan
başkanlık dayatmasını püskürtme ustalığını gösterecektir.
Onlara şunu hatırlatmak
isteriz; Vahdettinlerin sürü sürü çoğaldığı bu memlekette Mustafa Kemallerin
çıkmayacağını sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü biz sizler gibi görevi,
buyruğu Bürüksel den, Washington’dan değil, bu toprakların bağrından çıkmış en
büyük devrimci Mustafa Kemal Atatürk’ten alıyoruz.
Çünkü bizler; “Kurtuluş
için, bağımsızlık için eninde sonunda düşmanla, bütün varlığımızla vuruşarak
onu yenmekten başka karar ve çare yoktur ve olamaz. Ordu ile, savaş ile, inat
ile bu işin içinden çıkılamaz biçimindeki kaynağı dışarda bulunan öğütlere
uymakla bir vatan, bir ulus bağımsızlığı kurtarılamaz. Emperyalistlerin
pençesine düşen bir kuş gibi yavaş, sefil bir ölüme mahkûm olmaktansa
babalarımızın oğlu sıfatıyla vuruşa vuruşa ölmeyi tercih ederiz.”
Ernesto Che Guevara
Hiç Kimseye Kendiliğinden ÖZGÜRLÜK
Gelmez
Cesareti Olup Baş Kaldırarak Ona Doğru Kendiniz Yürümelisiniz
Cesareti Olup Baş Kaldırarak Ona Doğru Kendiniz Yürümelisiniz
Kaybettiğinde Değil, Vazgeçtiğinde Yenilirsin!
Hepinize
saygılar sunuyorum.
Mahmut
ÖZYÜREK
UED
Isparta Şube Başkanı
https://www.youtube.com/watch?v=XxC9TyuO1IQ&feature=youtu.be
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder