1 Şubat 2017 Çarşamba

24. ADALET VE DEMOKRASİ HAFTASI 31 OCAK Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU BU HESAP SORULMAZMI? Konferansı Açılış Konuşması



24. ADALET VE DEMOKRASİ HAFTASI
31 OCAK Ömer Faruk  EMİNAĞAOĞLU 
BU HESAP SORULMAZMI?
Konferansı Açılış Konuşması
Her biri diğerinden değerli yol arkadaşlarım, saygın dostlar hoş geldiniz.  UED yönetim Kurulu üyesi arkadaşlarım adına sizleri saygı ile selamlıyorum.
24. Adalet ve Demokrasi Haftasının son gününde değerli ve saygın hukukçu-aydın Sn. Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU ile birlikte olmaktan ayrıca onur duyduğumuzu belirtmek isterim.              
AB’nin- ABD’nin Suriye’de, ırakta Libya da Afganistan’da silah zoruyla yaptığını Türkiye de referandum zoruyla yapmaya kalkışan bir siyasal proje ile karşı karşıya olduğumuz bu süreçte bu birlikteliğimizin çok anlamlı ve önemli olduğunu belirtmek isterim.
Uğur Mumcu’nun katledilerek aramızdan alınışının 24., Dünyaya örnek antiemperyalist bir savaşım veren ve utkusunu soylu bir devrimle taçlandıran Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bedensel varlığının sonsuzluğa ulaşmasının 79. Yılındayız. 24.Adalet ve Demokrasi Haftası içinde aynı zamanda “hain tuzaklarla” aramızdan alınan Muammer AKSOY, Bahriye ÜÇOK, A. Taner KIŞLALI, Necip HABEMİTOĞLU, Gaffar OKAN ve daha onlarca devrim şehidini bir kez daha anıyor ve arıyoruz.
Bilge devrimci Şöyle diyor; “Düzenin sahibi Egemenler, sağlıklarında büyük devrimcileri ardı arkası gelmez kıyıcılıklarla ödüllendirirler; öğretilerini, en vahşi düşmanlık, en koyu kin, en taşkın yalan ve kara çalma kampanyalarıyla karşılarlar. Ölümlerinden sonra, büyük devrimcileri zararsız ikonlar durumuna getirmeye, söz uygun düşerse, azizleştirmeye, ezilen sınıfları “teselli etmek” ve onları aldatmak için adlarını bir ayla (hâle) ile süslemeye çalışırlar. Böylelikle, devrimci öğretileri içeriğinden yoksunlaştırılır, değerden düşürülür ve devrimci keskinliği giderilir.”
1938’den bugüne başta Mustafa Kemal olmak üzere tüm devrimci yurtseverlerin “devrimci öğretileri içeriğinden yoksunlaştırılmış, değerden düşürülmüş ve devrimci keskinliği giderilmiş” böylece toplumsal dinamikleri, toplumsal muhalefeti etkisiz, eylemsiz devrimcileri ise kimliksiz ve sisteme uyumlu kılmak için her türlü düzenbazlık yapılmıştır/yapılmaktadır.
Değerli yol arkadaşlarım,
Bugün Türkiye’nin 150-200 yıllık demokrasi bikrimi, görkemli Kemalist devrimin ve 100 yıllık cumhuriyet kazanımlarının sıfırlanma noktasına gelmişse sayıları 3-5 bini geçmeyen ihanet erbabı işbirlikçinin becerisinden değil, bu kazanımları koruma iddiasında olan sorumluluk almak yerine işi oluruna bırakan, “bir şeyin aslını öğrenmeden eleştirisini öğrenen” kitlelerin kayıtsızlığının, duyarsızlığının ve hareketsizliğinin sonucudur.  Kayıtsızlık irade yitimidir, asalaklıktır, korkaklıktır. Kayıtsız olmak yaşamamaktır. Kayıtsız, duyarsız kalmanın, olup bitenlere seyirci olmanın bedeli bugün sultanlık dayatması ile ödettirilmek isteniyor bizlere.
Umutsuzluk tohumları ekmek adına değil, umudu tazeleme ihtiyacını en kaygılı biçimde dile getirmek, İnsan onuruna yaraşır bir yaşam koşuluna ulaşmak adına yerine getirilmesi gereken görevin ne denli zorlu olduğunun bilincinde olmamız adına söylüyorum bunları.
Değerli yol arkadaşlarım,
 Bize dayatılan referandumda; seçimle, meşru olarak iktidara gelmiş bir hükümetin yıllara yayılmış bir zaman dilimi içinde, adeta yavaş çekim bir film gibi, uygulamaya koyduğu karar ve yasalarla “REFERANDUM MEŞRUİYETİ ARDINA SAKLANMIŞ FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜN KALICI EGEMENLİĞİNİ” KABUL EDİP ETMEDİĞİMİZİ OYLAYACAĞIZ.
Peki biz son seçimlerle Egemenlik hak ve yetkimizin bir bölümünü süreli olarak kullanma koşulu ile kimlere vekalet vermiştik? TBMM’deki milletvekillerine.
Bu vekiller bizden süreli olarak aldıkları vekaletle   bize ait olan egemenlik hak ve yetkisini bizim adımıza bir kişiye, zümreye, sınıfa devredilmesini görüşme konusu yapabilirler mi? Yapamazlar. Peki biz ulusal egemenliğin “oydaşma”- “oylama”- yetkisini milletvekillerine verdik mi?  Vermedik, veremeyiz. Çünkü egemenlik devredilmez ve vazgeçilmez bir hak ve yetkidir. Biz bu hakkı kan bedeli kazandık ve anayasaya yazdırdık.
Şimdi soralım. Kan bedeli kazanılmış, 1921-1924-1960-82 anayasalarında kalın harflerle yazılı olan Türk ulusunun egemenlik hakkını, komisyonlarda görüşmeye ve oydaşmaya, genel kurulda oylamaya konu eden siyasal partiler, milletvekilleri anayasayı ihlal suçu işlemiş olmuyorlar mı?  
Bu suçluluğun telaşı ile bu gayrı meşru yasa daha TBMM’den çıkmadan “referandum” da egemenliğimizi oylayalım diye koşuşturanlara bu hesabı sormayacak mıyız, sorulmamalı mı?
 Referandum, Türk Milletinin egemenlik yetkisini TBMM’den alıp tek kişiden ibaret olan hükümetsiz cumhurbaşkanına devrediyor. Burada durmayacak. Bir sonraki adımda bu sefer Türk Milletinin egemenlik hakkına el uzatılacak.
Bu niyetle hareket edildiğini, son mimar, cumhurbaşkanı başdanışmanı Mehmet Uçum açık açık söylüyor.
“Türk Milleti olmaz, bu bir etnisiteye ayrıcalık vermektir”, diyor. Egemenliği etnik topluluklar arasında bölme hedefi güden planı başka nasıl söylesin?
Adını doğru koyalım. Gelmekte olan “başkanlık” değil din ambalajı ile örtülmüş bir faşist diktatörlüktür.
 Bu faşist diktatörlüğü, bitmiş siyasi ömrünü ülkenin kaderiyle birleştirmeye çalışarak tehlikeli bir kumar oynayan bir despotun kaprisleriyle eşleştirmek aymazlığın, sapkınlığın ötesinde Devrimci mücadeleyi sırtından hançerlemektir.
İkiz ihanet sözleşmeleri, Avrupa birliği Anayasası, Yabancı sermayeye ülkenin tüm kaynaklarının açılması, Özelleştirmeden taşeronlaştırmaya ve giderek emeğin kölece istihdamı,  kamu çalışanlarının da güvencesizleştirilmesi, kıdem tazminatı gibi kökleşmiş hakların gaspı,  Yeşil Yol projesi, üçüncü köprü, ulusal tarımın yerle yeksan edilmesi, sendikaların, kooperatiflerin işlevsizleştirilmesi, Ekonomik ve siyasi egemenliğin uluslar arası güçlere peşkeş çekilmesi ile ilgili yasalar, İç Güvenlik Yasası ve daha onlarca ihanet düzenlemeleri bir despotun hırsını tatmin etmeye mi yönelikti?
Şunu unutmayalım; Küresel Sermaye ile bütünleşmiş yerli sermaye sınıfı artık ulusun, ulusal güçlerin bir parçası değil, Uluslararası egemenlerin Türkiye de örgütlenmiş eşgüdüm merkezleri, yağmacı Batının acenteleridir.
Bu nedenledir ki ulus devletler diğer tüm niteliklerinden (laik-sosyal -demokratik- hukuk devleti) arındırılarak Küresel Kapitalizmin o ülkedeki karakolları ya da güvenlik ve kontrol noktalarına dönüştürülmektedir. Bir başka söylemle sermayenin bugüne değin tepe tepe kullandıkları ulus devletin temel kurumları artık sermaye için bir yük, ayak bağı olmaya başlamıştır.
Artık ulus devletlerde parlamenter sistemin biçimsel de olsa işleyişine tahammülleri kalmamıştır.
Küresel güçlerle yapılan anlaşmaları yürürlüğe koyabilmeleri meclisten geçirmekte zorlanacaklarını düşündükleri yasaları kolaylıkla, kararnamelerle yürürlüğe sokabilmeleri, istedikleri kararları hiçbir denetim, engel ve itiraza takılmadan uygulayabilmeleri için TBMM’den deyim yerinde ise sopa ve düzenbazlıkla geçirdikleri meşruiyeti şaibeli “Başkanlık Yasası’nın bizlerce referandumda kabul edilmesi dayatılmaktadır.
Dostumuzu- Düşmanımızı iyi tanıyalım. Ve soralım.  Türkiye Freni boşalmış kamyon örneği yokuş aşağı diktatörlüğe giderken demokrasi havarisi TÜSİAD – MÜSİAD – TOBB – neden suskun. Demokrasinin beşiği olduğu iddiasını sık sık yineleyen ABD, Avrupa Birliği neden sessiz!  Niçin Türkiye’de bunlar olurken Ellerini ovuşturuyorlar? Çünkü bu yasa geçerse Türkiye'de sadece bir kişiyi ikna etmeleri yeterli olacak.
Yani söylemek istediğimiz kenar mahalle “kabadayısı” olarak sahneye sürülen, iktidar koltuğuna oturtulan Sistem korkuluklarının “Yarı-Tanrı” pozunda çalım satmalarına bakarak kimse kendini aldatmamalıdır. Önemli olan “Sistemin dolgun maaşlı korkulukları” değil, “sistem” denen düzenin kendisidir. Başkanlık oyununu tezgâhlayanlarda düzenin para babalarından başkası değildir.
Hâlbuki Hasan Hüseyin’in dediği gibi:
“Yeni değil bu oyun
Bu oyun eski oyun!”
Sistem sahiplerinin tüm hokkabazlıklarına karşın bu oyunu bozacağız. Meşruiyetimizi haklılığımızdan alarak çıktığımız yolda, zebaniler kızacak diye yöntemimizi değiştirecek veya onlara şirin görünme hesapları yapacak değiliz. Diğer bir anlatımla, düzenin sahipleri ve sarayın kapıkulları kılıcı zaten çekmiş durumdalar, bizlerin çekeceği kılıçlar için yapılacak meşruiyet tartışmalarına itibar edilmemeli ve yaşamın her alanında gereken yapılmalıdır.
Memlekette sömürücüler, asalaklar, hırsızlar, yobazlar, cemaatler, NATO’cular, işbirlikçiler düzenin en gerici güçleri Menderes'in "Vatan Cephesi" garabetine benzer, sarayın kapıkullarından oluşan "Evet Cephesi" ile sahneye sürüldü.
Bu ihanet cephesinin karşısında ise daha1920’lerde kendi küllerinden yeniden doğarak ayağa kalkan, Atatürk’ün dirilttiği bir ulusun evlatları ve onun gerçek mirası vardır.
Biliyoruz ve inanıyoruz ki; Türk halkı, iki yüz yıllık mücadeleyle kan ve can bedeli elde edilmiş egemenlik hakkından vazgeçmeyecektir.
Tüm ulusal demokratik güçler emperyalizme ve uzantılarına karşı halkın birliğini sağlama hedefinden sapmadan başkanlık dayatmasını püskürtme ustalığını gösterecektir.
Onlara şunu hatırlatmak isteriz; Vahdettinlerin sürü sürü çoğaldığı bu memlekette Mustafa Kemallerin çıkmayacağını sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü biz sizler gibi görevi, buyruğu Bürüksel den, Washington’dan değil, bu toprakların bağrından çıkmış en büyük devrimci Mustafa Kemal Atatürk’ten alıyoruz.
Çünkü bizler; “Kurtuluş için, bağımsızlık için eninde sonunda düşmanla, bütün varlığımızla vuruşarak onu yenmekten başka karar ve çare yoktur ve olamaz. Ordu ile, savaş ile, inat ile bu işin içinden çıkılamaz biçimindeki kaynağı dışarda bulunan öğütlere uymakla bir vatan, bir ulus bağımsızlığı kurtarılamaz. Emperyalistlerin pençesine düşen bir kuş gibi yavaş, sefil bir ölüme mahkûm olmaktansa babalarımızın oğlu sıfatıyla vuruşa vuruşa ölmeyi tercih ederiz.

Ernesto Che Guevara

Hiç Kimseye Kendiliğinden ÖZGÜRLÜK Gelmez
Cesareti Olup Baş Kaldırarak Ona Doğru Kendiniz Yürümelisiniz
Kaybettiğinde Değil, Vazgeçtiğinde Yenilirsin!
Hepinize saygılar sunuyorum.
Mahmut ÖZYÜREK
UED Isparta Şube Başkanı



https://www.youtube.com/watch?v=XxC9TyuO1IQ&feature=youtu.be


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder