İÇİMİZDEKİ
SEYTANLAR kitabından bir araştırma raporu...
“Türkiye’nin en iyi ihraç malı ordusudur” diyen ABD vatandaşı.
Darbe finansörü. Yedi milyar doları olduğu söyleniyor.
Yönettiği paralar ulusal piyasaları alt üst ediyor. Açık
toplum felsefesinin mimarı
Karl Popper’in ve ülkemizdeki neo-liberallerin
hayranlığını kazanmış olan, Friedrich von Hayek’in öğrencisi
ve hayranı. Bu nedenle
merkezi ABD’de olan Açık Toplum Enstitüsü’nün
kurucusu. Kadife, turuncu ve sivil darbelerin yapıldığı her
yerde ona rastlanıyor.
Yugoslavya, Gürcistan,
Ukrayna..gibi. Sivil sözcüğünün geçtiği her yerde aranması gereken isim.
STK’ların fonlarını ve
uluslararası ilişkilerini takip edin, mutlaka Soros
çıkacaktır karşınıza. Bazen
doğrudan, bazen dolaylı.
G.Soros,
ABD dış politikasını yönlendiren, bazı kaynaklara göre de yöneten CFR (Council
on Foreign Relations) örgütünün üyesidir. Soros, ABD siyasetine uygun olarak
ülke pazarlarının sonuna dek açılmasını savunur. ABD’nin eski güvenlik
yöneticileriyle kurulan örgütlerde yönetim
kurulu üyesidir.
Güneydoğu
Asya Krizi'nde başrol oynadı.
Yugoslayva’da Amerikancı, mafyatik, faşizan muhalif gruplara kaynak
aktaran, bu grupların siyasi
liderlerine eğitim veren
Soros'un vakıfları, Yugoslavya’nın parçalanmasına ve Sırbistan'da S.Miloseviç'in
devrilmesine ve yerine Amerikancı
işbirlikçilerin atanmasına önayak oldu. Soros,
Open Society-Yugoslayva aracılığıyla “bilgi”, “sanat ve kültür”, “eğitim” ve “gençlik” vd. projeleriyle Yugoslayva’nın parçalanma sürecinde muhalafete milyonlarca dolar bağışlanmıştır.
Malezya’da para piyasasının çökmesi üzerine IMF’nin ülkeyi
terketmesini isteyen Malezya’da
kampanya başlar. Devlet yönetiminin en uç noktalara dek yolsuzluğa battığını ilan
edilir. Yayına sokulan
liberal bir gazete öncülüğünde “temiz
toplum-açık toplum” kampanyası başlar. Şiddet gösterileri yükselir.
Yönetim, iktisadi düzeni rayına oturtmaya çabalarken, kampanya yükselir..
İstenen olmuştur. Bilumum “sivil
örgütler”
harekete geçerler ve Devlet
başkanı Mahathir’i
diktatör olarak ilan ederler.
Malezya yönetimi Muhalefet
yayınlarını Soros’un
fonladığını açıklar. Malezya,
vurulan bir açık toplum örneğidir. Venezuela’da, Chavez oyların
yüzde 80’inden fazlasını alınca bir
anda Amerikan yetiştirmesi
muhalefet eylemlere başladı. Peru’da bu eylemleri örgütleyecek olan ABD yetiştirmesi muhalif lidere Soros’u bir milyon dolar verdiği
sonradan ortaya çıktı. Venezuela’da
ABD kasasından beslenen sivil
(!) örgütlere yıllarca dolarlar akıtılmıştı.
Eylemcilerin arkasında duran
AB ve koalisyon ortakları
eylemleri durdurmaya çalışan devlet yönetimlerini ‘insan hakları düşmanı’ ya da ‘diktatör’ ilan ederek iktisadi ambargoya yöneldiler. Venezuela’da
her şeye rağmen halk yönetime sahip çıkınca, ABD’nin maşası örgütler
parayla satın alınmış subaylarla birlikte askeri darbe yaptı. Ancak bu da başarılı olamadı.
Gürcistan’da eski Devlet Başkanı Eduard
Şevardnadze, 2004’de gerçekleşen seçimlerde
usulsüzlük yapıldığı gerekçesiyle düzenlenen protesto gösterilerini
ve parlamento baskınını Soros’un
finanse ettiğini açıklamıştı. Şevardnadze, yaptığı açıklamada Soros Fonu'na ülkenin
içişlerine karışmaması yönünde uyarıda bulunurken, Soros, Saakaşvili'ye
"Açık Toplum" ödülünü veriyordu. Nitekim daha önce Yugoslavya
seçimlerinde de S.Miloseviç’e
karşı kurulan muhalefet örgütünün sembolü ve sloganlarının aynısı, Gürcistan seçimlerinde de boy gösterdi. Soros’un Yugoslavya’da
bu muhalefet örgütüne para yardımı yaptığı ortaya çıkmıştı. Soros’un
aynı şeyi Gürcistan’da da yaptığı belgelendi.
Kadife
devrimde rol alan özel Rustavi-2 televizyonu ve gençlik örgütü 'Kmara’'yı vakıfları üzerinden finanse ediyor. Sadece gençlik örgütüne 500 bin
dolarlık destek verildiği kaydediliyor. Tıpkı Peru, Venezuela, Malezya'da
olduğu gibi. Soros’un Gürcistan eylem yöneticisi Kakha Lomaia, eylemlere
New York'ta yapılan toplantıda karar verildiğini açıklamıştır. Ukrayna'da gerici darbede baş
rol oynayan sivil örgütlere de eğitim ve maddi destek sunan Soros’un, Kafkaslar ve Balkanlar'da,
cumhurbaşkanı, başbakan ve bürokratları, yolsuzlukları önlemek için
maaşa bağladığı açıklandı.
Soros,
80'li yıllardan beri sivil toplumculuğun şekillenmesi ve işlevlerinin
çeşitlendirilmesi için aktif olarak çalışıyor. Açık Toplum projesinin
taşıyıcısı ve uygulayıcısı elemanlar yetiştirmesi için, 1989'da eski
Yugoslavya'nın Dubrovnik kentinde Orta Avrupa Üniversitesi' ni kurdu. 1991'de
Prag'da 100 öğrenciyle başlayan eğitim, şimdi 40 ülkeden 829 öğrencisi ile
Budapeşte ve Varşova şubeleri ile sürdürülüyor.
Açık
Toplum Enstitüsü
Soros,
öncelikle Balkan ve Doğu Avrupa ülkelerinde onlarca vakıf kuruyor. Orta ve Doğu
Avrupa, eski SSCB ülkeleri, Guatemala, Haiti, Moğolistan, Güney Afrika v.s
kurulu Soros Vakıflar Ağı’nın ortak misyonu “açık toplumun gelişmesini
desteklemek”tir. Bu vakıflara kaynak aktarmak, siyasi ve
ideolojik müdahalelerini
merkezileştirmek için inşa edilen "Açık
Toplum Enstitüsü" örgüt “küresel düzeyde açık
toplumu” hedefliyor. Soros'un
sivil toplum kuruluşları, Balkan ve Doğu Avrupa ülkelerinde sosyalizmin çözülmesi ve ardından kaynaklarının talan edilmesinde ve siyasi sistemlerinin AB'ci ve ABD'ci
bir çizgide yeniden
yapılandırılması süreçlerinde kilit rol oynuyorlar.
ATE’nin programları: Ekonomi, Sanat ve Kültür, Çocuk ve
Gençlik, Dil, Sağlık ve İnternet
Programları ATE’nin Newyork merkezli “ağ” programı;
Orta ve Doğu Avrupa, eski
SSCB, Moğolistan, Burma gibi ülkelerden öğrencilere, akademisyenlere
ve profesyonellere akademik işbirliği olanakları sağlayan Budapeşte merkezli
Burs Programı; kadın ve toplumsal cinsiyet konularında çalışan Soros
Vakıfları'na destek vermek için oluşturulan Kadın Programı ve daha pek çok
karmaşık, yaygın ve her konuda program.
Bu
fonlar ve programlarla yapılmak isteneni 1996’da Hırvatistan
Devlet Başkanı Franjo Tudjman şöyle anlatıyor: “çalışmalarının içine 290 ayrı kurumu ve yüzlerce
insanı almışlardır. Parasal desteklerle, liselilerden gazetecilere, üniversite
profösörlerine ve akdemisyenlere, kültürel, ekonomi, bilim, adalet ve edebiyat
çevrelerinin tümündeki her sınıftan ve her yaştan insanı kandırdılar.…amaç ları, Hırvatistan’daki mevcut otoritenin yerini alacak, kendilerine yandaş bir çevre yaratara, yaşamın tüm
lanlarında denetimi ele geçirmektir.. Özetle, Hırvatistan’ın düzenini karıştırmak üzere devlet içinde
devlet yaratmaya çalışıyorlar..
Batılı
NGO’lar ve Soros bu ülkelerde demokrasinin ve özgür basının gelişimi noktasında
yerli sivil toplum kuruluşları ve muhalefet hareketleri ile yıllardır işbirliği
içindeydi. Emperyalist merkezlerin NGO’ları Gürcistan ve Ukrayna’da
“devrim”lerin motor gücü olan Kmara (Gürcistan)
ve Pora (Ukrayna) adlı gençlik örgütlerinin
oluşumunu üstlendiler ve finanse ettiler.
Pora ve Kmara, Miloseviç’e
darbe yapan Sırp gençlik örgütü Otpor ile yakın ilişkilere sahip ve bu örgütler uzun bir süredir Otpor’dan “devrim
metotları”na yönelik eğitim aldı.
Soros
Türkiye’de
20
Haziran 1999'da Sabancılar'ın konuğu olarak İstanbul'a gelen Soros, burjuva
siyasetçilerine, bürokratlara ve sermaye sınıfının üniversitelerdeki
temsilcilerine, "Açık Toplum" projesini ve uluslararası siyaset ve
ekonomideki marifetlerini anlattığı konferanslar veriyordu. Oysa Soros'un
Türkiye'deki faaliyetlerinin uzun bir geçmişi bulunuyor. Soros, büyük bir
yüzsüzlükle, Türkiye de bir siyasi partinin kurulmasına ve seçime girmesine
destek verdiğini, ancak partinin barajı geçemediği gibi aldığı oy oranının da
ülke genelinde çok düşük düzeyde kaldığını söylüyor.
Soros'un
elleri, üniversite gençliğine de uzanıyor. 1999 yılında Soros ile Sabancı
Üniversitesi eğitim alanında geniş kapsamlı bir anlaşma imzalıyor. Soros, Orta
Avrupa Üniversitesi ile Sabancı Üniversitesi ortak girişimin mütevelli heyeti
başkanlığına getiriliyor.
Soros,
Bilgi Üniversitesi ile adeta ortaklık kurmuş.. Üniversite bünyesindeki “Sivil Toplum Kuruluşları Eğitim ve
Araştırma Birimi”,
“İnsan Hakları Merkezi” çalışmaları Açık Toplum
Enstitüsü tarafından destekleniyor. Bunun dışında üniversitenin ATE tarafından
desteklenen pek çok projesi var. Boğaziçi Üniversitesi bünyesindeki “Sosyal Politikalar Forumu” ATE’nin kurumsal desteği
ile “sosyal politika alanında bilimsel araştırmaları teşvik etmek ve politika süreçlerine katkıda
bulunmak” amacıyla kurulmuş. Forum “sosyal
politika konularına vatandaşlık haklarını merkez alan bir yaklaşımla “Sosyal Avrupa”
kavramı etrafındaki tartışmaların Türkiye kamuoyuna taşınmasına ve entellektüel
camia, medya, politika kararlarını alan ve uygulayanlar nezdinde
ilgi görmesine katkıda bulunuyor.”
Friederich Ebert Vakfı ise bu
forumun atölye çalışmalarına
finansal destek veriyormuş.
ABD
Savunma Bakanı, Endonezya operasyonları nın unutulmaz adamı, Irak halkına
yapılan işkencelerin kahramanı Wolfowitz'in "yakın arkadaşım, iyi
memurdur" dediği Kemal Derviş, 11 Nisan 2001'de, iki kilit ve esrarengiz
adamla buluşuyor: Soros'un Quantum Fon'undan Anthony Richter ve Aryeh Neier.
1988 yılında Soros'a katılan Richter, 1988'den bu yana, ATE'nin Orta Avrasya
Projesi müdürü olarak Kafkasya, Orta Asya ve Ortadoğu'da vakfın kirli işlerini
yürütmektedir. Richter, Eurasia Net'in kurucusu ve Central Eurasia Forum
başkanıdır. 12 yıl Human Rights Watch yöneticiliği ve 8 yıl American Civil
Liberties Union direktörlüğü yapan Neier ise, 1993'de ATE'nin başkanlığına
gelmiştir. Neier, Soros'un önemli kaynaklar aktardığı ve bir anlamda uyuşturucu
ticaretindeki rolüne işaret eden "drug legalization (Narkotik ilaçların
yasallaştırılması )" projesini yönetmekte ve dünya gençliğinin zehirlenmesine
katkıda bulunmaktadır. Soros, TESEV ve ile pek çok sivil toplum örgütünün
finansörü, akıl hocası olan, projelerini yüzsüzce "eskiden CIA'in
yaptığını, bugün biz yapıyoruz" diyerek açıklıyor.
Soros
Vakfı'nın Açık Toplum Enstitüsü'nün Türkiye temsilcisi Hakan Altınay.
Enstitü
üzerinden çeşitli sivil toplum kuruluşlarına sağlanan mali “destek” tam olarak bilinmiyor. Ancak tahmin edilen her yıl bir milyon
doların üzerinde olduğu.
Açık
Toplum Enstitüsü Türkiye İrtibat Bürosu rolünü ve öncelikli ilgi alanlarını
şöyle anlatıyor:”Kuruluş undan itibaren Açık Toplum Enstitusu'nun irtibat bürosu Türkiye'nin önde
gelen üniversiteleri ve sivil
toplum kuruluşları ile Açık Toplum Enstitüsü'nün yurtdışındaki programları
arasındaki ilişkiyi kolaylaştırıcı bir rol üstlendi. Açık Toplum Enstitüsü'nün
dünyadaki uygulamalarına paralel olarak, Eğitim, Avrupa Birliği, Siyasi Reform,
Kadın Hakları, Bölgesel Farklılıklar, Medya ve Sivil Toplum alanlarını
öncelikli ilgi alanları olarak belirlendi.” Sistemlerine göre
bir danışma kurulu var ve
proje önerilerine danışma kurulu karar veriyor. Son
karar genel merkezin.
Kasım 2003- Kasım 2004 dönemi Danışma Kurulu üyeleri:
• Nebahat Akkoç (Kadın Merkezi Başkanı),
• Özlem Dalkıran (Uluslararası Af Örgütü eski Türkiye
temslicisi),
• Neşe Düzel (Gazeteci),
• Ahmet İnsel (Bilgi Üniversitesi Öğretim üyesi),
• Osman Kavala (Kavala Şirketler Grubu Başkanı, TESEV
YK.Üyesi, Helsinki Yurttaşlar Derneği Kurucu Üyesi),
• Eser Karakaş (Bahçeşehir Ü. Öğretim üyesi),
• Oğuz Özerden (Bilgi Üniversitesi Mütevelli Heyeti
Başkanı,TESEV YK. Üyesi, Açık Radyo Kurucusu,),
• Can Paker (Danışma Kurulunun Başkanı, Türk Henkel
Genel Müdürü, TÜSİAD YK.Üyesi,Sabancı Holidng YK.Üyesi, TESEV YK Bşk,) ve
• Salim Uslu (HAK-İŞ Konfederasyonu Başkanı)'dur.[
1][16]
• Daha önceki üyeler arasında, Şahin Alpay
(Gazeteci-yazar) ,
• Murat Belge (Bilgi Üniversitesi Öğretim
üyesi,Helsinki Yurttaşlar Derneği Kurucu Üyesi),
• Üstün Ergüder (Boğaziçi Üniversitesi eski rektörü),
• Ömer Madra (Açık Radyo-Bilgi Üniversitesi öğretim
üyesi),
• Nadire Mater (Gazeteci) var.
“Demokrasi” Çetesinin Hükümeti
ABD’nin “Uluslararası
Kadın Sorunları Ofisi”, kadın
sorunlarını merkezi olarak ele alıyor. Bölümde yer alan açıklamaya göre “Birleşik Devletler Amerika’da
ve dünyada kadınlar için önemli
olan konulara derin bir ilgi duymaktadır.
Kadınların ekonomik ve sosyal katılımının desteklenmesi Birleşik Devletlerin dış politikasının en önemli
unsurlarından biridir ve tüm dünyadaki kadınların kendi toplumlarındaki
politika, sağlık, eğitim ve ekonomik fırsatlara ulaşmalarındaki çeşitli
girişimlere ve programlara tümüyle katılımlarına yardım etmektedir. Ofisin
uzman koordinatörü, kadın sorunlarının (konularının) Birleşik Devletlerin
stratejik, ekonomik ve diplomatik amaçları içinde bütünleşmesini (entegrasyonunu)
düzenlemektedir. Bu koordinatör, partili olmayan kamusal ve özel aktörlerle
birleşen ofisin, kadın haklarını ABD’nin
dış politikası doğrultusunda ve tüzel kişiliği içinde korunmasını destekler ve
sağlar. Ofis, doğrudan Küresel İlişkiler Bakanlığı’nı
bilgilendirmektedir .”
[2][17]
ABD
kadın sorunlarını bölgelere, ülkelere göre tek tek değerlendirip, her bir bölge
ve ülke için ayrı ayrı ya da bağlantılı politikalar üretiyor. Politikaların
üretilmesinden sonra, takip edilecek stratejiye göre, ayrı ayrı birimler,
programlar, projeler oluşturuluyor. Bu politikalar, yine ABD hükümetine bağlı
ancak kamuoyuna non-profit ve non-govermental diye sunulan vakıf, enstitü vd.
kuruluşları eliyle dünya kadınlarına ulaştırılıyor. ABD’nin dış
politikasına uygun ve bunu
gerçekleştirmek için oluşturulan
programlar arasında akla
gelebilecek her konu var. Kadınların sorunlarından hiç
biri unutulmamış. Mültecilerden Çatışmalar Sonrasındaki Durumda Kadınlara, AIDS’den Politik Katılıma, Ekonomi ve Mikrogirişimciliğ in
Geliştirilmesinde, Kadın Ticaretine, Eğitimden Kadının İşlevsel Okuryazarlığına, Kadının Yasal
Haklarından Medyada Kadına kadar her şey var. Hepsi
Avrasyalı, Doğu Avrupalı, Afrikalı, Orta Doğulu ve Asyalı kadınlar için. Bütün
programlar amaca uygun olarak en ince detaylarına kadar programlanmış ve
bütçesi belirlenmiş. Türkiye’den
küçük iki örnek:
ABD
hükümetinin Uluslararası Kadın Sorunları Ofisi Türkiye’ye Boğaziçi Üniversitesi eliyle ulaşmış ve 18-21 Eylül 2002 tarihinde “Global Toplumda Kadın” konulu bir panel düzenletmiş. ABD elçisi Robert Pearson, ABD Eğitim ve Kültür İşleri Sekreter Yardımcısı Patricia Harrison, ABD
Uluslararası Kadın Sorunları Uzman Koordinatörü April Palmerlee’nin açış konuşması yaptığı bu toplantının katılımcıları Fatmagül
Berktay, Gönül Saray, Kezban Hatemi (Avukat) ,
Yaprak Özer (İndeks İçerik ve İletişim Danışmanlık Şti. YK Bşk, Gazeteci) Gülsüm
Sağlamer (İ.T.Ü Öğretim üyesi).
Yine
ABD İstanbul Konsolosluğu 2000 yılında Yücel Sayman’ın İstanbul
Barosu Başkanı olduğu dönemde “Kadına Karşı
Cinsel Şiddete Karşı Yasal Yaklaşımların Karşılaştırılması” konulu bir konferans
hazırlatıyor. Bu konferansı Baro adına organize eden ise Kadın Hakları Uygulama
Merkezi. ABD İstanbul Konsolosluğu’nca
konferansın Birleşik Devletler İstanbul Konsolosluğu Halkla İlişkiler Bölümünün desteği ile düzenlendiği bildiriliyor. Konferans
duyurusunun üzerinde “Kadına Yönelik Şiddeti
Durdur” logosu sizi ABD’nin Adalet Bölümünün “Kadına Yönelik Şiddet Ofisi’ne
götürüyor.[3][18]
Konferansta Canan Arın
(Avukat, İstanbul Barosu Kadın Hakları Uygulama Merkezi, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı), Filiz Kerestecioğlu (Avukat, İstanbul Barosu Kadın Hakları
Uygulama Merkezi, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Ayşegül Kaya (Avukat), Şebnem
Korur Fincancı (Doktor, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Kurucu Üyesi)
kolaylaştırıcı (facilitatör) olarak görev almışlar. Toplantıyı açan Canan Arın’ın konuşmasından öğreniyoruz ki, sadece Amerikan Başkonsolosluğ u değil,
Heinrich Böll Vakfı, The British Council’de katkıda bulunan diğer
kuruluşlar arasında.
Sivil
Toplum Kuruluşları uluslararası (!) bir öneme sahip olduğu için Amerikan
Konsolosluğu 1-3 Temmuz 2002 tarihleri arasında İstanbul Hilton Otelinde “Dünden Bugüne
Türkiye’de Sivil Toplum” adıyla uluslararası
bir konferans düzenliyor. Bu
konferansın ardından iki yıl sonra bu kez Türkiye
Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı, Tarih Vakfı,
Alman Siyasi Vakıfları ve Açık Toplum Enstitüsü İşbirliği ile 19-20 Kasım 2004
günü The Marmara Otel’inde “Türk Sivil Toplum Kuruluşları ve AB Reform Süreci” konulu bir uluslararası
konferans düzenleniyor.
[4][19] Aynı muhitin kadınları (ve erkekleri ile de tabi) aralarında iki yıl olan bu iki
konferansta da yan yanalar. Karin RONGE, (Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler
Vakfı) Nazik IŞIK, (Ev Eksenli Çalışan Kadınlar Çalışma Grubu), Ayla Göksel,
(Anne Çocuk Eğitim Vakfı) İpek Gürkaynak, (Umut Vakfı), Mehveş Bingöllü,
(Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Vakfı (NEW WAYS).
ABD ve AB’ye Bağlı “Hükümet Dışı Kuruluşlar”
Sivil
Toplum Kuruluşları’nın hepsi kendisini non-profit ve non-govermental
olarak tanıtıyor. Non-profit kar amacı güdülmemesi,
non-govermental ise hükümet/devlet dışı olmak demek. Buradaki hükümet dışı
olmak, STK’lar için Türk Ulusal hükümeti ve devleti dışında olmak anlamındadır. Dışında
olunan hükümet veya devlet ABD veya Avrupa
Birleşik Devleti veya
Devletleri değildir. Çünkü, bu STK’ların büyük bir
çoğunluğu program, siyaset ve eylem planında tamamen bu hükümet ve devletlere
bağlı oldukları gibi, faaliyetleri içinde gerekli parayı buralardan alıyorlar.
Bu duruma göre ABD hükümetine bağlı bu ofisler ve bürolar resmi değil, sivil
oluyorlar. Veya ABD devleti aslında bir sivil toplum kuruluşu.
Ulusal
devletleri parçalamak, yıkmak ve sömürgeleştirmek için nükleer silahlar kadar
müthiş bir örgütlenme modelinin mucitleri bakımından NGO yapılan örgütlerin bir
arada tutulması, destek ve iletişim bakımından aynı merkeze bağlanması ve
sürekliliğin sağlanması aşılması gereken ikinci aşamadır. Son zamanlarda STK’lar bunun için eğitilmektedir.
Örneğin Tarih Vakfı
tarafından Henrich Böll Vakfı desteği ile
yapılan Sivil Toplum Kuruluşları Sempozyumları’nın 16.sı Amerikan İstanbul Başkonsolusluğ u’nun eşgüdümünde düzenlenmiştir.
Kadınlar
kendilerine atfedilen ikincil rolleri nedeniyle “resmi olandan”,
“devletle / hükümetle ilgili olandan”
ve “siyasi olan” çalışmalardan
uzak durmaktadırlar ve hatta
bunlara “bulaşmamayı” tercih etmektedirler. Bu nedenle, emperyalist merkezlerin NGO
silahı en çok kadınlar arasında
değer görmüştür. Çünkü, NGO’lar,
sivil ve devletin dışında ve
siyasetle uğraşmayan örgütlenmeler
olarak sunulmakta ve para istemedikleri gibi üste para vermektedirler. Non-profit, yani kar amaçları
olmadığı için, STK’ların yaptıkları işler “allah rızası” için yapılıyor gibi “temiz” görünmektedirler. Toplumun en örgütsüz bireyleri olan kadınlar, bu sözde örgütler ve oluşumlar tarafından
“gönüllü” yapılmakta, ulusal cephede örgütlenmeleri ihtimali daha başından
boğulmakta, kapalı salonlarda ve projelerde meşgul ve kontrol edilmektedirler.
STK’lar, meşgul ve kontrol ettikleri kadınları önce katılımcı, sonra gönüllü
yapmakta, bu süreç içinde ABD ve AB muhipliği
duygusunu yerleştirmektedir. Bu duygunun ardından kitlelerin taşınacağı en
önemli statü taraftarlıktır.
Özellikle
son 10 yılda, ABD’nin ve AB’nin STK’lar eliyle yaratmaya çalıştığı duygu şudur:
Türkiye’nin kendi başına yaşaması mümkün değildir,
bu nedenle varlığı Avrupa Birliği’ne
girmesine ve ABD’nin
stratejik müttefik olarak
desteğini almasına bağlıdır. Demokrasi, özgürlük, insan
ve kadın hakları Batı’dan gelecektir.
Mondros
Mütarekesi’nden sonra
ekonomik ve siyasal anlamda çözülmüş ve çökmüş Osmanlı Devleti’nde
de durum bugünkünden farklı değildi. Sözde aydınlar tarafından
İngiliz ya da Amerikan manda
ve himayesinin savunulduğu bu
dönemde İtilaf Devletleri “kamuoyu oluşturmak” için cemiyetler (STK) kurduruyorlardı . Bunların en önemlilerinden
İngiliz Muhipleri Cemiyeti,
Dahiliye Nazırı Sait Molla’ya
kurdurulmuştu.
ABD’nin Brüksel Ofisi: Avrupa Birliği
Avrupa
Birliği Türkiye Temsilciliği dökümanları arasında yer alan “Sivil Toplum İşbaşında” başlığını taşıyan belgeye göre yönetişim
modelinde “sivil toplum
kuruluşları”nın gereği şöyle
anlatılmaktadı r: “Bütünleşme süreciyle,
Topluluk içinde de,
ulus-devletin rolü, giderek
daha göreceli hale
gelmektedir. Bireyler, ulus-devletin egemenliğe ilişkin
geleneksel iddiaların artık toplumsal gerçekliği yansıtmadığını daha çok anlamaya
başlamıştır. Bugün, istihdam ve çevre sorunları, refah ve sosyal adalet
meseleleri, sadece ulusal düzeyde çözümlenebilir sorunlar olmaktan çıkmıştır.
Bu da Avrupa’da STK’ları bir ihtiyaç
haline getirmektedir. Merkeziyetçi
anlayışla idare edilmeleri
mümkün olmayan karmaşık toplumlarda, mevcut sorunlar, ancak toplumun yerel,
ulusal ve bölgesel düzeyde etkin katılımıyla çözülebilir.”Bu açıklamaya göre
STK’lar ulus-devletin tasfiye
sürecinde önemli bir rol üstlenmektedir Belgede STK’ların bir diğer işlevinin de “üye devletlerin ulusal çıkarlar
adına savunduğu merkezi güce karşı,
bir "karşı denge" işlevi görmek” olduğu belirtiliyor.
Bugün
daha da fazlası yaşanmakta, devlet kurumları Avrupa Birliği parasıyla proje
yapmaktadır ve proje ortaklığı kurumsal biçime dönüşmüştür. Türkiye Cumhuriyeti
Devleti Avrupa Birliği’nin
bir STK’sı haline dönüşmüş bulunmaktadır.
Devletin
kurumları tarafından AB parasıyla “Sivil
Toplumu Geliştirme Programı”yapılmakta, bu kapsamda “STK
Destek Ekibi” oluşturulmakta, “STK nasıl kurulur, proje nasıl
yazılır, projeye fon/para nasıl
bulunur” konularında sayısız broşür ve kitaplar yayınlanmakta ve “Sivil Toplumcunun El Kitabı”adıyla yol gösterilmektedir.
[5][22] Devletin kurumlarında
aynen inşaat ihaleleri gibi,
proje ihale duyurularına rastlamak kanıksanmış bir durumdur. Örneğin, Üreme
Sağlığı İkinci Teklif Çağrısı: Son başvuru tarihi 28 Mart 2005 gibi. Aynı
program ve ihale duyuruları Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı’nın internet sayfalarında
da yer almaktadır.
Hükümetlerin
teslim alınması yetmiyor, halkın da bu teslim oluşa zihni ile katılması
gerekiyor. Bu yapıldığı zaman, hükümetleri değiştirecek halk da kalmayacaktır
çünkü. Emperyalizmin hükümetlerle yetinmemekte, milletleri de istemektedir.
Kızlarımızın
ve kadınlarımızın okula gitmeleri ve okur yazarlıkları dahi ABD, AB ve Soros’a havale edilmiş. Milli Eğitim Bakanlığı
ile ABD Büyükelçisi yana yana “Haydi
Kızlar Okula” kampanyası başlatıyorlar. ABD kampanya için 9 milyon dolar vermiş.. [6][23] Bu kadarla kalmıyor, bu kez “Haydi Kadınlar Okula”
kampanyası başlıyor. Anne Çocuk
Vakfı (AÇEV), Kadın Adayları
Destekleme Derneği (KA-DER)
ile Eğitim Reformu Girişimi (Sabancı Üniveristeis-
AÇEV ve Soros projesi) tarafından uygulanacak proje AB tarafından kabul edilmiş. 1928’de yapılan
yeni Türk harflarinin kabulünden sonra yaşı 15-45 arasında olan kadın-erkek okula gitmemişlerle, biraz okuyabilen ve eski
yazıyı öğrenen tüm vatandaşlara yeni Türk
harfleri ile okuma yazma öğretmek
için eğitim seferberliği
başlatılmış ve
Millet Mektepleri açılmıştı. Cumhuriyet Devriminin önderleri bununla da
yetinmiyor, köylüler okuma yazma öğretmek ve onları aydınlatmak için Halk Okuma
Odaları açıyor ve bunu 1932’de
Halkevleri takip ediyordu.
“Hükümetler ve STK’lar Amerikan karşıtı bir tepkiden çekiniyorlarsa,
biz AB’den para alıyoruz diyerek durumlarına bir çare üretmeye
çalışıyorlar. AB’nin
Avrupa Birleşik Devletler’i olduğu gizlenerek ya da görmezden
gelinerek özürleri kabahatlerinden büyük hale geliyor.
Fon
Verilecek STK’ların Referansları
AB
kriterlerine göre her kuruluş istediği zaman STK olamıyor. Önce bu STK’nın bir durum analizine tabi tutulması gerekiyor. Örneğin, Üreme Sağlığı Programı kapsamında
fon verilecek STK’lar
belirlenirken “Sivil Toplum
Kuruluşları Durum Analizi” raporu hazırlanmıştır. Durum Analizini hazırlayan Dr. Rukiye Gül, Catherine Pownall ve Fatma Uz’dan oluşan ekip envanterde yer alan bilgileri, aralarında İçişleri
Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Kadının Statüsü ve
Sorunları Genel Müdürlüğü, İngiltere Büyükelçiliği, İngiliz Kültür Derneği,
Uçan Süpürge ve Uluslararası Çocuk Merkezi’nin bulunduğu
çeşitli kaynaklardan elde ettiğini, raporun hazırlanmasında, GAP idaresi, UNICEF, Açık Toplum Enstitüsü ve AB Sivil Toplum Destek Programı tarafından
gerçekleştirilen daha önceki STK değerlendirmelerinde n büyük oranda
yararlanıldığını belirterek bu kişi ve kurumlara teşekkür etmektedir.
Analiz
raporunda görüldüğü üzere İngiltere Büyükelçiliği, İngiliz Kültür Derneği (The
British Council), Açık Toplum Enstitüsü (Soros) ve Uçan Süpürge referans olarak
gösteriliyor. Bu durum İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin üyelerine
verdiği Üye Kimlik Kartı’nın devlet dairelerinde sağladığı
avantajlı duruma çok benziyor. İngiltere Büyükelçiliğinin, Açık Toplum Enstitüsünün
ve Uçan Süpürgenin listesine girmişseniz ve hele bir de Üye Kimlik Kartınız
varsa, ihaleyi kazanmanız ve parayı almanız kolaylaşıyor. Envanterdeki STK’lara ilişkin bilgilerin İngiltere
Büyükelçiliğinde ve İngiliz Kültür Derneği’nde ve Soros’un
paravan örgütünde ne işi
var? Kimse bunu sormuyor.
27
Mart 1920’de İtilaf Devletleri ve İngiliz Temsilcisine telgraf çekerek “Eğer maksat
Türk milletini boğmak, öldürmek,
tamamen imha etmek ise bu gayr-ı
mümkündür. Her gün bahsettiğiniz medeniyete, hak ve adalate avdet ediniz. İngilizlerin
gayr-ı meşru ve tarih ile alem-i İslamiyete bir darbe olan İstanbul işgalini ve
onlara müsaade edenleri cemiyetimiz bilimum alem-i medeniyete karşı alenen
protesto eyler” diyen Anadolu
kadınlarından, İngiliz Devletinin parasıyla
örgütlere ilişkin bilgileri toplayıp itilaf devletlerine teslim eden kadınlara.
İngiliz devleti aynı devlet, değişen bizim kadınlarımız.
İngiltere’nin kadın-erkek ayrımı gözetmediğini
ve hatta kadınlara daha çok değer verdiğini
tarihten örnekleri ile de biliyoruz. 1919 yılı sonlarından itibaren, İstanbul’da gücü en üst düzeye çıkmış olan İngiliz Muhipleri Cemiyeti, yürüttüğü faaliyetler ile halkın her kesiminden kişileri kolaylıkla etkileyerek İngiliz taraftarı yapıyordu. Bu durumla ilgili olarak 13.Kolordu Kumandanı Cevdet
Bey’in Heyet-i Temsiliye’ye gönderdiği bir
telgrafta; “Kadınları bile önce İngiliz Muhipleri Cemiyetine dahil
eden ve daha sonra da İngiliz
taraftarı yapan tesirlerin herkesi
etkileyebileceğ ini, bu
sebeple Meclis-i Mebusan’ın İstanbul’da açılmasının mahzurlu olduğunu,
çünkü mebusların
bile bu durumdan olumsuz yönde
etkilenebilecekleri ni“söylemesi cemiyetin İstanbul’daki faaliyetlerinin etkisini göstermesi bakımından oldukça önemlidir.
İngiliz
Muhibleri Cemiyeti o dönemde zoru başarmış, Osmanlı Devletinde kadınların
cemiyetlere üye olması adetten değilken, kadınları da üye yapmıştır. Ardından
üye kadınlar taraftar olmuştur.
STK Sözlüğü
Sivil
toplumculuk ruhları devşirdiği gibi, dilimizi de devşirmektedir. Bu sayede,
dilimize yeni sözcükler kazandırıldı ve yerleştirildi. Sivil Toplum Kuruluşu,
Hükümet Dışı Kuruluş, Lobi, Lobicilik, Savunuculuk, Kolaylaştırıcı, Moderator,
Aktivist, Flantropsit, Veri Tabanı, Proje, Proje Koordinatörü, Workshop,
Partner vs. Bu taktik yeni değildir. Kültür emperyalizminin birinci aracı ana
dili tahrif etmek, ulusal kültürle olan bağları dilimizden başlayarak
zayıflatmak. Cumhuriyet Devrimi ve anti-emperyalist mücadele sürecinde oluşan
kavramlar STK diline çevrilmektedir. Terimler, sözcükler düzeyinde dahi Türk
ulusu bu mücadelenin ve sürecin dayanaklarından yoksun bırakılmaktadır. Bu
nedenledir ki, Demokratik Kitle Örgütleri unutturulmuş ve unutulmuştur. Hatta
öyle ki, Barolar, Sendikalar ve meslek odaları dahi kendilerini “sivil toplum kuruluşu” olarak ifade etmeye başlamışlardır.
Adlarına
ve amaçlarına bakıldığında, yüzlerce, binlerce üyesi olduğu ve Türkiye yararına
faaliyet gösterdiği sanısı yaratan ve Açık Toplum Enstitüsü’nün desteklediği
kadın örgütlerinden
bazılarını, ABD’nin
demokrasi dağıtan enstitüleri ile kadın örgütlerinin proje bağlarını ve AB
Komisyonundan ihale kazananları ve bunların birbirleriyle olan yakın
ilişkilerini inceleyelim. Bundan böyle kendilerini Soros Toplum Kuruluşları
(STK) olarak okumakta hiçbir sakınca yok. Adları kocaman olmasına rağmen, tek
kişilik, bilemediniz, yasaya uygun olsun diye yedi kişilik STK’lar.
• 1-KADIN YURTTAŞ AĞI-
• Aslı Günel,
• Ceren Ünel,
• Çiğdem Yazıcı,
• Dicle Kogacioğlu ,
• Ferda Paksoy,
• Meltem Aksoy,
• Nazan Üstündağ,
• Nükhet Sirman [7][29],
• Selen Yılmaz [8][30],
• Seyhan Ekşioğlu,
• Tuluğ İlgen ,
• Zülal Kılıç .
Kendilerini
ekip olarak tanıtan bu kadınların ortak özelliği, ABD’de veya Avrupa’da
şu veya bu şekilde eğitim almış
olmaları ve pek çoğunun KA-DER’de
başkanlık, sekreterlik veya yöneticilik yapmış olmaları ve aynı STK’larda yer almaları. Hepsi uzman projeci. 6 Mart 2002
tarihli Akşam gazetesinde yer alan haberde “namus mağdurlarına kol kanat germek için bir araya gelen öğretim üyesi kadınların, Kadın Yurttaş Ağı (KAYA) adlı bir proje geliştirdikleri, KAYA’nın kurucularından
Zülal Kılıç’ın dernekleşmeyi
planladıklarını ve kadınları şiddetten korumayı amaçladıklarını söylediği” aktarılıyor.
KAYA’lar “Kadınlara
Hukuk Danışmanlığı Projesi, Kadınların Kamu Hayatında
Karşılaştığı Engeller Araştırması“ adlı bir
proje hazırlamışlar, ya da projelerine para
alabilmek için böyle bir dernek kurmuşlar ve Açık Toplum Enstitüsünden
fonlanmışlar.
• 3-KAGİDER
- KADIN GİRİŞİMCİLER DERNEĞİ
Vizyonları
“Geleceğin iş dünyasını yapılandırmada etkin kadın girişimciler yaratmak”,
misyonları “Ekonomik değer yaratan kadın
girişimci sayısını
arttırarak; varolan kadın girişimcileri güçlendirerek ve Türk kadın
girişimcilerin dünya ile bütünleşmesini sağlayarak Türkiye'nin sosyal ve
ekonomik gelişimine katkıda bulunmakmış.”
Mayıs
2002’de ilk kez TÜSİAD’da
biraraya gelmişler, Türkiye’de kadın girişimcileri destekleyen bir derneğin eksikliğini
konuşmuşlar ve çok hızlı yol alarak çeşitli sektörlerde, ulusal ve uluslararası
arenada başarı ile faaliyet gösteren 37 kadın girişimci ile yola çıkıp 12 Eylül
2002’de derneklerini kurmuşlar.
Kim
bu girişimci kadınlar, bir kaçı fikir vermeye yeter. Arzuhan Yalçındağ, (Aydın
Doğan’ın kızı.Kanal D İcra
Kurulu Bşk.) Feryal
Menemenli, (Doğa Bitkisel Ürünler Yön.Krl.Bşk), Meltem Kurtsan, Kurtsan Şirketler Grubu Başkanı, Leyla Alaton, Alarko Holding Yönetim Kurulu Üyesi, İpek Cem Tütüncü, Ümit Boyner vd.
Bu
girişimci (!) kadınlar derneklerini kurar kurmaz bir de Kadın Fonu kuruyorlar.
Kadınla ilgili bir dernek kurulur da, fonu kurulmaz mı. Aslında bu olayı
tersinden ele almak gerekir. Ortada demokrasi programı için ayrılmış bir fon
vardır. Bu fon aracılığıyla sıradan insanların örgütlenmesi için bir dernek
kurulmalıdır. KAGİDER, Kadın Fonuna gönderilecek her bir proje başına 30.000
Euro veriyor.
Kadın
Fonu Danışma ve Yönetim Kurulu’nda
tanıdık isimler çıkıyor karşımıza. Doç. Dr. Selma
Acuner, (A.Ü.Öğretim Görevlisi, KSS Gn.Md. eski vekili), Nebahat Akkoç, Halime
Güner, (Uçan Süpürge Müdürü), Zülal Kılıç, Prof. Nükhet Sirman, Arzuhan
Yalçındağ, Ayla Göksel Göçer, (AÇEV YK Bşk Yard.)
KAGİDER’in Kadın Fonu’nun
da foncuları var. Bunlar ise şu şekilde açıklanıyor: KAGİDER, KAGİDER Yönetim
Kurulu ve Kadın Fonu Çalışma Grubu Üyeleri, KAGİDER üyeleri, yani TÜSİAD ve
Açık Toplum Enstitüsü, yani Soros.
19
Ekim 2004 günlü Radikal gazetesinde Funda Özkan’ın yazısında yer alan bir cümle çok
çarpıcı: “Dün Ümit Boyner, Selma Akdoğan
ve İpek Cem ile bir araya
geldiğimde, KAGİDER'in bir ayağının Brüksel'de,
bir ayağının Diyarbakır'da olmasını konuştuk.” Evet, şatafatlı proje kriterlerinin, vizyonların ve misyonların
özeti bu bir cümleden ibaret.
KAGİDER’in bir ayağı Brüksel’de, bir
ayağı Diyarbakır’da olacak. Bu, “Avrupa
Birliğinin yolu Diyarbakır’ dan geçer
ve Diyarbakır’ı ABD nin Büyük Ortadoğu Projesine merkez yapacağız” sözüyle birebir örtüşüyor.
Kagider’in katıldığı
toplantılardan bir kaçı: German Marshall Fund Yönetim Kurulu üyeleriyle
toplantı, TESEV, Meltem Kurtsan, 19 Nisan 2004; M. Albright ile National
Democracy Institute Toplantısı, 11 Nisan 2004; Kadın Çalışma Grubu Toplantısı,
National Democratic Institude (NDI), 21 Şubat 2004; Dünya Bankası, Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu tanıtımı, 29 Ocak 2004; NDI (National Democratic
Institute) Başkanı M.Albright ile bir toplantı, 1 Kasım 2003.
Bu
arada Kagider AB hibe fonlarından yararlanmayı da unutmuyor ve “Su Damlası“ adlı bir
proje için AB den hibe, yani
para kazandığını duyuruyor.
• 4-KA-MER: KADIN MERKEZİ
Kadın
Merkezi Diyarbakır’da
faaliyet gösteriyor. Başkanı Nebahat Akkoç.
Nebahat Akkoç aynı zamanda Açık Toplum Enstitüsü Danışma Kurulu üyesi.
Soros’un Türkiye'deki faaliyetlerine ve paranın nereye harcanacağına bu danışma kurulu karar veriyor. Nebahat Hanımın harcanmasına karar
verdiği ilk proje de herhalde başkanı olduğu Ka-Mer’in “Namus
Cinayetlerini Önleme Projesi” olmalı.. Yani Soros’un
parasıyla “namus cinayetlerini” önleyecek. Bir yandan aynı emperyalist merkezler tarafından sivilleşme
adıyla millet aşiretlere, tarikatlara
ve cemaatlere bölünecek, ardından Cumhuriyet Devriminin tasfiye ettiği feodal
kurumlar canlandırılacak ve sonra bu kültürün yansıması olan namus
cinayetlerini önlemek için para verilecek.
Nebahat
Akkoç, basına yansıyan röportajlarında Soros’un bu para desteğinden
doğal olarak hiç bahsetmiyor.
Gazetelerde
yer alan habere göre, Avrupa Birliği Komiseri Verheuhen Diyarbakır'da Kadın
Merkezi’ni ziyaretinde “KA-MER'in Brüksel'de dahi çok iyi tanındığını ve kadın haklarının savunulmasında büyük çalışmaları” olduğunu belirterek, “Türkiye'de demokrasi ve insan hakları, kadın ve erkek eşitliğiyle olmalıdır, kadın-erkek eşitliği
olmadan demokrasiden söz
edilemez” şeklinde bir açıklama yapıyor. KAM-ER Başkanı Akkoç ise “Türkiye'nin AB yolunda büyük adımlar
attığını vurgulayarak, Türkiye AB'ye girmeyi hak ediyor. Çünkü, bu süreçte çok
şeyler yaptı. Verheugen'in KAM-ER'i ziyareti kendisinin kadınlara verdiği
desteği gösteriyor” diye
cevabi bir açıklama yapıyor. Alan memnun, satan memnun
yani.
Bir
komiser gidiyor, bir ay geçmeden diğeri geliyor. 6 Aralık 2004 günlü Radikal
Gazetesinin haberine göre “Avrupa
Parlamentosu Başkanı J. Borrell, Kadın Merkezi Başkanı N.Akkoç'u
ziyaret etti.” Borrell’de meslektaşı Verhaugen gibi, "Kadın ve erkek arasındaki
eşitliğin, AB'nin en temel koşullarından biri olduğunu” ve “burayı ziyaretinin, ayrımcılığa karşı çalışanlara
destek ziyareti anlamını taşıdığını” söylemiş. Daha
fazla örneğe gerek yok. Bilinmektedir ki, AB’den her kim gelmiş ise Diyarbakır’a gider, Diyarbakır’a
giden herkes Ka-Mer’i ziyaret
eder.
Kendisini
“Türkiye’li Kürt kadını” olarak
tanımlayan Nebahat Akkoç AB ve ABD karşısında bir hayli itibarlı.[1][
Kendisine bu defa “Namus
Cinayetlerine Karşı Kürt Kadın Hareketi”
adlı 2000 yılında Londra’da
kurulmuş, Kürt ve Kürt olmayan aktivistler, avukatlar ve akademisyenlerin
katılımı ile kurulduğu bildirilen bir organizasyon ile Uluslararası Kürt Kadın
Çalışmaları Ağı ve Paris Kürt Enstitüsünün birlikte düzenlediği bir konferansta
rastlıyoruz. Konferansın adı “Kadın, Şiddet ve Politik Güçlerin
Direnişi: Kürt Kadınlarının Davası” N.Akkoç, “Silahlı Çatışmalarda Kadın: Kadına Karşı Şiddet ve Feminist Başkaldırı” başlıklı oturumun
tartışmacılarından biri. 22.2.2002 tarihli bu konferansın açış konuşmasını Madam Mitterand yapmış.
Akkoç,
13 Ekim 2004 de Brüksel’de düzenlenen “AB de Kadın
Diyoloğu” adlı toplantıda
da konuşmacı. Aynı toplantıda
Arzuhan Yalçındağ, Binnaz Toprak (Boğaziçi Üniversitesi
öğretim üyesi), Selma Acuner, Clodia Roth
(Almanya Yeşiller Partisi),
Zeynep Karahan Uslu (AKP Milletvekili) , Nazan Moroğlu (Avukat,İstanbul Kadın
Kuruluşları Birliği Başkanı), Fatmagül Berktay varlar. Aynı muhitin kadınları.
Nebahat
Akkoç, Henrich Böll Vakfının maddi katkısı ile 1998’den bu yana toplanan Türkiye’de İnsan Hakları Hareketi’
nin vazgeçilmez katılımcısı. Fazla uzatmadan, sizleri Nebahat
Akkoç ve aynı muhitin kadınlarının konuşmacı olduğu bir
başka toplantıya götürelim. “Türkiye ve AB’de
Kadınlar: Ortak Bir Anlayışa Doğru”13 Eylül 2004, Boğaziçi Üniversitesi. Nebahat Akkoç, Selma
Acuner, Fatmagül Berktay, Ayşe Bilge Dicleli (Ka-Der Genel Başkanı), Şirin
Tekeli (Ka-Der Eski Başkan, Helsinki Yurttaşlar Derneği Kurucu Üyesi, WINPEACE
üyesi), Yıldız Ecevit, İpek İlkkaracan, Nazik Işık, Ferai Tınç (Gazeteci),
Gönül Saray (DSP eski milletvekili, GençParti Yöneticisi) . Başta söylediğimiz
gibi, Türkiye’de Kadınlardan Sorumlu Kadınlar bunlar.
22
Nisan 2004 tarihli Radikal Gazetesi “Çağımızın Bir
Kahramanı” başlığı ile “Time
dergisinin 'Modern Çağın Kahramanları' arasında gösterdiği 38 kişilik listede kadın hakları için mücadele
eden emekli ilkokul öğretmeni Nebahat Akkoç’un da yer aldığını” bildiriyor. Habere göre, “Akkoç, 1997’de Diyarbakır’da Kadın Merkezini (Ka-Mer) kurarak şiddete maruz kalan kadınlara yasal ve psikolojik destek
sağlamakta”. Haberde doğal olarak Soros’un Açık Toplum Enstitüsünün parasal desteği
ve Danışma Kurulu üyeliğinden hiç sözedilmiyor.
ABD
ve Avrupa Birliği adeta mıknatıs gibi. AKP Milletvekilini, Kürt kadın aktivisti
ve Soros’un danışmanını,
Atatürkçüyü, eski sosyalisti, eski KSS Gn.Md vekilini ve TÜSİAD’lı kadını bir araya getirip aynı semtte topluyor ve onlara “diyalog” kurduruyor.
Yeni
Dünya Düzeni ve AB süreci, kadınları İlerici Kadınlar Derneği üyeliğinden, NDI’nin partneri Ka-Der yöneticiliğine fırlatıp,
sosyalistleri ve Kemalistleri büyük sermayenin ve AB emperyalizminin sözcüleri
ile aynı toplantılarda buluşturuyor. Sivil toplumcu ideolojinin, NGO’laşmanın ve AB
kapısına bağlanmanın kaçınılmaz
sonucudur bu. Bu süreç aynı zamanda titreyenlerin ve tereddüt içinde olanların yutulduğu
bir süreçtir.
• 5-UÇAN SÜPÜRGE-
Congress
Tourism and Organizations Co. Ltd. (Kongre Turizm ve Organizasyon Limited
Şirketi)
Süpürgenin
uçanına rastladınız mı bilmeyiz ama, Halime Güner’in süpürgesi kadınları
Brüksel’den, Waşinghton’a, Soros’tan
NDI’ye her yere uçuruyor. Halime Güner ismini az önce de KAGİDER’in Kadın Fonu Danışma Kurulu üyesi
olarak okudunuz. Aynı muhitin
insanları olunca insan her
yerde karşılaşıyor tabi. Bir Kagider’de, bir Uçan Süpürge’de, bir Avrupa Birliği fonları içinde, bir ABD’nin NDI’sinde.
Halime
Güner aynı zamanda Uçan Süpürge Kongre Turizm ve Organisazyon Limited Şirketi’nin patronu. Nedendir bilinmez, Süpürgeciler, Türkçe ve İngilizce olarak hazırladıkları internet sayfasının Türkçe’sinde
Kongre Turizm ve Organizasyon Limited Şirketi
olduklarını yazmamışlar. Bu bilgiyi, sayfanın İngilizcesinden
öğreniyorsunuz.
İngiltere’nin Irak üzerine bomba yağdırdığı Nisan 2004 ayı
içerisinde “The British Council” in maddi desteği ile, “CEDAW Alternatif Toplantısı-Sivil Forum” düzenleyen
ve bu toplantıda İstiklal Marşı okunduğu için kendi toplantısını protesto
ettiğini söyleyen “kadın
aktivist” Halime Güner.
Süpürge,
”kuruluşundan beri Türkiye’den ve dışardan
çeşitli organizasyonlar tarafından desteklendiğini,
onların bağışlarının
projelerinin devamlılığında ve başarısında hayati bir rol oynadığını” belirttiği
“Supporting Organizations” (Destekleyen Kuruluşlar)’a en derin şükranlarını sunuyor.” Açıkladığı listede NED (National Endowment for Democracy-(USA) , Avrupa
Komisyonu, The British Council, Kanada Elçiliği, USIS
(Embassy of the United States), Hollanda Krallığı Elçiliği, Ankara Fransız Kültür Enstitüsü, Ankara Goethe Enstitüsü, Global Fund for Women (Kadınlar
için Küresel Fon-ABD), Mamacash-Hollanda, Sheraton Ankara Hotel&Towers, ASE
International var.
Uçan
Süpürge ABD’nin her yıl Demokrasi ve İnsan Hakları Bürosu
tarafından Ülkelerin İnsan Hakları
Raporlarında adı zikredilecek denli önemli bir şirket. Tüm dünyada insan
haklarını ihlal eden, bu ihlalleri cam ekranlardan naklen seyrettirmesine
rağmen arsızca “ülkeler hakkında insan hakları raporu” yayınlayan
ABD’nin 2002 yılı Türkiye
raporunun “kadın” bölümünde “Bağımsız kadın gruplarının ve kadın hakları
derneklerinin mevcut olduğu
ancak bunların çoğunlukla parasal nedenler yüzünden sayılarının ve
faaliyetlerinin yeterli olmadığı
“belirtiliyor ve sonra üç kadın örgütünden açıkça söz ediliyor: Ka-Der, Uçan
Süpürge ve Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı.[9][42] Amerika’nın Türkiye’deki “kadın
lobisinin” baş aktrisleri. ABD’nin Türkiye İnsan
Hakları raporunda yer alma başarısına sahip
primadonnaları.
Türkiye’deki bir Alman Kuruluşu: UÇAN SÜPÜRGE
Kadinlar
arasında ve genel olarak kadın derneği ve sivil toplum kuruluşu olarak bilinen
Uçan Süpürge bir şirket olmanın da ötesinde başka bir vasfa sahip. Uçan
Süpürge, Almanya Büyükelçiliği’nin
internet sayfasında Türkiye’deki Alman Kuruluşları arasında sayılıyor. Listede aynen şöyle yer
alıyor: Fliegender Besen / Uçan Süpürge Frau Halime Güner. Devamında adres ve
telefonları da bildiriliyor. Yorumu gerektirmeyecek kadar yalın bir bilgi.
Uçan
Süpürge, kadın örgütlerinin buluşturulduğu orkestranın şefi. Süpürge çatısı
altında herkesi görebilirsiniz. Lezbiyenlerden eşcinsellere, liberallarden
sosyalistlere, Atatürkçülerden etnik ayrılıkçılara, çağdaşlardan şeriatçılara
herkes şefin sopasına göre enstrümanını çalıyor. Orkestra üyeleri emperyalizmin
sivil toplum ideolojisine ve yönetişim esasına göre eğitiliyor, orkestra dışına
kaçmanın önlenmesi için ihale edilen şarkıların birer bölümü onlara
söyletiliyor ve böylece çalgıcılar kontrol altında tutularak şarkının uyum
içinde çalınması sağlanıyor. Konserin başarısı politikayı ve parayı veren
merkezlere rapor ediliyor.
Uçan
Süpürge adeta bir proje üretim merkezi. Ama her nedense, ürettiği bu projelere
kimin ne kadar fon verdiğini kendileri söylemiyor. “Gavurun ekmeğini
yiyen, kılıcını sallar” demiş atalarımız. Bakın Uçan Süpürge ekmeği nerelerden almış..
• 1-Uçan
Süpürge WEBSİTE’si
- İNGİLİZ BÜYÜKELÇİLİĞİ
Kadın
örgütleri arasında işbiliğini, iletişimi ve eşgüdümü sağlamak; cinsiyet
alanında çalışmalar yapanlar ve politika oluşturanlara kaynak merkzi olmak
amacıyla bir website kurulması için İngiliz Devleti 43,000 Sterlin vermiş.
• 2-"Köprüler Kuruyoruz" Belgesel
Film ve 6. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali-AÇIK TOPLUM ENSTİTÜSÜ-SOROS
“Köprüler Kuruyoruz” projesinin uygulandığı illerde yapılan sohbetlerin kayıtları belgesel film haline dönüştürülmüş. Film 13 Ekim 2003’te Brüksel’de yapılan “Avrupa Birliği
ile Kadın Diyaloğu”, 19-22 Ekim 2004 tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenen “Avrupa
Birliği’nde Türkiye: Ortak Bir Gelecek” toplantılarında gösterilmiş.
Belgeselin gösterildiği bir
diğer etkinlik de, Tarih Vakfı’nın yürüttüğü bir insan hakları projesi olan “Hikayemi Dinler misin?” sergisi olmuş. Yeri gelmişken söylemekte yarar var, Tarih Vakfı’da Soros’un
fonladığı vakıflardan biri.
6.Kadın
Filmleri Festivali’ni Açık Toplum Enstitüsü 2003
etkinlikleri kapsamında fonlandığı belirtiyor. Ancak uçan süpürgenin internet
sayfasında bu bilgiye rastlanmıyor. Uçan Süpürge’nin 1999 ve 2000 yıllarında gerçekleştirdiğ i Kadın Filmleri Festivali’ne,
Avrupa Komisyonu’nun yanısıra, Portekiz ve Yunanistan Büyükelçilikleri ile, İtalyan
Kültür Heyeti, Fransız Kültür Merkezi ve Alman Kültür Merkezi de destek
sağlamış.
• 3-Türkiye'deki Kadın Örgütleri Veri
Tabanı Projesi - İNGİLİZ BÜYÜKELÇİLİĞİ
Uçan
Süpürge, bu ‘veri tabanı’ projesi ile Türkiye’deki kadın örgütlerinin haritasını oluşturmak, kadın
örgütleri arası
iletişimi ve etkileşimi artırmak, ortak çalışmalar için zemin hazırlamak
ve bu yolla kadınların güçlenmesine katkıda
bulunmayı en önemli amaçları arasında sayıyor. Tabi oluşturduğu bu haritanın bir örneğini
İngiliz Büyükelçiliğine, yani İngiltere Devletine verdiğini söylemiyor. Projenin
koordinatörlüğünü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyoloji Bölümü ve Kadın
Çalışmaları Yüksek Lisans Programı öğretim üyesi Prof. Dr.. Yıldız Ecevit
üstlenmiştir.
İngiliz
Büyükelçiliğinden bu proje için 24,410 Sterlin verildiğini öğreniyoruz.
• 4-Kadın 2004 Radyo Programı - AVRUPA
BİRLİĞİ
Uçan
Süpürge, Avrupa Birliği’nin
desteğiyle 7 Ocak-14 Temmuz
2004 tarihleri arasında 26
hafta süren “Kadın 2004 Radyo Programı”nı gerçekleştiriyor.
“Demokrasi ve İnsan Hakları Girişimi
Programı” çerçevesinde hazırlanan
ve Avrupa Birliği tarafından finanse edilen proje, 14 bin
Euro'ya mal olmuş.
Her
hafta TRT Radyo 1’den canlı yayınlanan Kadın
2004’ün konu başlıklarından
bazıları anmaya değer nitelikte: 2004 Yılı Kadın Politikaları,
Devlet-Sivil Toplum Yerel Yönetimler
ve Kadın Beklentileri, Avrupa
Birliği Sürecinde Kadın, Uluslararası
İnsan Hakları Örgütlenmeleri,
Yerel Demokrasiler, Güneydoğu’da
Kadın Örgütlenmesi,
Uluslararası Mahkemeler ve
Kadın İnsan Hakları
İhlalleri ve Rehabilitasyon.
• 5-Örgütlü Kadınlar Geleceği Örgütlüyor: ALMAN KÜLTÜR MERKEZİ
Çarpıcı
ve iddialı bir başlık. Toplantının ilk gününde Türkiye’de ve Almanya’da
kadın hareketinde örgütlenme ele alınmış. Geleceği örgütleyen kadınlar aynı
muhitten: Inge von Börninghausen
(Almanya Kadın Örgütleri Ulusal Konseyi Başkanı ve Avrupa Kadın Lobisi Yönetim Kurulu Üyesi),
Şenal Saruhan (Cumhuriyet
Kadınları Derneği Genel Başkanı), Şirin Tekeli, İlknur Üstün (Ka-Der Ankara
Şubesi Başkanı), Selma Kavaf, Güldal Okuducu (CHP Kadın Kolları Genel Başkanı,
Milletvekili) , Nazik Işık, Hidayet Şefkatli Tuksal (Başkent Kadın Platformu
Bşk.Yrd.) ve Nilgün Yıldırım, Sema Kendirci (Türk Kadınlar Birliği Genel
Başkanı), Yıldız Ecevit.
Toplantının ikinci gününde, Almanya’daki Thumm&Partners danışmanlık firmasından
Ute Thumm tarafından
lobicilik eğitimi verilmiş. Thumm “Türkiye’de Organizasyon Geliştirilmesi ve Kadın Hareketi” üzerine bir sunum yapmış.
Duruma bakın, bir Alman Danışmanlık Firması, Türkiye’deki Alman Kuruluşu olan bir şirket ile yani Uçan
Süpürge ile, Türkiye’de kadınların nasıl örgütleneceğini anlatıyor.. Bunun adı
da lobicilik eğitimi oluyor.
• 6-Türkiye
Homenet’e Doğru: Ev-Eksenli Çalışan Kadınlar
1. Ülke Konferansı - FREDRIC NEUMAN VAKFI
Uçan Süpürge “bu
toplantıya Türkiye’nin çeşitli illerinden gelen 100’ü aşkın kadının katıldığını, ev-eksenli çalışmayı ve sorunlarını konuşup birlikte çözüm
yolları aradıklarını, ev-eksenli çalışan kadınların ‘görünmek istiyoruz’ dediklerini “ bildiriyor. Parayı veren bir Alman Vakfı, örgütün adı İngilizce.
Nerede görünecekler? HomeNet’de.
Ev Eksenli Çalışan Kadınlar Grubu Başkanı Nazik Işık.
Grubun Yerel İşbirlikleri: Jiyan Kürt Kadın Kültür Merkezi, 8 Mart Kadın Grubu
Uluslararası işbirlikleri: International Alliance For Home-Based Workers
(Homenet), Self Employed Women's Assocıatıon (Sewa)-India, International Centre
For Research On Women (ICRW)-ABD
• 7-“Lobicilik Stratejileri ve
Teknikleri” Eğitim Semineri (NDI-NATIONAL
DEMOCRATIC INSTITUTE)
ABD
“Kadın aktivistlerin daha etkin savunma ve lobi yapma teknikleriyle
tanışmalarına, bu teknikleri öğrenerek uygulamaya geçmelerine, ortak bir strateji
belirleyerek bu strateji doğrultusunda bir eylem planı hazırlanmasına zemin
hazırlamayı amaçlıyorlarmış.”
Eğitim, ABD Kaliforniya Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi eğitimi
alan, Ulusal Demokrasi Enstitüsü (NDI-ABD) ile Türkiye’nin önde
gelen sivil toplum kuruluşlarına danışmanlık yapan Dilek Ertükel
tarafından verilmiş. Lobicilik üzerine uzun yıllar etkin çalışmalar yürütmüş
olan Ertükel, katılımcıları lobicilik temel bilgileri, lobicilik için amaç ve
hedef belirleme, ikna teknikleri ve rol oynama, lobi kampanyası planlama gibi
konularda bilgilendirmiş .
Uçan
Süpürge bu eğitim seminerine katılanları da bildiriyor. Anne Çocuk Eğitim
Vakfı, Çağdaş Kadın ve Gençlik Vakfı, Türk Kadınlar Birliği, Başkent Kadın
Platformu, Cumhuriyet Kadınları Derneği, Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme
Derneği (Ka-Der), Kadın Dayanışma Vakfı, Kadının Sosyal Hayatını Araştırma ve
İnceleme Derneği, Ev-Eksenli Çalışan Kadınlar Çalışma Grubu, Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliği, CHP Kadın Kolları, AKP Kadın Kolları, Eğitim-Sen Kadın
Sekreterliği, CEDAW Yürütme Kurulu, Bağımsız Kadın Derneği, Ege Kadın Dayanışma
Vakfı, Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı . AKP ve CHP Kadın Kolları, Türk
Kadınlar Birliği ve Cumhuriyet Kadınları Derneği ABD ve AB politikasına uyumlu
ve bir Alman Kuruluşu olan Uçan Süpürge adlı şirketin lobicilik eğitiminde yan
yanalar. AB’nin “sosyal ve sivil diyalog“ dediği şey bu
olsa gerek. Türk Kadınlar Birliği’nin
rozetinde başından örtüyü çıkaran bir kadın figürü var,
Cumhuriyet’le yaşıt bir dernek. Cumhuriyet Kadınları Derneği ise
15 Şubat 1997‘de Şeriata Karşı Kadın Yürüyüşü’nün ardından kuruldu. Ancak şimdi
AKP kadın kolları, türbana özgürlük diyen Başkent
Kadın Platformunun ve ABD’nin listelerinde yer alan Ka-Der
vd. örgütlerle yan yana “lobicilik” eğitimi
alabiliyorlar. Yukarıda “demokrasi
programının” kimseyi muaf tutmadığını belirtmiştik.
Uçan
Süpürge, projenin önemini ve katılımcıların ne kadar değerli bir eğitim
aldıklarını vurgulamak için Dilek Ertükel’i etraflıca
tanıtıyor. Bakın
Dilek Ertükel kimmiş? “Washington DC’de
büyüyen Ertükel, Berkeley Kaliforniya Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi öğrenimi
gördü. İlk ilgi
alanı “politika ve sivil girişim” olmuş. 25 yıldan
fazla bir süre insan hakları, kadının siyasi
ve ekonomik hakları alanlarında çalışmış. Uluslararası Af Örgütü ve Emily’s List’te
liderlik konumlarında çalışmış. Aynı zamanda, Amerikan Temsilciler
Meclisi Azınlıklar Lideri Nancy Pelosi, Amerikan
Senatörü Dianne Feinstein, Amerikan eski
Senatörü ve Başkanlık adayı Bill Bradley ve Clinton yönetimi İçişleri
Bakanı Bruce Babbitt gibi
isimler için başdanışmanlık görevlerini yürütmüş. Democratic National Committee
ve National Democratic Institute for International Affairs (NDI) gibi kurumlar için
de danışmanlık yapmış. Kadınların Amerika’da siyasette üst
konumlarda çalışmaları, insan haklarının
korunması ve güçlendirmesi konularına harcanması için 150 milyon doları aşan
bir bütçe için kaynak ayrılıyor..."
• Hem IRI ve hem de NDI gayet açık bir
şekilde görüleceği üzere AMERİKAN SİSTEMİ'ni dünyaya yerleştirmek için faaliyet
gösteriyorlar. IRI,Cumhuriyetçilerin bakışını yansıtıyor. NDI'da,
Demokratların.
Ben
de şöyle bir şey yapacağım.Yazında adı geçen yerli-yabancı kişilerle ilgili
internette yaptığım araştırmada bu kişilerin ne iş yaptığını,bir çeşit
VİKİPEDYA gibi yazacağım.Böylece sanırım bütünün anlaşılması ya da hepimizin
anladığı gerçeklerin daha da iyi yerlerine oturmasına katkı olur
düşüncesindeyim. Önce yerlileri yazacağım. Buldukça paylaşacağım.
Burada
temel hareket noktam ''ORTAK EYLEM İÇİNDE OLAN KİŞİ YA DA KİŞİLERİN,ORTAK BİR
GEÇMİŞLERİ-TANIDIKLARI-DÜŞÜNCELERİ VARDIR.'' şeklindeki kabuldür. Ayrıca ilk
bölümü A şıkkı olarak inceleyeceğim ve bu bölüm sadece Borabey'in yukarıda
alıntıladığı listedeki yerli isimleri içirecek. Yabancı isimler ve
yerli-yabancı isimleri incelerken karşılaştığımız yeni isimleri de B, C, kim
bilir D, E, vs. şeklinde sınıflandıracağım.
• A) HAKAN ALTINAY:
- OPEN SOCIETY INSTITUTE Türkiye yöneticisi.
- 1968 yılında İstanbul'da doğdu.
- Ortaokulu Kadıköy Anadolu Lisesi,liseyi de İstanbul
Fen Lisesi'nde okudu.
- Boğaziçi Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi, Oslo
Universitesi'nde Sosyal Antropoloji tahsili yaptı.
- Doktora çalışmalarını Amerika New York'daki New
School for Social Research'de tamamladı.
- Açık Toplum Enstitüsü'nden evvel Spunk Fund,
Pathfinder International ve International Research & Exchanges Board'da
calıştı.
- SABANCI ÜNİVERSİTESİ Öğretim Üyesi AYŞE GÜL
ALTINAY'ın kocası.
Buradan çıkartılması gereken notlar:
1)
New School for Social Research'ü araştıracağım.Spunk Fund(Cesaret Fonu-ne
demekse?),Pathfinder International ve International Reserach& Exchanges
Board'u da araştıracağım. SOROS ile tanışıklığı büyük ihtimal buralarda
olmuştur.
2)
SOROS'un SABANCI ÜNİVERİSTESİ ile 1999 yılında anlaşma imzaladığı yukarıda
Borabey'in aktardığı notlarda da görülüyor.Hakan Altınay'ın karısının Sabancı
Üniversitesi üyesi olması da bu nedenle anlamlı.Dolayısıyla bu karı-kocaya
SOROS'un el attığı anlaşılıyor.
O
zaman karısının kim olduğu da önemlidir.
Not:
Daha önce yazdığım Hakan Altınay,hani şu ilk robotu yapan Türk ve robot firması
sahibi olan kişi ile SOROS.u Hakan Altınay aynı kişiler değilmiş. Bu durumu
farkedip düzeltme yaptım. Bilginize. Ayrıca daha bir oturdu taşlar yerine.
Çünkü bir türlü kafamda bulamıyordum İTÜlü Hakan Altınay'ın nasıl Sorosçu
olduğunu ve nasıl Amerika'da okuyan karısı ile tanıştığını? İlk anda saçma
gelebilir bu sorular ama düşününce anlamlı oluyor. Neyse. Hakan Altınay'lardaki
karışıklıktan dolayı özür dilerim.
• AYŞE
GÜL ALTINAY:
- SABANCI ÜNVERİSTESİ KÜLTÜREL ETÜDLER BÖLÜMÜ Öğretim
Üyesi.
- DUKE UNIVERSITY mezunu.
- MİLİTARİZM üzerine araştırmalarıyla tanınır.
- ŞİDDETE KARŞI İNİSİYATİF'te yeralmış olan
akademisyendir.
- YEKTAN TÜRKYILMAZ'ın serbest bırakılması için
kampanya başlatan akademisyendir.
- AÇIK RADYO'da HİKAYENİN KADIN HALİ adında ki
programda ki ses sahiplerinden biridir.
- AKP-MHP Başörtü Düzenlenmesi'ne destek için
hazırlanan bildiriyi imzalayan akademisyenlerden birisidir.
- İŞTE BÖYLE GÜZELİM isimli kitabı yazan 4 kadından
birisidir.
- Kürt Sorunu için BENİM DE MESELEM isimli bildiriyi
yayınlayan 38 tırnak içinde AYDIN tarafından kaleme alınmış bildiriyi
imzalamıştır.
Buradan
çıkartılması gereken notlar:
1)
Ayşe Gül hanım Amerikan Duke Üniversitesi mezunu.Acaba SOROS önce ona mı el
attı?Daha sonra da onun aracılığı ile kocasına mı el attılar?
2)
Ermenistan kütüphanelerinde araştırma yapma hakkını alan ilk Türk vatandaşı
olan Yektan Türkyılmaz yurtdışına çıkışı yasak olan kitapları çıkartmak
istediği iddiası ile Ermenistan tarafından tutuklandı.Ayşe Gül Altınsay'ın
Yektan Türkyılmaz ile tanışıklığı Duke Üniversitesi'nden geliyor.
3)
Demek ki ayrı bir balık altında YEKTAN TÜRKYILMAZ'ı da ileride daha detaylı
tanımamız gerekecek.
4)
HİKAYENİN KADIN HALİ,AÇIK RADYO'da her Perşembe 15:35-16:30 saatleri arasında
yayınlanmaktadır.Ayşe Gül Altınay,Çiğdem Mater,Fulya Kama ve Hülya Gülbahar
birbirleri ile dönüşümlü olarak bu programı sunmaktadırlar.15 Ağustos Perşembe
günkü programın konusunu buldum.Bana anlamlı geldi.Programda HELSİNKİ
YURTTAŞLAR DERNEĞİ'nin düzenlemiş olduğu ''YURTTAŞLIK ve MİLLİYETÇİLİK:Farkında
mıyız?''başlıklı yazokulu konusu işlenmiş.
5)
HÜLYA ADAK, ESİN DÜZEL, NİLGÜN BAYRAKTAR ile birlikte İŞTE BÖYLE GÜZELİM isimli
kitabı yazmıştır.
6)
''BENİM DE MESELEM'' bildirisi
Bu
memleketin bazı köşeleri bazı köşelerinden daha az 'kıymetli' değil.
Türkiye'nin bir başka köşesinde yaşanan bir acı varsa, bu benim de meselem.
'Orada' açılan bir yara, 'Burada' beni de acıtır, kanatır sızlatır.
Hepimiz
aynı gemideyiz, kadınlar, erkekler, Kürtler, Türkler, Aleviler, göçle gelenler,
işsizler, gelecekten korkan gençler, büyük şehirlerin varoşlarında hakça bir
yaşam kurmaya çalışanlar, azınlıklar, şiddet mağdurları ve bilmeden şiddeti
besleyenler... Hepimiz aynı seferde yolcuyuz, yol arkadaşıyız birbirimize... Bunu
bilsek de bilmesek de...
Kemalist-dinci,
Türk-Kürt gibi kategoriler etrafından kutuplaşmış bir Türkiye istemiyoruz.
Kutuplaşmış bir söylemin parçaları olmayı reddediyoruz. Her türlü renk, ara
tonları, köprüler ve sentezlerdir savunduğumuz...
'Gitmesek
de görmesek de o köy bizim köyümüzdür' diye öğrendik küçük yaştan itibaren.
Oysa gitmeden olmaz, görmeden olmaz, insanı anlamadan, insanı duymadan, ötekine
yüreğini açmadan olmaz...
Ortadoğu
ve dünyadaki son hadiseler, hem yeni gelişmelere hem yeni sorunlara gebe. Bu
tarihsel dönemeçte, kendi dinamikleriyle sorunlarını çözebilen, demokrasi ve
özgürlükleri geliştirerek sosyal barış ve adaleti gerçekleştirecek ülkeler güç
kazancaklar.
Ülkemizde
bu kapsamda neleri öncelikli olarak istiyoruz.
1. Kürt sorununa çözüm arayışları içinde, siyasi,
hukuki, ekonomik, kültürel ve uluslararası boyutlar olduğunu görüyoruz. Tüm bu
boyutları hesaba katmakla beraber bizler 'insani boyut'un öneminin kavranılarak
öne çıkarılmasını...
2. Ülkemizin şiddet ve terör ortamından bir daha
tekrarlanmamak üzere kurtulması için silahla siyaset olmayacağının ve hak
arayışlarının tehdit ve şiddetle susturulamayacağının anlaşılmasını...
3. Meselenin sadakat-ihanet temelinden çıkarılmasını
ve eleştirel düşünen herkesi 'potansiyel iç mihrak' olarak gören 'şartlanmış
milliyetçi refleks'in kırılmasını...
4. Birbirimizin acılarına saygı duymanın,
birbirimizin yasını paylaşmanın bir 'toplum' olabilmek ve bu toplumda barış
içinde yaşamak açısından büyük önem taşıdığını görebilmeyi...
5. Kalıcı bir çözümün Türkiye'nin dışından değil,
içeriden, bizzat bizlerden geleceğinin ve askeri değil sivil olacağının daha
iyi kavranması için adımlar atılmasını...
6. Kürt sorununun tek boyutlu olmadığının, çözümünün
de çok aktörlü olacağının kavranmasını...
7. Etkileri kısıtlı kalsa da insani durumun
iyileşmesine yönelik çözüm ve girişimlerin küçümsenmemesini... Toplumsal barış
için bizzat sivil toplum içinden gelecek adımlara ne denli ihtiyaç olduğunun
anlaşılmasını...
8. Kadınların sorunlarına ayrıca eğilmenin ve
bağımsız bir kadın hareketinin öneminin kavranmasını...
9. Zorunlu göçlerle gerek bölgedeki gerekse batıdaki
büyük şehirlere gelen Kürt ailelerin, özellikle çocukların sorunlarıyla ayrıca
ilgilenmek gerektiğinin anlaşılmasını, göç mağdurlarının yeni bir yaşam
kurmalarını destekleyecek politikaların ve projelerin acilen başlatılmasını...
10. Namus cinayetlerine karşı tüm toplumda geniş
çaplı bir bilinç yükseltme kampanyasının başlatılmasını, siyasetçilerin ve
karar mekanizmasındakilerin bu yönde daha somut uygulamalar geliştirmeye teşvik
edilmesini...
11. Anadilin eğitimde kullanılmasının bölge insanı
için öneminin anlaşılmasını, anlatılmasını... İki dilliliğin, çokkültürlülüğün
bir hak olarak ele alınmasını...
12. Güneydoğu'da ismi değiştirilen köylerin eski
isimlerini yeniden alabilmelerini... İnsanların çocuklarına özgürce isim
verebilmelerini...
13. Artan kin ve nefret ve şiddet söylemlerinin
cenderesinden ırak ve birbirimizi dinlemeyi, anlamayı ve affedebilmeyi
sağlayacak yeni bir dil geliştirmeyi...
14. Hepimizin eninde sonunda aynı kamusal alanı
paylaştığımızı ve ortak değerlerimiz, ortak çıkarlarımız olduğunu görmeyi,
gösterebilmeyi...
Ahmet
İnsel, Ahmet İçduygu, Ali Bayramoğlu, Ayşe Gül Altınay, Ayhan Bilgen, Can
Paker, Derya Sazak, Ece Temelkuran, Elif Şafak, Erol Katırcıoğlu, Eyüp Can,
Fazıl Hüsnü Erdem, Ferhat Kentel, Fuat Keyman, Gençay Gürsoy, İbrahim Betil,
Kutbettin Arzu, Mesut Öztürk, Mesut Yeğen, Mithat Sancar, Murat Belge, Muharrem
Erbey, Mustafa Karaalioğlu, Nebahat Akkoç, Necdet İpekyüz, Osman Kavala, Oya
Baydar, Ömer Laçiner, Rojbin Tugan, Sabih Ataç, Salim Uslu, Sedat Yurtdaş,
Sezgin Tanrıkulu, Şahismail Bedirhanoğlu, Tahir Dadak, Tarhan Erdem, Yusuf
Alataş, Zozan Özgökçe.
Tabi
burada adı geçen isimler hakkında da ayrıca araştırma yapmak başlangıçtaki
kabulümüzün gereğidir.
Çetin
Taş yazdı:Borabey’in alıntıladığı yazıdaki isimlerin kimler olduklarını yazarak devam ediyorum. Yalnız bu kişileri
tanırken karşımıza çıkan
yeni isimleri de unutmayın.
Daha sonra onları da kısaca tanıyacağız.
NEBAHAT AKKOÇ:
Hakkında çok fazla bilgi var internette.Ben aşağıda
RİZGARİ isimli Iraklı Kürtlere ait Kürtçü sitede yer alan röportajından kendi
ağzından verdiği bazı bilgileri yazacağım.
‘’Diyarbakırlı
Kürd bir bayanım’’
Aynı röportajda Diyarbakırlı emekli bir öğretmen
olduğunu, İnsan Hakları Derneği ve çeşitli sendikal kurumlar içinde yer
aldığını anlatıyor.
• Kadın
Merkezi anlamına gelen KA-MER’i
40 kadınla birlikte
kuruyorlar ve işletiyorlar.
• İSVEÇ’e ÇOCUKLARI
KORUMA DERNEĞİ isimli bir
derneğin davetlisi olarak
yine aynı dernekle ortak düzenledikleri bir proje için gitmişler.Bu projeyi
İSVEÇ’in İSTANBUL BAŞKONSOLOSLUĞU
finanse etmiş!!!
• Altısı Diyarbakır’dan olmak üzere
Türkiye’den dokuz kişi ile gitmişler İsveç’e. Burada pek çok görüşmeler yapılmış. KÜRT
KADINLAR BİRLİĞİ isimli bir organizasyonun çok iyi çalıştığını gözlemlemiş.
Bunu belirtiyor.
• Daha önce de İsveç’e gitmiş
Nebahat Akkoç. O zaman Ranö isimli bir yerde toplanmışlar. Türkiye’deki
insan hakları üzerine tartışma yapmışlar;
aralarında İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Vakfı gibi başka kuruluşların da
olduğu kuruluşlarla. Burada ANNA LINDH isimli bir İsveçli kadın ile
tanışmışlar. Bundan 1.5 yıl kadar sonra ya da başka bir deyişle röportajın
yapıldığı 27 Mayıs 2004 tarihinden 1.5 yıl kadar önce ANNA LINDH Diyarbakır’a gitmiş. KA-MER’i
ziyaret etmiş. Töre cinayetleri konulu projelerini
bu kadının finanse ettiğini söylüyor.
• Aynı röportajda finans kaynaklarını şöyle
açıklıyor:
‘’ Mesela ”töre
cinayetleri” konusundaki
projelerimizi Anna Lindh finanse etti. Ama KA-MER´in kendi finans kaynakları
vardır. Bizim birçok işyerlerimiz var. Lokantalarımız, işyerlerimiz, alışveriş
merkezlerimizvar. Finans kaynaklarımız ne yazikki yine de yeterli değil. Bazı
elçiliklerden küçuk miktarda para yardımı alıyoruz. Büyük miktarda para yardımı
alamıyoruz, çünkü biz dernek değil, şirketiz. Şimdi yeni, yeni dernek olmaya
başlıyacağız. Biz mecburen şirket olduk. Çünkü 1997 yılında Diyarbakır´da
dernek olarak başlamak, bağımsız kalmak, bu kadar zor ve yüklü bir projeyi
başarmak çok zordu, hatta mümkün değildi. O zamanın şartlarında, siyasi
ortamında şirket olarak başlamak bir zorunluluktu ama dernekleşmeye gitmek için
şartlar olgunlaşmıştır.’’
• Röportaj sonunda kendisine sorulan; ‘’ Biz Avrupa´da yaşayan Kürdlerden/Kürt Kadınlarından beklentileriniz nelerdir ?’’sorusu ne kadar anlamlı ise verdiği yanıtta o kadar
anlamlıdır: ‘’ Beklentiler
karşılıklıdır. Öğrenme karşılıklıdır. İsveç Kürd Kadınlar Birliği´nin Irak Kürdistan´ındaki kadınlarla
olan ilişkilerinizi, gezilerini
ve projelerini görünce çok heyecanlandım. Cok sıkışık bir zamanda onlarla
sohbet ettik. Gönül isterdiki daha cok zamanımız olsun ve kadınların hakları
uğruna verdiğimiz mücadelede birbirimizden daha çok yararlanalım. Dayanışmayla
çok yol alabileceğimiz inancını taşıyorum.’’
• "BENİM DE MESELEM" isimli,
yukarıda Ayşe Gül Altınay bahsinde bahsettiğimiz 38 tırnak içinde aydının
imzaladığı bildirgeyi o da imzalamış.
-25
Eylül 2006 tarihinde, Fransa Büyükelçiliği’nde düzenlenen
törende, kendisine meşhur Légion d’Honneur
madalyası verildi. Fransa’nın Türkiye Büyükelçisi Paul Poudade’nin
yaptığı konuşma Fransız Büyükelçiliği’nin resmi sitesinden alındığı şekli ile
aynen aşağıdaki gibidir. Yazının sonu sanırım siteye eksik eklenmiş. Ben olduğu gibi yapıştırıyorum:
‘’ Sayın Başkan,
Sizi
ve dostlarınızı bu akşam, Fransa Büyükelçiliğinde ağırlamak benim için büyük
bir mutluluk. Fransa’nın İnsan haklarının savunulmasına olan bağlılığını biliyorsunuz. Türkiye
ve Türk halkı ile ilişkilerimizin ne denli eskiye dayandığını ve
yoğunluğunu da biliyorsunuz. Dolayısıyla, mesleki geçmişiniz ve Türkiye’de kadın haklarını savunmak için uzun yıllardır yürüttüğünüz hareket bizim için
son derece önemli. 22 yıl boyunca öğretmenlik yaptınız. Birbiri peşisıra gelen atamalar, köklerinizin
bulunduğu Türkiye’nin Doğu bölgesindeki sosyal durumla ilgili derin bilgiler edinmenizi sağladı.
Türkiye
tarihinde meydana gelmiş olan ve sizin için özellikle çok zor sonuçlar yaratmış
dramatik olaylarla karşı karşıya gelmemiş olsaydınız belki de bu onurlu göreve
devam edecektiniz. Bu zor zamanlardan dolayı hayatınızı kadın haklarının
savunmasına adamaya karar verdiniz. 1997 yılında kurduğunuz Kadın Merkezi
Derneği (KAMER) tarafından oluşturulmuş merkezler, kötü muamele görmüş,
dövülmüş ya da utanç verici şekilde namus cinayeti olarak nitelendirilen
cinayetlerle tehdit edilmiş kadınlar için sığınak ve danışma mekanı oldu.
Avrupa
Birliği’nden destek almaktasınız ama aynı
zamanda derneğiniz
etkinliklerini kendi çalışmalarınız ile
finanse ediyorsunuz. En temel hakları hiçe sayılan bu kadınlara eşsiz bir
hizmet sunuyorsunuz. Aynı zamanda, bazılarının, gelenekler yüzünden, kadın
düşmanlığı nedeniyle ya da parlak bir imaj verme kaygısıyla gizlemeye
çalıştıklarını gözler önüne sererek, diğerlerinin önemini azımsadıkları ciddi
bir sorunu üstlenerek, Türkiye’ye
ve Avrupa Birliği ile yakınlaşmasına da büyük hizmetlerde bulunuyorsunuz. İhbar ediyorsunuz, tepki veriyorsunuz ve şahitlik yapıyorsunuz : davranışınız son derece cesurca, sorumluluk
duygusuyla dolu ve yapıcı. Sizin gibi şahsiyetler sayesinde
Türkiye İnsan Hakları ve Avrupa Birliği ile yakınlaşma yolunda ilerliyor.
İşte
tüm bu saydığım nedenlerden ötürü, ülkemin yetkilileri, isteğim üzerine, sizi,
ilk olarak iki yüzyıl önce 1. Napolyon tarafından verilmeye başlanan, Fransa’nın en prestijli nişanı Légion d’Honneur
ile taltif etmeye karar vermişlerdir.
Bu akşam bu madalyayı size
sunmaktan çok mutlu ve gururluyum.
Sayın
Nebahat Akkoç, Cumhurbaşkanı adına sizi Légion d’Honneur nişanı Şövalye’’
Buradan
çıkartılması gereken notlar:
1. NEBAHAT
AKKOÇ’un, İSVEÇ HÜKÜMETİ ve FRANSA HÜKÜMETİ ile ve adlarını söylemediği
daha başka hükümetlerle
doğrudan ya da adı geçen kişi-organizasyon-büyükelçilikler ve bunun gibi
kuruluşlar aracılığıyla bağlantısı vardır. Bu hükümetlerden-kişi-kuruluşlardan
maddi yardım almıştır.
2. SOROS’tan başladık ve daha henüz şunun şurasında TESEV’den ikinci kişiyi incelerken karşımıza yine Kadın Hakları
Savunucusu görünümünde KÜRT kökenli birisi çıktı.Kürt kökenini vurguluyorum
çünkü anlaşıldığı üzere Nebahat Akkoç İsveç’e diğer İnsan Hakları Derneği-Vakfı gibi kuruluşlarla gidip TÜRKİYE’DE İNSAN HAKLARI konulu toplantılara
katılıyor. Onu Avrupa’da ki
ve Irak’ta ki tüm Kürtçü
hareketler sayıyor ve alıntıladığım örnekte olduğu gibi röportajlar
yapıyor. KÜRT HAREKETİ’nin önemli
bir parçası olarak görüyor.
Netice olarak LÖJYON DÖNOR denilen FRANSA’nın en yüksek
devlet nişanı ile ödüllendiriliyor.
3. ANNA LINDH ismini de
araştıracağım.Unutmayın bu ismi. He,bu arada, siz hiç Türkiye’den herhangi bir kişinin sözgelimi atlayıp
İsveç’e gittiğini
ve burada şiddete uğrayan kadnlar ile görüşmeler yaptığını, bunların örgütlerine
maddi destek yaptığını duydunuz mu? Duymadıysanız bile hayal edebiliyor
musunuz? Ya da TÜRKİYE CUMHURİYETİ’nin
sözgelimi Uganda’da bir kadının kadın hakları konusundaki faaliyetlerinden dolayı DEVLET ÜSTÜN HİZMET MADALYASI ile ödüllendirildiğini duydunuz mu? Duymadıysanız bile hayal edebiliyor musunuz?
4. SOROS’un Türkiye’de ki kuruluşunda görevli olduğuna
göre henüz çok az olan başlangıçtaki tahminlerimizle ve daha ta
yazılara başlarken ki kabulümüzle SOROS ile Nebahat Akkoç arasındaki
bağlantının nereden kaynaklandığını biraz
olsun tahmin edebiliyor musunuz? Edebiliyorsanız edin ve bekleyin bakalım.
İlerleyen yazılarda bu tahminlerimiz doğru mu,sınayalım. Edemiyorsanız da yine
bekleyin bakalım.Herhangi bir ilişkiye rastlayacak mıyız?
5. Bana göre en önemlisini en sona sakladım.
Size birisi soru sorduğunda siz ''İstanbullu Türk bir bayanım'' ya da
''Sakaryalı Çerkez bir erkeğim'' diye mi başlarsınız? Buradan bile Nebahat
Akkoç'un KÜRT MİLLİYETÇİLİĞİ konusunda bir fikir sahibi olmak mümkün. Aynı
Nebahat Akkoç kendi katıldığı bir ortamda,katılımcılardan birisi söze ''Bolulu
Türk bir kadınım'' diye başlasa,size göre bu duruma tepki gösterir miydi,göstermez
miydi?
ÖZLEM DALKIRAN:
• Vikipedi’de hakkında yazılana
göre 2002-2004 arasında Açık Toplum Enstitüsü Türkiye Temsilciliği’nde Danışma Kurulu üyeliği yapmış.
• Uluslararası
Af Örgütü Türkiye Şubesi’nin
ilk başkanıdır.
• Helsinki
Yurttaşlar Derneği-Mülteci Destek Programı Koordinatörüdür.
• Haziran
2007’de KATE EVANS’ın yazdığı ACAİP
HAVALAR isimli kitabı Türkçe’ye çevirdi ve bu kitap AÇIK RADYO KİTAPLARI’nda
yayınlandı. Bu aynı zamanda Açık Radyo Kitapları’nın ilki
oldu.
• 15
Mayıs -15 Eylül 2006 tarihleri arasında tamamlanan ve İBER MÜZİK’ten çıkan N’ETTİM SİZE isimli AYŞEGÜL’e ait albümün Proje Danışmanlığı’nı yapmıştır.
• PKK
sitelerinden birinde BASINDAN SEÇMELER bölümünde yazıları alıntılanmaktadır.
• UÇAN
SÜPÜRGE DERNEĞİ BAŞKANI. Bazı internet sitelerinde iddia edildiğine göre
İngiliz Büyükelçiliği ile yakın ilişkileri olduğu söyleniyor. Uçan Süpürge
Derneği'nin bir diğer özelliği de yukarıda Borabey'in alıntıladığı yazıda da
yazdığı üzere ALMAN BÜYÜKELÇİLİĞİ web sitesinde Türkiye'deki Alman kuruluşları
arasında bu derneğin adı geçiyor.
• AÇIK RADYO 2006 Dinleyici Destek Projesi
Katılımcıları’ndan birisidir.
• HADİ BUNU KÜRESELLEŞTİRİN: DÜNYA TİCARET
ÖRGÜTÜ VE ŞİRKET EGEMENLİĞİNE KARŞI MÜCADELE isimli 2004 yılında METİS
kitapevinin bastığı KEVIN DANAHER ve BURBACH ROGER’ın yazdıkları kitabı Türkçe’ye çevirdi.
Buradan çıkartılması gereken notlar:
1. Oldukça
aktif bir insan hakları savunucusu görüntüsü veriyor.
2. KATE
EVANS’ı da araştıracağız.
3. KEVIN
DANAHER ve BURBACH ROGER’ı
araştıracağız.
4. METİS
KİTAPEVİ’nin kimliği önemli. Bizzat metiskitap.com sitesinden kendilerini şu şekilde tanıtıyorlar:
‘’ Metis Yayınları 1982 yılında
kuruldu. Üniversite yıllarında dönemin sosyal muhalefet hareketlerinin içinde
yer almış Sol görüşlü 5-6 üniversiteli genç, kendi kişilikleri ile eğitimini
aldıkları meslekleri arasında ilişki kuramayıp kültürel ve siyasi bir odak
olarak Metis yayınevini kurdular. Araştırmayı, doğru bildiklerini sorgulamayı,
tartışmayı, öğrenmeyi sürdürmeyi amaçlamışlardı. Bu ilk ekipte yer alanların
bir kısmı daha sonra mesleklerine ve diğer ilgilerine yöneldiler.
1987
yılına kadar sadece edebiyat dışı kitaplarla ilgilenen yayınevi, bu tarihten
sonra Türkçe ve çeviri edebiyat ürünleri de yayınlamaya başladı. Zaman içinde
çeşitlenen kitaplar farklı dizilerde kümelendi.’’
5. AYŞEGÜL'ün albümüne danışmanlık kısmını
anlamadım. Bu durum apayrı bir araştırma konusudur. Araştıracağız. İsim
benzerliği olma ihtimali de olabilir.
NEŞE
DÜZEL:
• Aydın
doğumlu, İzmir Amerikan Kız Koleji mezunudur. Ege Üniversitesi İktisat
Fakültesi mezunudur.
• YENİ
ASIR Dış Haberler Servisi’nde
çalışmıştır.
• RAPOR
gazetesi yazı işleri müdürlüğü yapmıştır.
• DÜNYA,
MİLLİYET, HÜRRİYET ve RADİKAL gazetelerinde muhabirlik ve yazarlık gibi çeşitli
görevlerde bulunmuştur.
• Şu an
TARAF Gazetesi yazarıdır.
• ERGENEKON
ÖRGÜTÜ ile ilgili henüz hiç kimse bir şey bilmezken kitabını yazan ŞAMİL TAYYAR’la yaptığı röportaj
basında ilgi çekmiştir. Bu röportajdan
dolayı Genelkurmay’ın şikayeti üzerine
Kadıköy Cumhuriyet Savcılığı hakkında soruşturma
açmıştır.
• İlk Türk
özel kanalı STAR’da AHMET
ALTAN ile birlikte birkaç yıl süresince KIRMIZI KOLTUK isimli programı sundular.
• KANAL 6’da BİZİM KOLTUK
ve DİNAMİT programlarını yine Ahmet Atlan ile birlikte sundular.
• KANAL D’de ise DİNAMİT ve
KAMPANA isimli haber-tartışma
programlarını sundu.
• Aykırı şeyleri söyleyen, savunan kişileri
ve bu aykırı düşüncelerini yaptığı röportajlarla kamuoyuna duyurdu. Örneğin 6
Ağustos 2007’de Prof. Dr.
Ergun Özbudun ile yaptığı röportajda uzun süre
kamuoyunun gündemini meşgul etmişti. Bu röportajda
Ergun Özbudun ANAYASA’dan Atatürk İlkeleri’ni ve Kemalizm’i çıkarmayı savunan bir anayasa
taslağını AKP’ye teslim
ettiklerini söylemişti.
• İnternette pek çok sitede ortak bir metin
var. Bunun da doğruluğunu yabancı sitelerden araştırıyorum ama biraz zaman
alacak. Bu ortak metne göre İngilizce olarak 2003 OSIAF’ın (Açık Toplum Enstitüsü Türkiye Şubesi) New York ofisi
tarafından hazırlanan İngilizce orijinal metinli olan 2003 Türkiye Raporu’nda, SOROS’un bağlantılı olduğu
iddia edilen Türk medyasındaki 526 isim arasında NEŞE DÜZEL’in de ismi var. Gerçi bu bilgi o kadar ekstra bir
bilgi değil çünkü bizim tek tek incelemeye başladığımız A başlığı altındaki
kişilerin hepsinin ismi o listede var.
Buradan
Çıkartılması gereken notlar:
1. SOROS ile bağlantılı olduğu iddia edilen
OSIAF raporunun orijinalini bulmaya çalışacağız.
2. Yıllardır takip ettiğim kadarıyla her
zaman demokrat ve tarafsız görünmeyi becerebildiğini sanan bir hanım yazar.
Tetikçi yazar olduğu yönünde ki pek çoklarının düşüncesine ben de katılıyorum.
Çünkü röportaj yaptığı kişiler ve bu kişilerin o röportajlarda savunduğu
düşüncelerin gündem yaratması, Neşe Düzel’in gazetecilik başarısından çok danışıklı dövüş hissi uyandırır hep bende. Çünkü bana göre Neşe Düzel iyi bir gazeteci değildir, çünkü iyi bir
konuşmacı bile değildir. Televizyonda izlerken ‘’eeee….eeeeee……eeeee’’lemelerinden nefret ederdim. Röportajlarında
akıl ürünü sorulardan ziyade önceden sanki birilerinin eline
verdiği soruları soruyormuş hissi uyanır
nedense ben de.
3. Amerikan Kız Koleji mezunu olması bence
dikkat çekici. Yani savunduğu dünya görüşü itibariyle formasyonu nereden aldığı
konusunda kafalarında soru işareti olanlar için dikkat çekici olmalı.
AHMET
İNSEL:
• 1955,
İstanbul doğumludur.
• Paris
Pantheon-Sorbonne Üniversitesi’nde
İktisat Bölümü’nü bitirdi. Aynı üniversitede iktisat doktorası yaptı. 1984’ten beri aynı üniversitede ve Galatasaray Üniversitesi’nde
çğretim üyesi olarak çalışmaktadır.
2007 yılından beri Galatasaray Üniversitesi’nde bölüm başkanıdır.
• 1990-1994
tarihleri arasında Paris-Sorbonne Üniversitesi’nde Ekonomi Bölümü Dekanlığı
yapmıştır. Aynı üniversitenin
rektörlüğünü ise 1994-1999 yılları arasında yapmıştır.
• Aylık
sosyalist kültür dergisi BİRİKİM editörlerinden ve sürekli yazarlarındandır.
• Eski
Radikal gazetesi yazarlarındandır.
• Açık
Radyo’da Ömer Marda ile birlikte program
yapmaktadır.
• Düzen ve
kalkınma kıskacında Türkiye, İktisat ideolojisinin eleştirisi, Türkiye
toplumunun bunalımı, Solu yeniden düşünmek kitaplarından bazılarıdır.
• Aşağıdaki
yazısı RADİKAL gazetesinde 09.02.2003’te
yayımlanmıştır.Ben yorum yapmıyorum,
siz okuyun lütfen. Yorumu aşağıda notlar kısmında yapacağım:
Kıbrıs'ta kilitlenen geleceğimiz | AKP'nin
"hüküm etme" yetkisinin sınandığı asıl nokta Irak'tan çok Kıbrıs
sorunu
‘’Bugün Türkiye'de
devletçi-milliyetçi statüko cephesinin hayati direniş hattını Kıbrıs
oluşturuyor. Kıbrıs sorununda gelecek nisan ayına kadar yaşanacak gelişmeler,
önümüzdeki uzun bir zaman dilimi içinde, Türkiye'de devlet -toplum
ilişkilerinin yeniden biçimlenmesinin, asker-sivil bürokrasinin siyasal
üstünlüğüne son verilerek olağan parlamenter rejim çerçevesinde demokratik bir
siyasal yapının kalıcı biçimde yerleşmesinin mümkün olup olmadığını
belirleyecek.
Kıbrıs'ta
Annan planından hareketle sürdürülecek görüşmeler ışığında ve karşılıklı
verilecek tavizler sonunda, kısa zamanda, yani önümüzdeki nisan ayı ortasından
önce varılacak bir çözüm, hem Kıbrıs Türklerinin hem Türkiyelilerin geleceğini
büyük ölçüde değiştirme potansiyeli taşıyan bir büyük adım olacak. Sadece AB
üyeliği perspektifi açısından değil, Türkiye'de tabandan demokratikleşme
hamlesinin fiiliyata geçmesi açısından da Kıbrıs adımı canalıcı önemde. Bu
bağlamda, Kıbrıs sorununun Kıbrıs Türklerinin büyük çoğunluğunun istemleri
yönünde çözümüyle, Türkiye toplumunun büyük çoğunluğunun demokratikleşme,
sivilleşme, iktisadi refah ve siyasal istikrar beklentileri arasında birebir
ilişki var.
Statükocu
cephe
İki
beklenti arasında böyle yakın bir ilişki olduğu içindir ki, bugün Türkiye'de AB
üyeliği konusunda açıkça veya zımnen muhalif olanlarla Kıbrıs'ta Annan
planından türeyen bir çözüme şiddetle karşı çıkanlar yanyana geliyorlar. Aynı
kişiler YÖK konusunda, Kürt sorunu konusunda, özgürlükler konusunda da omuz
omuza durup, statükocu direniş cephesini oluşturuyorlar. Geçtiğimiz pazar günü
İstanbul'da toplanan 800 kuruluş destekli birkaç bin kişilik "Denktaş'a
destek mitingi"nin katılımcılar ve destekleyiciler listesi, Türkiye'de
siyasetin belli başlı fay hatlarından birini, belki en önemlisinin coğrafyasını
belirliyor. MHP, BBP, Aydınlar Ocağı, Kemalist Düşünce Dernekleri, İstanbul
Üniversitesi Senatosu, YÖK Başkanı, nasyonal-sosyalistler, kutsal devletçiler,
devlet egemenlikçiler, milliyetçi sendikalar ve dernekler ve bilumum
milliyetçi-devletçi "ilerici" ya da muhafazakâr çevrenin kolkola
girdiği bu cephenin dört dörtlük bir direniş cephesi olduğu açık. Yakın
geçmişte bir generalin, "artık silahsız kuvvetler işi ele alsın"
derken kastettiği kuvvetler, o haki perspektiften bakınca işte bunlar. Açıkça
içinde yer almamakla beraber, büyük ağabey olarak bu devletçi-milliyetçi zinde
güçleri kanatları altında koruyan TSK üst düzey bürokrasisi de bu cephenin bir
unsuru. Herhangi bir unsuru değil, en önemli unsuru, anlam ve varlık merkezi.
Bu
cephe, Kıbrıs konusunda Türkiye'nin stratejik çıkarlarını ve Kıbrıs Türklerinin
geleceğini korumak, AB üyeliği konusunda bir pazarlık kartını ileride elde
tutmak gibi nedenlerle sadece direnmiyor. "Türkiye'yi Anadolu'ya
hapsetmek" gibi, ifade edenin son derece bulanık tahayyül dünyasını ele
veren karabasanlar dahil olmak üzere, çoğu direniş nedeninin çözümün mümkün
olduğu anda ortaya atılması da gösteriyor ki, Kıbrıs konusunda ret cephesinin
bir amacı, varolan KKTC'nin ayrı ve egemen bir devlet olarak bekasını sağlamak
ve burayı Türkiye Cumhuriyeti'nin bir dominyonu olarak elde tutmak. Ama bu asli
değil, tali bir amaç. Bu devletçi-milliyetçi direniş cephesini esas birleştiren
unsur Kıbrıs'taki "menfaatlerimiz" veya "Kıbrıs'lı
soydaşlarımızın menfaatleri" değil. Onları yan yana getiren unsur, Kıbrıs
sorununun, hele Kıbrıs Türklerinin alışılmadık mobilizasyonu ve AKP hükümetinin
çözüm yönünde kararlılıkla ilerlemesi sonunda çözülmesinin, Türkiye'nin
geleceğini karartan bir dizi sorunun çözümü için bir örnek oluşturması.
Kıbrıs
sorununda gelinen aşamada, tarafların uzlaşmasıyla kısa vadede ulaşılacak
çözümün hem AKP için hem de Türkiye'deki milliyetçi kamburu olmayan demokratik
çevre ve hareketler için çok büyük bir güç, şevk ve meşruiyet ivmesi anlamına
geldiğini direniş cephesinin kurmayları çok iyi biliyorlar. Bu anlamda, Kıbrıs
sorununun çözülmemesi için ellerindeki silahları ard arda kullanırlarken, bu
mücadelenin ellerinde tuttukları kadim siyasal-toplumsal üstün konumların
sürdürülmesi için elzem olduğunun, bu anlamda bunun kendileri için bir hayat
memat meselesi olduğunun bilincinde olarak davranıyorlar. Can havliyle
direniyorlar. Beklenmedik beraberlikleri, beklenmedik savları, beklenmedik
iddiaları dile getiriyorlar. Daha sıkıştıklarında provokasyonların dozunu
artıracaklarını biliyoruz.
İktidarın
meşruiyeti
Bu
mücadele AKP'nin "hükümet etme" yetkisinin sınandığı asli mücadele.
Irak savaşında ABD'nin yanında yer almaya zorlanması, AKP'nin özerk siyaset
geliştirme yetisinin sınandığı ilk cepheydi. İçinde bulunulan konum zor ama bu
şu olguyu ortadan kaldırmıyor. AKP yöneticileri, Irak konusunda son tahlilde
savaş çığırtkanlarına teslim olmalarının onlara "hükümet partisi"
meşruiyeti vermeyeceğini büyük ihtimalle kestiriyorlardır. Eğer
kestirmiyorlarsa, ki AKP'nin içindeki milliyetçi-otoriter damarın kabarması da
mümkün, bu savaşçı angajmanlarının toplum nezdinde teslimiyet olarak
algılanacağını ve onların artı hanesine yazılmayacağını da düşünmeleri gerekir.
Savaş taraf olmakla AKP devletin partisi olduğunu kanıtlamış olur ama bu
"hükümet etme" ve "meşruiyet" sorununu çözmez.
Buna
karşılık AKP'nin iktidar meşruiyetinin esas sınandığı yer Kıbrıs sorunu olacak.
AKP'nin Kıbrıs kördüğümünü Kıbrıs Türklerinin istemleri yönünde çözmesi,
devletçi-miliyetçi muhafazakâr kampın diğer direniş noktalarını, statüko siperlerini
temellerinden sarsacak bir dalga yaratacak. İki taraf da bunun bilincinde
olduğu için, bugün Türkiye siyaset sahnesinin en şiddetli çatışma alanını
Kıbrıs sorunu oluşturuyor. 12 Eylül rejiminin zımni kurallarından biri olan,
hassas dış politika konularına siyasal partilerin bulaşmaması, hükümette
olsalar bile inisyatif almaması kuralını bozan Erdoğan'ın siyasal geleceği de
bu soruna bağlı. Bu bilek güreşinde yenilen taraf bunun ardından kolay kolay
toparlanamayacak.
Türkiye'nin
orta vadedeki geleceği bugün Kıbrıs'ta kilitli. Bu kilit taşı yerinden
oynadığında, Türkiye toplumunun başına çöreklenerek onu boğan otoriter-devletçi
tahakkümü geriletmek mümkün olacak. Aksi takdirde, Irak savaşının da
tetikleyeceği yeni "KKTC"lerin yaratacağı sorunlarla uluslararası
dünyadan izole olan, içine kapanmış, sönüp pörsüyen bir Türkiye'de yaşamaya
kendimizi hazırlayalım. ‘’Bu
yazının linkini vereyim.
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=1971
• En son kitabı ise ERGENEKON’A GELMEDEN TÜRKİYE’DE DEVLET
ZİHNİYETİ isimli
kitabıdır. Bu kitabı ÜMİT KIVANÇ ile birlikte yazmıştır ve kitap BİRİKİM
YAYINLARI tarafından yayımlanmıştır.
• Açık Radyo’da ÖMER
MADRA ile birlikte program yapan Ahmet İnsel’in, Ümit Kıvanç ile yaptıkları
programın linkini aşağıya yapıştırıyorum. Bu röportajdan özellikle bir bölüm
benim ilgimi çekti. Bu kısmı paylaşayım sizinle:
Link aşağıdadır.
http://www.acikradyo.com.tr/default.aspx?_mv=a&aid=23018
Alıntıladığım
kısım aşağıdadır:
ÖM:
Ergenekon’un boyutları herhangi bir şeyle sınırlanabilecek
gibi küçük gözükmüyor doğrusu, hem tarihsel, hem ekonomik
hem de siyasal boyutları,
cinai boyutları da var. Dolayısıyla CHP de eğer
bir kurum olarak, siyasi bir kurum, bir örgüt olarak kalacaksa, muhakkak bir
tavır belirlemek zorunda kalacaktır.
Aİ:
Bir tavır belirledi, “avukatıyız” dedi, ama
o tavırda herhalde ısrar edemeyecektir.
ÖM:
O tavırda kalamayacaktır diye ümit ediyorum.
ÜK:
Nasıl kalamayacak? Orada halen görevdeki bir sürü insan geçiyor, şimdi özel
kuvvetler komutanlığından biriyle telefonda konuşuyor bir Ergenekon sanığı ve “emrinizdeyiz, buyurun” diyor. Gazeteci bir kadın oradaki bir albaya fırça atabiliyor. Bunlar basit şeyler değil,
yenilir, yutulur şeyler değil. “Avukatıyım” derken bir yandan bunlar çıktığında
yapabileceğiniz bir tek şey var bunları inkâr etmek. Bunları
bir yerinden kabul etmeğe başladığı zaman, -inşallah
öyle olur- Baykal’dan da kurtuluruz bu vesileyle.
ÖM: CHP’nin
yerle yeksan olması gerekir
bence.
ÜK: Şimdiye kadar 10 kere olması gerekirdi Deniz
Baykal bir lideri olduğu için.
ÖM: Ergenekon’un
arkasında bir tavır alarak devam ettirmesi biraz zor
gibi.
Aİ:
O da büyük bir sorun, ama sadece CHP değil, tabii büyük bir tıkaç fonksiyonu
görüyor, ama onun ötesinde toplumun da, toplumsal hareketlerin de, demokratik
hareketlerin de, sendikaların da sorumluluğu var; sendikalar “bu bizim işimiz değildir,
biz ekmek parasını eve götüreceğiz” dedikleri andan itibaren ne yapmalıyız? Mafya
ilişkileri, oradaki manipülasyonlar, bazı sendikaların bu
işte kullanılması vs. bütün bunları da dikkate alarak insanların bakması lazım.
“Ergenekon davası sonuçlandığında
Türkiye AKP tarafından tertemiz yıkanmış olacak” diye bir beklentide bulunmak bütünüyle safdilliktir. “Ak Parti” tabiri de benim sevmediğim, çoğumuzun da sevmediği bir tabir,
çünkü bir temizleme tozu değil bu parti. Otoriter vasıflarını, otoriter
tepkilerini, otoriter reflekslerini biraz evvel ele aldık, muhafazakâr
olduklarını biliyoruz, şiddetli biçimde bir kültürel muhafazakârlık söz konusu,
ama bütün bunların yanında toplumsal değişim açısından ben ümitliyim. Ergenekon’un sonuçları büyük mü olur,
az mı olur, çok mu olur bilmiyorum, ben Türkiye’de azla yetinmesini de öğrendim,
dolayısıyla az da olsa önemlidir, hiçbir şekilde burun
kıvrılacak, “aman bundan bir şey çıkmaz” deyip
de kenara çekilecek bir konu
değildir. Bunu diyen kişiler de sadece kendilerini
toplumsal mücadelelerden ve
siyaset alanından çekmişler anlamına
gelir.
ÖM:
Çok teşekkür ederiz, kendimize bir iç bakış yapma fırsatı da bulduk sayenizde.
Buradan
çıkartılması gereken notlar:
1. Bir
Türk’ün Fransa’nın en ünlü üniversitesinde rektör
olabilmesi bana ilginç geldi.
2. Açık
Radyo şu ana kadar incelediğimiz kişilerin bir çeşit buluşma noktası, adeta
başka bir ortak noktaları. Bu kesin olarak belli.
3. Sosyalist
bir dünya görüşüne sahip izlenimi veriyor. Ama bu sosyalizm ile Marx’ın anladığı sosyalizm ne kadar ilintilidir? Tartışma konusu.
4. Artık
söylemeye gerek yok, şu OSIAF New York şubesinin 2003 yılında yaynladığı
raporda Soros’tan destek alan
kişiler arasında onun da adı geçiyor.
5. Kıbrıs
ile ilgili yukarıda alıntıladığım yazısında Türk askerini Kıbrıs'ta işgalci
olarak gören görüşü destekliyor. Yanlış mı anladım sizce?
OSMAN
KAVALA:
• 1957
Paris doğumludur. İstanbul Robert Lisesi'ni bitirdikten sonra Manchester Üniversitesi
Ekonomi bölümünden mezun olmuştur.
• Babası
Mehmet Kavala'nın 1982 yılında vefat etmesinin ardından, Kavala Grubunda
yönetici olarak çalışmaya başlamıştır.
• Osman
Kavala Türk-Polonya İş Konseyi, Türk-Yunan İş Konseyi, Center for Democracy in
Southeast Europe (Güneydoğu Avrupa'da Demokrasi Merkezi) gibi çeşitli iş ve
toplumsal kuruluşların Yönetim Kurulu üyeliklerinde bulunmuştur.
• KAVALA
GRUBU, Türkiye’deki ilk 2 GSM
operatöründen birisi olan TURKCELL’in kurucularındandır. ÇUKUROVA
HOLDİNG, MURAT VARGI ve
KAVALA GRUBU’nun yerli işbirliği ile birlikte FİNLANDİYA TELEKOM’un ortak yatırımı olarak ortaya çıkmıştır TURKCELL.
• KVK
isimli şirket aracılığı ile cep telefonlarını pazarlamıştır bu topluluk.
Hepimizin duyduğu KVK’nın açılımı KARAMEHMET-VARGI-KAVALA’dır. 2000 yılında 6 milyon 150 bin aboneye ulaşmışlardır.
• 1998
yılında içine girdikleri mali kriz nedeniyle KAVALA GRUBU, TURKCELL hisselerini
BİKKA (BİLGİ VE KAYNAK A.Ş.)’ya
devretmiştir.
• TARIK
BUĞRA'nın kızı AYŞE BUĞRA ile evlidir.
• Mart
2006’da GÜRBÜZ ÇAPAN ile
birlikte BİRGÜN gazetesine ortak oldu.
• Bir sitede rastladığım, DİHA (PKK yandaşı
haber ajansı)’nın kendisi ile yaptığı röportajın bazı yerleri çok ilginç.
Okumanızı rica edeceğim. Ben birkaç
alıntıyı aşağıya yapıştıracağım. Sonra linki de vereceğim.
Osman KAVALA röportajı
Buradan çıkartılması gereken
notlar:
1. Aileden
zengin.
2. Yönetmen
TARIK BUĞRA’nın kızı ile evli
olmasını da not edelim.
3. SOROS’un bu ekonomi-işletme-iktisat üzerine eğitim alan kişilerle
ilişki içinde olmasının tesadüf olmadığının bence
kanıtıdır. Çünkü Osman Kavala’da
Ekonomi Bölümü mezunudur ve hem de İngiltere-Manchester Üniversitesi’nden.
4. GÜRBÜZ
ÇAPAN ile ortaklığı ilginç.
5. Farkında
mısınız bilmiyorum ama şu ana kadar haklarında sadece birkaç satır yazdığımız
bu isimler dönüp dolaşıp ille de sözüm ona KÜRT sorunu-PKK-DTP hakkında İLGİNÇ
sözler söylüyorlar.
6. TURKCELL
ile hayata bağlanan sadece sizler ve bizler değilmişiz demek ki
arkadaşlar.
ESER
KARAKAŞ:
• 1953 İstanbul Doğumlu Türk akademisyen.
• 1978 yılında Boğaziçi Üniversitesi İdari
Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümü'ne girdi. 1978 yılında İktisat alanında
İstanbul Üniversitesi'nde yüksek lisans, 1985 yılında aynı üniversitede Maliye
Anabilim Dalı'nda doktorasını yaptı. 1987'de İstanbul Üniversitesi İktisat
Fakültesi'nde yardımcı doçent, 1990'da doçent ve 1996 yılında da profesör oldu.
17 tane yüksek lisans ve 5 tane doktora tezi vardır. 1993-99 yılları arasında
İstanbul Üniversitesi'nde bölüm başkan yardımcılığı ve 1991-99 yılları arasında
anabilim dalı başkanlığı yapmıştır. 1999-2003 yılları arasında Bahçeşehir
Üniversitesi İşletme Fakültesi Dekanlığı yapmıştır.
• Yazdığı kitaplar:
1. Sivil
siyaset küresel ekonomi
2. Normalleşme
Avrupa Birliği sürecinde Türkiye
3. Barış
köprüleri dünyaya açılan Türk okulları (İLBER ORTAYLI ve TOKTAMIŞ ATEŞ ile
ortak yayın.)
• SAINT
JOSEPH lisesi mezunu.
• YENİ YÜZYIL gazetesinde başladığı köşe
yazarlığına, REFERANS, FİNANSAL FORUM, STAR gibi gazetelerde devam etmiştir.
• Türban serbestisi için yapılan imza
kampanyasına destek vermiştir.
• TRT’de katıldığı bir programda yaptığı ilginç konuşmanın tam metni için aşağıda vereceğim linki tıklayın lütfen. Ben ilginç gördüğüm kısımları aşağıya yapıştırıyorum.
Son zamanlar çok moda, laik cumhuriyet...
Tek başına laik cumhuriyet benim için çok anlam ifade etmiyor. Laik cumhuriyeti
savunanlar aynı ölçüde demokratik cumhuriyeti savunmak zorunda... Laik
cumhuriyet diye bayrak açarsam demokratik cumhuriyeti dışlayabilirim. O nedenle
hukuk devleti matematiksel olarak öne çıkar. Laik cumhuriyette, laiklik
olmayabilir. Ama eğer hukuk devleti öne çıkarsa zaten mecburen laik cumhuriyeti
savunursunuz. Demokrasinin olmazsa olmazıdır laiklik. Ama tek başına laiklik
için demokrasi olmazsa olmaz değildir.
Bir kere 8 bin çalışanıyla Diyanet İşleri
Kurumu varken devlet içinde devlete bağlı bu ülkede laiklikten söz edilebilir
mi?
Linki
aşağıya yapıştırıyorum.
http://www.tumgazeteler.com/?a=2666130
• STAR gazetesinde 12 Ekim 2008 tarihinde
ki yazısı da hayli ilginç yazıları içinden seçtiğim bir yazı. Aşağıya bu yazıyı
yapıştırıyorum. Nereden aldığımı görmek isteyenler için linkide en alta
yapıştıracağım. Yazının başlığı ‘’NOBELLER
ve ABD ile AVRUPA neden çökmez?
Alıntı
yaptığım link aşağıdadır.
http://www.haber7.com/haber/20081012/ABD-ile-Avrupa-neden-cokmez.php
• Yine Aynı yazarın ilginç bir yazısını
aşağıya yapıştırıyorum. Yazı STAR gazetesinde 20 Mayıs 2007’de yayımlanmış. Başlığı: ‘CUMHURİYETİN TEMEL YANLIŞI’
Linki
aşağıya yapıştırıyorum.
http://www.mollacami.com/konu/cumhuriyetiin-temel-yanli-i-prof-dr-eser--13086.html
Buradan
çıkartılması gereken notlar:
1. ABD ve AB projelerini destekleyen bir
iktisatçı.
2. Robert mezunu, Paris’ten mezun, Kadıköy Anadolu Lisesi mezunu (yahu ben de KAL mezunuyum, ben de mi
SOROSÇUyum, neyim? : ) derken;
Eser Karakaş’ın da SAINT
JOSEPH mezunu olması ilginç. Demek ki özellikle yabancı
dille eğitim yapan okullarda
zihnen de devşirme işlemimi yapılıyor acaba şeklinde bir düşünce akıldan geçmiyor
değil?
3. ABD-AB yandaşı, Fettullah okullarını öven
ve bu konuda ortak kitap bile yazan,türban savunucu demokratlardan olduğu
tescillenmiş.
4. Laiklik, cumhuriyet konularındaki
yukarıdaki yazılarından da anlaşılacak görüşleri bence SOROS’un nasıl kişiler
ile ilşkide olduğunun, nasıl
kişilere yardım ettiğinin fotoğrafıdır.
5. Artık söylemeye üşeniyorum çünkü şu ana
kadar kısaca tanımaya çalıştığımız kişileri hepsi gibi o da SOROS’tan yardım alanlar listesinde ismine yer bulmuş.
OĞUZ
ÖZERDEN
• Eski
BİLGİ ÜNİVERSİTESİ Mütevelli Heyeti Başkanı.
• TESEV
Yönetim Kurulu Üyesi.
• AÇIK
RADYO kurucusu.
• 09.06.1963
Ankara, Maltepe doğumlu.
• Sırasıyla
TED Ankara Koleji, Beyoğlu Atatürk Lisesi'ni bitirdi. 1986'da İstanbul
Üniversitesi İktisat Bölümü-Uluslararası İlişkiler'den mezun oldu.
• YENİ
ASIR gazetesi Dış Haberler Editörü olarak 1989 yılına dek görev yaptı.
• Milli
Eğitim Bakanlığı'nın Lisans üstü yurtdışı burs sınavlarını kazanarak
İngiltere'ye gitti.
• 1991'de
Cambridge University'de hazırladığı master tezi ile Master of Philosophy
derecesi aldı.Bu tezi ile medya-siyaset-kamuoyu arasındaki etkileşimlerini
incelemiş.
• 1991'de İngiliz LEGION TELECOMUNICATIONS
grubu ile ALO BİLGİ Telekomünikasyon Hizmetleri isimli şirket kurdu. 1994
yılına kadar bu şirketin Genel Müdürlüğünü yaptı.
• 1992-1995 yılları arasında;
BİLGİ HASTANESİ,
ICV REKLAM HİZMETLERİ,
ALO MARKET,
ART TV YAPIM,
AÇIK RADYO
gibi
kuruluş ve/veya yönetimlerinde aktif görev aldı.
• 1993 yılında ATV’nin kuruluşunda
kısa bir süre Yayın Yönetmenliği yaptı.
• 1994 yılında kurduğu ISIS (School of
International Studies) kendi deyişine göre iletişimden bilgi sektörüne
geçişinde dönüm noktası oldu. ISIS aracılığı ile University of Portsmouth ve
London School of Ecomonics ile ortak eğitim programları düzenlediler.
• Yine 1994 yılında BİLGİ EĞİTİM VE KÜLTÜR
VAKFI’nı kurdu. Bu aynı zamanda yine kendi deyimiyle İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin temellerinin atılması anlamına geliyordu. Nitekim 1996 yılında İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ kuruldu. Buraya kadar olan
bilgilerin önemli bir
bölümünü Erdal Şafak’ın
19.12.2005 tarihli SABAH gazetesindeki yazıdan aldım.
Yazının linkini aşağıya veriyorum.
http://www.sabah.com.tr/...p/gnc105-20051211-102.html
• 19.05.2008 tarihinde BİLGİ ÜNİVERSİTESİ
eski ABD Dış İşleri Bakanı Madeleine Albright onuruna SANTRAL İSTANBUL’da yemek verdi. Yemekte Oğuz Özerden,Başbakan,
SABAH gazetesi sahibi, genel yayın
yönetmeni birlikte aynı masada oturdular. Pek sevmememe
rağmen ORAY EĞİN’in AKŞAM
gazetesinde ki 21.05.2008 tarihli yazısını okumanızı tavsiye ederim. Linki aşağıya
veriyorum.
http://www.tumgazeteler.com/?a=2867753
• AZİZ NESİN’in oğlu
matematik profesöri ALİ NESİN’in İzmir’in Şirince
ilçesindeki MATEMATİK KÖYÜ projesine
pek çok ünlü ile birlikte OĞUZ
ÖZERDEN’de destek vermiş.
• Türkiye’nin kendi kendine trilyoner olmuş en genç işadamlarından biri,
belki de en genci.
Buradan çıkartılması gereken notlar:
1. Bu
arkadaşın da böyle hızlı bir biçimde trilyoner olması bana anlamlı geldi. Acaba
ellerinden kim ya da kimler tuttu?
2. 900lü
hatlardan kazandığı para ile bilgi sektörüne yatırım yapan bir kişi. Neden
bilgi sektörü?
3. Asıl
ilginç olanı telekomünikasyon şirketinin kuruluşunda bulunuyor ve genel müdür
oluyor hemen. Yahu böyle bir firma ben niye bulamadım? Ya da var mı
çevrelerinde henüz masterını tamamlamışken gelen ‘’şirket kulalım’’ önerisini değerlendirip
genel müdür olan bir yakınınız? Arkadaşlar nedir bu adam ve
benzerlerindeki keramet?
4. Aynı
şekilde 23 yaşında üniversiteden mezun olan bir adam nasıl YENİ ASIR gibi köklü
bir gazetede DIŞ HABERLER EDİTÖRLÜĞÜ gibi bana göre önemli olması gereken bir
görevi yürütür ya da yürütebilir?
5. Ve henüz
30 yaşında olan bir genç adam nasıl olur da bir televizyonun kuruluşunda Yayın
Yönetmenliği yapabiliyor? Özgeçmişine göre bu konu ile ilgili bir eğitimi yok.
Sadece ve sadece kendisine önemli bir unvan kazandıran bir master tezi var. Ki
anlaşıldığına göre bu tezde medya konusunu öğrenmek ya da öğretmekten ziyade
felsefi bir tez ki FELSEFE USTASI anlamına gelen bir unvan hak etmiş bu tezle.
6. ALİ
NESİN’e yaptığı yardım bana ve tabi ki eminim size de Ali Nesin’in de SOROS’tan yardım
alanlar listesinde Oğuz Özerden ile birlikte buluşması ile anlamlı
gelecektir.
7. SANTRAL
İSTANBUL’un yeri hükümet tarafından
BİLGİ ÜNİVERSİTESİ’ne hibe
edilecek kadar hükümete yakın bir kişi olduğu kesin.
CAN
PAKER (NAFİZ CAN PAKER)
• 1942 doğumlu.
• Robert Kolej, Berlik Teknik Üniversitesi
Makine Mühendisliği Bölümü mezunu. Yıldız Üniversitesi'nde lisansüstü, Colombia
Üniversitesi'nde doktora ve MBA yapmış.
• Türk Henkel'in (Türkiye'de kimya
sanayinin en önde gelen firması diyebiliriz) genel müdürüydü. Dünya genelindeki
Henkel müdürlerinin başkanı ve sözcüsüydü. 2004 yılında emekli oldu.
• 1997 Ocak ayında TESEV yönetim kurulu
başkanı oldu.
• 1998 yılında Sabancı Üniversitesi
Mütevelli Heyeti üyesi oldu.
• 2001 yılında Sabancı Holding Yönetim
Kurulu üyesi oldu.
• 2001 yılında Açık Toplum Enstitüsü
Türkiye Danışma Kurulu üyesi oldu.
• 2002 yılında Açık Toplum Enstitüsü
Tüğrkiye Danışma Kurulu Başkanı oldu.
• TÜSİAD yönetim kurulu üyesi ve Parlamento
Komisyonu'nun başkanı (TÜSİAD siyasete katılımı arttırmak için kurmuştu).
• 2007 yılında Liberal Düşünce Topluluğu
tarafından kendisine Hürriyet Onur Ödülü verildi.
• ENKA Okulları Danışma Kurulu Üyeliği
yapmıştır.
• Liberal-Demokrat çizgide bir politik
görüşü vardır.
• Bir dönem Deniz Baykal'ın
danışmanlarından biridir.
• Mehmet Barlas'ın eşi gazeteci Mecbure
Canan Barlas'ın kardeşidir.
• 13.05.2008 tarihli Vatan gazetesinde
yayınlanan Mine Şenocaklı röportajında, Türkiye'deki çeşitli faaliyetler için
SOROS'tan yıllık ortalama 1 milyon 800 Dolar para aldığını söyledi.
Röportaj,
aşağıdaki ilişimdedir:
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/haberdetay.php?hit=7153
Buradan
çıkartılması gereken notlar:
1. Ilgaz Zorlu isimli Musevi vatandaşımızın
''Evet ben Selanikliyim'' isimli kitabının bazı bölümlerine ulaştım. Bu
vatandaşımız açık açık Sabetay kökenli olduğunu söylüyor ve inanılmaz şeyler
yazıyor. Hatta Can Paker ile mahkemelik olmuşlar ve aşağıdaki ilişimi
tıklarsanız bu vatandaşımızın Can Paker ile ilgili olarak mahkemeye yaptığı
savunmayı okuyabilirsiniz. Gerçekten de bu savunmada inanılmaz iddialar var.
http://www.sabetay.50g.com/Terakki/Vakif/vakif.html
2. Can Paker'in de Sabetay kökenli olduğu
anlaşılıyor.
3. Ilgaz Zorlu'nun mahkemedeki savunmasında
söylediği şu sözler bence çok ama çok ilginçtir:
''Sayın
Nafiz Can Paker tarafından hakkımda ortaya atılan iddiaların tam olarak
mahkemenizin sayın heyeti üzerinde bir kanaat teşkil edebilmesi için
Sabetaycılk konusunun tüm yönleri ile ele alınması ve Türkiye’nin yönetiminde çok
etkili olan bu cemaat hakkında
eldeki mevcut bilgilerin bu mahkeme kanalı ile resmen Türkiye
Cumhuriyeti kayıtlarına girmesinin sağlanması gerekmektedir. Zira bu cemaat üyeleri gizli yahudidirler, Türkiye kamuoyunda gündemi
oluşturacak şekilde bir gruplaşma halindedirler ve ne yazık ki maksatlı olarak
bazıları 1919 dan beri süregelen bir cemaat politikası neticesinde Türkiye’nin bağımsızlığını ve bölünmez bütünlüğünü hedef alaarak bir başka ülkenin yönetimi altına sokulmasını
istemektedirler ve bu amaçla da gizli bir örgüt üyesi gibi çok mühim çalışmalar
yapmaktadırlar. Bu yönü ile bu dava tarihi bir anlam taşımaktadır. Çünkü benim
temel iddiam “Sabetaycı kökenli olarak bir gizli cemiyet oluşturan ve Türkiye
siyasetinde ve devletinde önemli yerlere gelen kamuoyunda liberal solcular
olarak tanınan ve hemen hemen hepsi ya köken olarak sabetaycı olan ya da
evlilikler yoluyla sabetaycı cemaate girmiş kişilerden müteşekkil olan bu örgüt
Türkiye devletini ele geçirme gayreti içindedirler.” Oysa bu cemaat dini vasıfları olan bir
cemattir ve yahudi dini kuralları
gereğince de bu tip
faaliyetlerde bulunması
yasaktır. Tevrat’ta yeralan yaşadığınız ülkenin kurallarına uyacaksınız ayeti
ile de bunun bir dini manası da vardır. Bu kişiler ve kendilerine kan bağı ile
bağlı olan akrabaları; Türk Basını içinde kökenleri 1919 lara kadar dayalı bir
şekilde bir menfaat grubu oluşturmuşlardır. Aynı şekilde Şişli Terakki isimli
bir cemaat okulunun da yönetiminde bir arada bulunmak suretiyle hiç kimsenin
dikkatini çekmeden bir örgütün faaliyetlerini sürdürmektedirler. Sabetaycıların
ondokuzuncu yüzyılda aynı gizli örgüt mantığı ile yeraldıkları Mason Locaları,
Melami Tarikatı ve İttihat Terakki Partisi bugün yerini Şişli Terakki Lisesi’ne bırakmıştır. Dışarıdan bakıldığında sıradan
bir okulmuş gibi algılanan bu okulun yönetiminde yeralan Prof. Asaf Savaş Akat, Prof. İlter Turan, Prof. Ahmet Yücekök, Dr. Nafiz Can Paker bugün Türkiye yönetimine hazırlanan ve perde arkasında da çok
ciddi politik ilişkileri olan kişilerdir.''
Ilgaz
Zorlu, Kudüs'te ki BEN ZEWİ ENSTİTÜSÜ'NDE -ki Sabetaycılığın önemli
kaynaklarının korunduğu enstitüdür- önemli araştırmalar yapmış ve
belge-bilgilere ulaşmıştır. Bu durumu bizzat Prof. Dr. Selçuk Erez Cumhuriyet
gazetesinin Dergi ekinde 30.08.1998 tarihinde yazmıştır.
4. Daha önce kısaca sizlere tanıtmaya
çalıştığımız kişiler gibi onun da Sabancı Grubu ve SOROS ile ortak ilişkileri
dikkate değerdir.
5. Bir şekilde en azından bir dönem sol
içinde etkili bir isim olmuş. Olmuş ki yine bir dönem Deniz Baykal'a
danışmanlık yapabilmiş.
6. Kemal Derviş'in Amerika'dan ile ilk
geldiği dönem üstüste yaptığı görüşmelerde neler konuştuğu pek çok kişinin
merak konusudur.
SALİM
USLU
http://guvenlik.iem.gov.tr/roportaj/salim_uslu.asp
Yukarıdaki
ilişimden de ulaşılacağı üzere, kendi anlatımıyla:
• Çorum-Alaca doğumludur.
• Kamu ve Özel sektörde çalışmış.
• 1995 yılına kadar Hak-İş'e bağlı Öz
Gıda-İş Sendikası ve Hak-İş Konfederasyonu'nda çeşitli görevlerde bulunmuş.
• 1995’ten beri, Hala Öz
Gıda-İş Sendikası
ile Hak-İş Konfederasyonu
Genel Başkanlığı görevini sürdürmektedir.
• AB-Türkiye Karma İstişare Komitesi ve
ETUC (Avrupa İşçi Sendikaları Konfederasyonu) kurulu üyesidir.
• Çeşitli sosyal kültürel vakıf ve
derneklerde kurucu ve mütevelli heyet üyeliklerinde bulunmaktadır.
-
Sendikal hareket, Bütün yönleri 1 Mayıs, Göç isimli kitapların yazarıdır.
• Benden de bir cümle:
Muhafazakar
sendika olarak bilinen HAK-İŞ'in mantıken muhafazakar olması gereken genel
başkanıdır.
Buradan
çıkartılması gereken notlar:
1. Şu ana kadar incelediğimiz isimler
arasında hakkında en az bilgi bulunan kişidir. Bana bu durum çok tuhaf geldi.
Yani SOROS ile bağlantısı olduğu açık. Çünkü Açık Toplum Enstitüsü Danışma
Kurulu üyeliği yapan bir kişinin bir şekilde Amerika ile, Avrupa ile, Sabancı
Grubu ile, ya da bunlardan bir veya birkaçı ile hayatının bir bölümünde bir
araya gelmiş olması gerektiği gibi bir önyargım oluştu şu ana kadar yaptığım
araştırmalardan sonra. Salim Uslu ile ilgili bu konular ile ilgili çok detaylı
bilgiye henüz rastlayamadım. Ayrıca kamu ve özel sektörde çalıştığını bizzat
kendisi söylemiş ama hangi devlet kuruluşlarında ve hangi özel sektör şirketi
ya da şirketlerinde çalıştığına dair bilgiyi henüz bulamadım.
2. Kendisi ile ilgili bir sendikacının uzun
yazısı ilgimi çekti, çünkü hakkında ki iddialar yenilir-yutulur gibi değil. Ve
yine bir başka sendikanın web sitesinde Talat Turhan'ın SOROS ile ilgili
yazdığı yazıda adının geçtiği bölüm de yine şimdiye kadar incelediğimiz kişiler
ile birlikte adının geçtiği görülüyor. Her iki yazıya ait web sitelerini
aşağıda alt alta veriyorum.Dileyen tıklayıp okuyabilir.