Ulusal Eğitim
Derneği Isparta Şubesi olarak, SDÜ Doğu Yerleşkesine yaptırılan erkek öğrenci
yurduna “BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ ÖĞRENCİ YURDU” adı verilmesinin “iptali istemi”
ile 23.01.2018 günü ANKARA İDARE MAHKEMESİ huzurunda dava açtık.
Açtığımız bu
dava, yalnızca bir ad verme işleminin iptal edilip edilmemesi davası değildir.
Bu dava,
Türkiye Cumhuriyetinin temel değerlerine, kuruluşuna, kurucusuna, laik
demokratik cumhuriyete ve cumhuriyet hukukuna karşı olduğu belgelerle sabit bir
kimliğin ve adının itibarlı kılınmasına bir karşı duruşun davasıdır.
Bu dava, aynı
zamanda onun düşüncesini savunan, ideallerini gerçekleştirme amaçlı örgütlenen
ve azımsanamayacak bir sayıda olan “Nur Cemaati”, Ensar, İsmail Ağa ve FETÖ
müritlerine karşı açılmış bir davadır. Bu yönüyle bu dava aynı zamanda siyasi
bir davadır.
23 Ocak 2018 günü Isparta İdare Mahkemesine Sunduğumuz dilekçe
Sayı: 2018/003 Tarih:23.01.2018
Konu: Bediüzzaman Said Nursi Öğrenci
Yurdu
ANKARA İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI'NA
SUNULMAK ÜZERE
ISPARTA İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA
“Yürütmenin Durdurulması İstemlidir.’’
“Duruşma istemlidir
DAVACI: Ulusal Eğitim Derneği Isparta Şubesi Adına: Mahmut ÖZYÜREK (
T.C.No:40045495034.)
Ulusal Eğitim
Derneği Isparta Şubesi - Piri Mehmet Mah. Mimar Sinan cad. No: 55 Uslu Ün Pasaj.
Kat:2 No: 16-17 Isparta
DAVALI: Gençlik
ve Spor Bakanlığı (Kredi Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğü) Ankara
DAVANIN KONUSU
: “Isparta İl Özel İdaresi’nin, SDÜ Doğu Yerleşkesine“kat karşılığı” usulüyle
Isparta Yatırım AŞ’ye 5 bin kişilik yükseköğrenim yurdu yerleşkesi
yaptırmıştır. İl Özel İdaresi’nin KYK
ile imzaladığı protokol gereğince, yurt inşaatlarının tamamlanmasının ardından Gençlik
ve Spor Bakanlığına bağlı Kredi Yurtlar Kurumunun (KYK) işletmesine
devredilmiştir. Devredilen bu yurtlardan birine FETÖ’NÜN de kendini dâhil
ettiği Nur örgütünün kurucusu Said Nursi’nin anıldığı isim olan “BEDİÜZZAMAN
SAİD NURSİ ÖĞRENCİ YURDU” adının verilmesi işleminin yürütmesinin
durdurulması ve iptali istemidir.
İPTALİ
İSTENİLEN İDARİ İŞLEM: Isparta İl Özel
İdaresi’nin, SDÜ Doğu Yerleşkesine“kat karşılığı” usulüyle Isparta Yatırım
AŞ’ye yaptırdığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı -Kredi
Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğünün işletmesine devredilen yurtlardan 2.600 öğrencilik erkek yurduna “Bedîüzzaman Saîd Nursî” adının
verilmesi işleminin iptali
TEBLİĞ TARİHİ: Ad verme işlemi 16 Eylül.2017 tarih ve günlü
yerel basında yayımlandı. (Ek-1) Bunun üzerine 11 Ekim 2017 tarihinde Gençlik
ve Spor Bakanlığı’na Dilekçe yazarak ad verme işleminin iptalini istedik. Dilekçemizin Bakanlık kayıtlarına 18 Ekim
2017 tarihinde girdiği anlaşılmaktadır.(Ek 2)
Ancak Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından yasal süre içinde
dilekçemize olumlu ya da olumsuz bir yanıt verilmemiştir. Bu nedenle Mahkemeniz
nezdinde dava açma gereği ve zorunluluğu doğmuştur.
AÇIKLAMALAR:
Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğü ve önderliğinde,
soylu Türk ulusu tarafından, emperyalizme karşı verilen bir ulusal bağımsızlık
mücadelesi sonucu kurulan Türkiye Cumhuriyeti; ulusal devlet, tam
bağımsızlık ve ulusal egemenlik temelleri üzerinde yükselen laik demokratik
bir Cumhuriyet’tir. Bu durum “Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine
emanet ve tevdi olunan” Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının; Giriş, 1 – 2
ve 3. Maddeleri ile güvence altına alınmıştır
1. SAİD-İ NURSİ'(KÜRDİ)
ATATÜRK VE CUMHURİYET DÜŞMANIDIR
Gençlik ve Spor Bakanlığı -Kredi Yurtlar
Kurumu Genel Müdürlüğünce Isparta SDÜ Erkek Öğrenci yurduna “Bedîüzzaman
Saîd Nursî” adının verilmesi Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının; Giriş, 1 – 2 ve 3. Maddelerine
aykırıdır ve anayasayı ihlal suçunu oluşturmaktadır. Çünkü
a) Said-i Nursi'ye göre “dinsiz”
Türkiye Cumhuriyeti “darül harp”tir. Dolayısıyla bu “darül harp”i
“darül İslam'a” dönüştürmek gerekir! İşte Fetullah'ın, Türkiye
Cumhuriyeti kurumlarına “sızmak” istemesinin temelinde Said-i Nursi'nin
bu “dinsiz Cumhuriyet” safsatası vardır.
Said-i Nursi'nin, Hz. Ali, Şeyh Abdülkadir Geylani ve evliya dediği bazı kimselerden aldığı bir habere göre (!) güya “ahir
zamanda beklenen bir zat gelecek, Hristiyanların ruhani liderleriyle işbirliği
yaparak üç görev yapacak: Birincisi, imanı kurtaracak. İkincisi, şeriatı tatbik
edecek. Üçüncüsü, hilafeti yeniden kuracak.” (Sikke-i Tasdiki Gaybi, s. 9,
10).
Olayların gelişimi, Fetullah'ın, kendisini, Said-i
Nursi'nin bu safsata kehanetindeki “beklenen kutsal adam” olarak
gördüğünü kanıtlıyor. Fetullah'ın, “Dinler Arası Diyalog” gibi
çalışmalarının temeli de buraya dayanıyor. Nitekim Fetullah, “Fasıldan
Fasıla” adlı kitabında Nasr Suresi'nin ilk ayetinde geçen “ve'l
feth” ifadesinin “Fetullah” demek olduğunu iddia ederek şöyle diyor:
“Buradaki nükteye gelince, Allah'ın bizi yaratması, HİZMET YOLUNA sevk
etmesi, halkın kalbini bize tevcih etmesi… Hepsi Allah'ın yardımı ve
inayetiyledir…” (Fetullah Gülen, Fasıldan Fasıla, s. 184). Yani, Fetullah,
Kuran ayetinin kendisini işaret ettiğini belirtiyor. Fetullah'ın,
Kuran ayetlerinin kendisini işaret ettiği düşüncesi Said-i Nursi
kaynaklıdır.
b) Nitekim Said-i Nursi de Kuran'da birçok ayetin kendisinden söz
ettiğini iddia ediyor. Örneğin, “Allah, göklerin ve yerin nurudur” diye
başlayan Nur Suresi'nin 35. ayetindeki “Nur”la kendisinin
kastedildiğini, yine ayette yer alan “ateşsiz yanan bir alevin”
ifadesiyle de kendisinin eğitim görmeden Risale-i Nurları yazabilmesine
gönderme yapıldığını belirtiyor. Güya Hud ve Enam surelerinde Allah
doğrudan doğruya kendisine hitap ediyor! Yine Bakara Suresi 151
ve 269. ayetlerdeki “kendisine hikmet verilen, hikmeti öğreten ve herkese
bilmediği şeyleri bildiren” kişinin kendisi
olduğunu iddia ediyor.
c) Günümüzde Fetullah Gülen’in sürdürdüğü, Said Nursi’nin
dinden sapma olarak ortaya attığı Nurculuğun Laik Cumhuriyete ve Atatürkçü
düşünceye ve Türk devrimine karşı bir hareket olduğunu görebilmek için Nur
Risalelerine bakmak gerekmektedir Barla Mektupları sayfa: 53. Atatürk’ü
kastederek “Tek gözlü Deccal, ya iman et, ya bütün Dünyanın maskarası
olacaksın.” denilmiştir.
d) İslamiyete ve Hakikat-ı Kur’aniyeye karşı
mürtedane mücadele eden bir dessas zındıktır ki(Mustafa Kemal’i
kast ederek) bize hücum etmek için istibdadı mutlaka Cumhuriyet namı vermekle
irtadadı mutlaka-i rejim altına almakla sefahat-ı mutlaka medeniyet takmakla
cebri keyf-i kurfiye, kanun namı vermekle bir istibdadı askeriye ve delalet
kurmuştur.(Said-i Nursi, Sönmez, Sayfa: 21-22, 48,
"Sönmez"
adlı risalede (Sayfa:21-22), Atatürk kastedilerek “Ayasofya Camiini put
haneye, meşihat makamını kızlar lisesine çeviren bu adamı sevmemenin bir suç
olması imkânı var mı?” denilmiştir.
e) Said Nursi’nin yolundan giden Fetullah
Gülen’de; Atatürk,
devrimleri ile toplumun İslam’dan ve inançtan uzaklaştırıldığı için Deccal (Ahir
zamanda ortaya çıkacak fitnenin başı) olarak, Cumhuriyet düzenini ‘Kâfirler
düzeni’ olarak tanımlıyordu.
f) Ayrıca Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet'ten, “Dinsiz Cumhuriyet”
diye söz ediyor! Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı süresinden söz ederken de “Müddet-i
firavuniyeti” (Firavunluk süresi) ifadesini kullanıyor.
g) Said-i Nursi, Atatürk
Cumhuriyeti'ni “İstibdad-ı askeriye-yi keyfiyeyi küfriye” olarak
adlandırıyor.
h) 16 Eylül 1919’da İkdam gazetesinde bir bildiri yayınlayarak, Türk Ulusunu
Kuvayı Milliye’ye destek vermemeye, hatta onlara karşı mücadele etmeye
çağırır.
“Ey Anadolu’nun mazlum ve muhterem ahalisi! Elinize aldığınız bu
fetva-yı şerife göre, bu katil canavarları (Atatürk’ü ve Kuvvacıları kast
ediyor), daha ziyade yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz. Allah’ını,
Peygamberini ve padişahını seven bu tarafa gelsin...”
i) "Deccale siyaset vasıtasıyla galip gelinmez" (Tarihçe-i
Hayat, s. 136.) diyen Said Kürdi, Laik Demokratik sistemi reddetmektedir.
Siyaset dışı yöntemlerin neler olabileceğini Yüksek Mahkemenin Takdirlerine
bırakıyoruz.
ÖZETLE; Eğer FETÖ bir terör örgütü ise(ki öyledir) FETÖ
bataklığını besleyen ana damar Said-i Nursi'dir. FETÖ, Said-i
Nursi'nin risalelerinden beslenmiştir. FETÖ'nün “ışık
evlerinde” yıllarca Said-i Nursi'nin “Bunları
ben yazmıyorum, bana yazdırılıyor” ve “Arş-ı
azamdan indiği muhakkaktır” dediği Nur
Risaleleri okutulmuştur. FETÖ müritleri, Kuran'dan
çok, Nur Risalelerinden etkilenmiştir. FETÖ'nün kara
kutusu Said-i Nursi'dir.
Bu yalnızca bizim kanımız değildir. Jandarma Genel Komutanlığı'nın
2000 yılında, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderdiği "Askeri Kesimde
Nurculuk Eğitimi Yürüten Teşkilat" başlıklı raporunda belirtildiği gibi
“nurcular dokuz gruba ayrılmış olup, içlerinde en güçlü konumda bulunan
Fethullahçılardır.” (Nusret Senem Jandarma Genel Komutanlığı Raporlarında
Fethullah Gülen)
.
Said-i Nursi ile başlayan ve Fethullah Gülen’e
uzanan çizgi özünde, Cumhuriyet dönemi şeriatçılığının, Atatürk ve
Cumhuriyet düşmanlığının, , Atatürk laik ulus-devleti kurduktan sonra onu
yıkmak için emperyalizme hizmet eden şeriatçılığın tarihidir. Cumhuriyet
tarihi incelenirse ileri sürdüğümüz bu görüşü kanıtlayacak yüzlerce örnek
bulunmaktadır. Biz yalnızca birkaç örnek vermekle yetinelim.
a)
Said Nursi’nin “Binler Nur evleri” projesi Fetullah Gülen tarafından
öylesine geliştirilmiştir’ ki “binlerce Işık Evine, liselere, kolejlere,
üniversitelere” dönüştürülmüştür.
b)
Said’i Kürdi-Nursi, evlerdeki toplantılarda “konferans” verdiğini
söylüyordu. Fetullah Gülen, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin, hükümetlerin
desteğiyle “Bedi üz-Zaman Said-i Kürdi-Nursi konferansları” düzenledi.
Koreli Moon’un, Vatikan’ın temsilcileri, İngiliz İslamcıları da konferansları
destekledi.
c)
Said’i Kürdi-Nursi, “Nur Risaleleri” adı verilen kitapçıklarla
kitlelere ulaşmaya çalışmıştı. Siyasal iktidarların birkaç oy hırsları
nedeniyle desteklerini esirgemedikleri Fetullah Gülen, yayınevleri,
dershaneler, televizyonlar kurdu; gazeteler, dergiler yayınladı.
d)
Fetullah Gülen’in misyonuna hizmet ettiği Papalık ve Vatikan’ın
Müslümanları Hıristiyanlaştırma amaçlı Dinler arası Diyalog tuzağının
temelleri Said Nursi eliyle atıldı. Said-i Nursi, “Şimdi ehl-i iman, değil
Müslüman kardeşleriyle, belki Hristiyan’ın dindar ruhanileriyle ittifak etmek
ve medar-ı ihtilaf meseleleri nazara almamak, niza etmemek gerekir. Çünkü
küfr-ü mutlak hücum ediyor.” (Emirdağ Lahikası, c. 1, s. 194) Fetullah
Gülen de 9 Şubat 1998 günü Papa’yı ziyaretinde sunduğu mektubunda “Papalık
misyonunun bir parçası olmak üzere huzurda bulunduğunu” ilan etmiştir. (Bu
mektubu, 10 Şubat 1998’de Zaman gazetesi, aynı haftaki Aksiyon dergisi
yayınlamıştır.)
e)
ABD ile olmaya Gülen “Ehven-i Şer” demiştir, hocası Sait Nursi’de
aynı şeyi demiştir. NATO’nun Sait Nursi eksenli kurduğu “yeşil kuşak”
Gülen ile devam ettirildi.
f)
Gülen ne yaptıysa, hocasını taklit ettiği için yapmıştır. Sait Nursi’de
darbecidir. Abdülhamit’e yapılan darbe teşebbüsünün içinde’ de o çıkmıştır.
g)
Fetullah Gülen, Said’i Kürdi-Nursi’nin ulaşmak istediği amaç ve
emelleri hakkıyla yerine getirmiş “darül harp”i “darül İslam'a” dönüştürmek,
Laik Cumhuriyeti yıkarak, , Said’i Kürdi-Nursi’nin nihai hedefi olan “hilafeti yeniden kurmak” amacıyla 15
Temmuz kalkışmasını düzenlemiştir.
FETÖ’nün ve beslendiği
kaynak Said Nursi olduğuna göre, Fethullah Gülen’i de “üstadı” Said Nursi
yetiştirdiğine göre, ne öğrendiyse ondan öğrendiğine göre, onun risalelerinden
beslendiğine göre, o risalelerin gösterdiği yolda ilerleyip Vatikan’ın
misyonunu sahiplendiğine göre, SAİD
NURSİ ADININ YÜKSEKÖĞRENİM ÖĞRENCİ YURDUNA VERİLMESİ, bilerek ve isteyerek Türkiye
cumhuriyetine karşı düzenlenmiş bir suikast hareketidir.
2.
SAİD-İ NURSİ'(KÜRDİ) AKLI, BİLİMSELLİĞİ VE
BİLİMİN YASALARINI YOK SAYAR
a.
Risale-i
Nur u okumak ve yazmak, âlim olmak için yeterlidir. Başka bir şey istemez. (meyve
risalesi) fazla değil yalnızca 1 yıl bu risaleleri ve onun verdiği dersleri
okuyan kimse, bu zamanın en önemli en gerçek âlimi olur.
b. Risale-i nur bir elektriğe benzer. Son
derece yüksek ve derin bir ilimdir. O Öyleyken, ne tahsile, ne ders çalışmağa,
hacet kalmadan, zahmet bile çekmeden herkes onu anlayabilir.(sikkeyi tasdiki
gaybi)
c. Lem’alar’da yer alan İhlâs Risalesinde, “Bir
sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın
mühim, hakikatli bir âlimi olabilir” Risale-i nur tek başına bir ordu kadar
güçlüdür.( sikkeyi tasdiki gaybi)
d. Risale-i Nur, herkese, abı hayat=hayat suyunu,
yani ölmezlik suyunu içiriyor. Musa peygamberin asası, nasıl bir taştan 12
çeşme akıttıysa ve gerek musayı, gerek beraberindekileri nasıl susuzluktan kurtardıysa,
risale-i nurda öyledir. Bir kuran asasıdır.(miftahül imam)
e. Medrese usulünce hiç olmazsa on beş sene tahsil-i ilim lâzım geliyor ki
hakaik-i diniye ve ulûm-u İslâmiye tam elde edilsin. O zamanda Sa’îd'de, değil
hârika bir zekâ veya bir manevî kuvvet; belki bütün istidad ve kabiliyetinin
haricinde bir acib tarz ile bir-iki sene Sarf ve Nahiv mebadisini gördükten
sonra üç ayda acib bir tarzda kırk-elli kitabı güya okumuş ve icazet almış gibi
bir halet göründü.( Emirdağ Lahikası, sh. 73.)
Anayasamızın 58 maddesi (A. Gençliğin korunması)“Devlet,
istiklâl ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müspet ilmin ışığında,
Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve
gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır.” Demektedir.
Üniversiteler bilimin üretildiği yerlerdir. Üniversite
ayrıca, meslek edinmenin ötesinde; özgür düşünme, tartışma ve düşünce üretme
ortamının olduğu yerdir. Başka deyişle; aklın özgür olduğu, eleştirel düşünme
sistematiğinin benimsenip kullanıldığı, dogmaların ise yer bulamadığı ve
yeşeremediği yerdir. Özgür düşünen birey araştırır, sorgular ve akıl-mantık
çerçevesinde bir yaklaşım göstererek dogmatik düşünüşe panzehir oluşturur!
Şablonik kuralları, temelsiz bilgi ve düşünceleri/fikirleri yıkar! Özellikle ırkçı-etnisiteci ideolojilerin,
dinsel dogmaların, hurafe/batıl inançların ve tabuların egemen olduğu
toplumlar, demokratik ve özgür olamadığı gibi her türlü otoriter/totaliter ve
faşist dikta rejimlerine kaynak oluşturur. Çünkü bu sistem ve rejimler daha çok
cehaletten beslenir! Özgür düşünceyi
besleyen ana kaynak ise laikliktir.
“Risale-i Nur u okumak ve yazmak, âlim olmak için yeterlidir. Başka
bir şey istemez.” diyebilen bir anlayış en hafif söylemle
akıl ve bilim yoksunudur. Pozitif tüm bilimlere, özgür düşünceye karşı, kendi
ortaya attığı safsataları “bilim” olarak
kabul eden Said Nursi/Kürdi’nin adının “dogmaların yer bulamadığı ve yeşeremediği” amaçlı bir kurumun ek
yerleşkesine verilmesi Anayasamıza aykırı olduğu kadar, Üniversite Kurumuna
karşı işlenmiş büyük bir cinayettir. Bu cinayete Laik ve evrensel hukuk karşı
durmalıdır. Aksi takdirde bu örnekler artar.
Gücü elinde bulunduranın, kendi
değerlerini oluşturmak ve topluma dayatmak isteği eşyanın doğası gereğidir; bu
konuda bir tuhaflık yok. Buradan hareketle; Atatürk’ün yavaş yavaş toplumsal
hayattan çıkarılmak istendiği, ders kitaplarına Atatürk yerine Said-i Nursi
fotoğraflarının basılacağı, devlet dairelerinde Said-i Nursi posterleri bulunacağı,
belki de Atatürk yerine Said-i Nursi heykelleri dikileceği sonucuna varmak da
mümkün. Bunlar (kuvvetli olmakla beraber) sadece birer varsayım olsa da, Nur
Cemaatinin arzularının bu yönde olduğu gerçeğini değiştirmiyor. 15 Temmuz
kalkışması bunun en somut göstergesidir.
3.
SAİD-İ NURSİ'(KÜRDİ) LAİKLİK
DÜŞMANIDIR
a.
"İslam dininde
inkılap yapmak, şeriat aleyhtarlığı olduğu için, İslamiyet dairesine aykırı,
inkılaplar da İslamiyet’e aykırıdır." (mektubat, 403)
b.
- Şahs-ı
Manevi hükümetin Müslüman olması gereklidir. (Said-i Nursi, Hutbe-i
Şamiye, Sayfa : 80
c.
Laik Cumhuriyetçi düzen 20 senelik inkılaplar sonucu doğmuştur ve dini
müthiş sadmeye maruz bırakmıştır. (Münazarat, Sayfa:
135-141,
d.
"Türkiye kuruluşu
itibariyle dinden uzak kalmış ve dine karşıdır. Laiklik ile dinsizlik arasında
hiçbir fark yoktur. Reform Hristiyanlıkta mümkündür. Türk inkılapları dahi Hristiyan
reformlarının taklidinden ibarettir. Zira İslamiyet hiçbir reforma ihtiyaç
göstermeyecek kadar mükemmeldir." (mektubat, 401)
e.
"Türkiye'nin
siyasi rejimi Nur saadetini söndürmeye çalışmaktadır. Kemalistler seviyesiz,
anarşist kimselerdir" (tiryak, sf.65)
f.
"Mesnevi-i
Nuriye" risalesinde (Sayfa: 80-82), “Alem-i İslam’da yapılacak
inkılaplar, İslam’ı esaslara uygun olmak zorundadır. Aksi takdirde gayri meşrudur,
bu bakımdan Meclis aynı zamanda hilafet görevi görmelidir” denilmiştir.
g.
"Mucize-i
Kur’ aniye" isimli risalede (Sayfa:191-192), "Müslümanlara
Kur’an dışında bir Anayasa lazım değildir, 1347 yılında felsefenin tahakkümü
ile bu dindar millete ehemmiyetli tahayyüşler düçar kılınmıştır ve Anayasa’da
devlet dininin İslam olduğu yolundaki hüküm kaldırılmıştır. Bu durumda gerçek
kanuni esasi tatbik edilmediği gibi, Kur’an da belirtilen Şer'i inkılapta
tahakkuk ettirilememiştir. Hâlbuki Kur’an, Cumhuriyet Anayasası gibi birkaç
kişinin iradesi değil, ilahi bir iradenin sonucudur.” denilmektedir.
h.
Çok
kadın ile evlenmek İslami olduğu için caiz ve şarttır. Taaddüdü Zevcat tabiata,
akla, hikmete muvafıktır. (Said-i Nursi, Hanımlar Rehberi, Sayfa: 57).
A.
Türkiye
de laiklik, cumhuriyetin değişmez bir niteliği ve özel öneme sahip olan
ilkesidir. AYM Kararlarında; “Tüm devlet kuruluşlarında ve işlemlerinde olduğu gibi öğretim ve
eğitimin her düzeyinde laiklik ilkesine özenle uyulmalıdır.”denilmektedir.
B.
Yine AYM “Din kurallarına göre yapılan düzenlemeler
hukuksal nitelik taşımaz. Din kurallarının kaynağı Tanrı’dır. Hukukun kaynağı
ise hukuku yaratan istenç olarak kendi ulusunun istencidir. ... Hukuk düzeni,
dinsel düzeni dışarıda bırakan, varlığını hukuktan alıp hukukla sürdüren devlettir...
Yasalar dine dayanamaz ve bağlanamaz.” Demektedir.
C.
“Önce Said Nursi’nin halen Fethullah
Gülen'in liderliğini yaptığı Nur örgütü; bir cemaat (ya da azınlık) değildir,
olması da hukuken düşünülemez. Nasıl ki, adındaki ''ilk
harf'' parti anlamında olan PKK, kendisine yaptığı
nitelendirmeye karşın bir parti değil, iç hukukun nitelendirmesi uyarınca terör
örgütü sayılmakta ise Nur oluşumu da iç hukukun
nitelendirmesi yönünden kesin olarak cemaat değildir. İç hukukun ''tanıdığı'' İslami
cemaat yoktur.”
D.
Said Nursi/Kürdi,
Cumhuriyetin laik hukuk sistemini reddeder. Hukukun “şer'î
hükümlere uygun olmak” koşulunu hemen her ortamda öne sürer. Türkiye dini bakımdan “çok dinli” bir yapıya
sahiptir. Eğer Müslümanlar için “şer'î
hukuk” uygulanmaya kalkışılırsa, her din, hatta mezhep mensubu da kendi hukukunun
uygulanmasını isteyecektir. Bu durum
“çok hukukluluğa” neden olur. Hâlbuki çok hukuklu sistemin
savunulmasının laiklik ilkesine aykırı olduğuna ilişkin Anayasa Mahkemesi
kararı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da kabul görmüştür. Anayasa
Mahkemesinin “ulus olmanın koşullarından biri de hukuk ve yargı birliğinin sağlanmasıdır.
Hukukun din, mezhep ve etnik farklılıklara değil, çağdaş değerlere göre
düzenlenmesi gerekir. Bireylerin inançları nedeniyle farklı hukuka bağlı
olmalarına yol açacak, çok hukukluluğun dini ayrımcılığa neden olabileceği akıl
ve çağdaş bilime dayalı laik düzeni sarsacağı açıktır. Böyle bir düşüncenin
Anayasa ve evrensel değerleri yansıtan İnsan Hakları Sözleşmeleri Karşısında
koruma görmesi olanaksızdır.” hükmü günümüzde de geçerliliğini
korumaktadır.
E.
Yüce Atatürk'ün kendi
nitelemesiyle, "Türk Devriminin
temel taşı laikliktir.” Çünkü Türk Devrimi, gericiliğin batağına düşerek
yıkılmış Osmanlı Devleti'nin külleri arasından modern Türkiye Cumhuriyeti'nin
doğuşudur.
F.
Laiklik, hukuki bir kavramdır. Hem de öyle bir hukuki kavramdır ki, tanımı,
değişmez bir şekilde Anayasanın özüne ve ruhuna kazınmıştır: Laiklik, hukuk
kurallarının insanlar tarafından yazılmasıdır. Laiklik, hukukun insanlar
tarafından yaratılmasıdır.
G.
Hukukun kaynağının
insan olduğu kabul edilmezse, millet egemenliğinden de söz edilemez. Öyleyse,
hukukun kaynağının insan olmadığı bir devlette, demokrasi olmaz. Demek ki laiklik, demokrasinin olmazsa
olmaz ön ve vazgeçilmez koşuludur. Kuşkusuz, her laik düzen, demokratik
değildir, ama her demokratik düzen, zorunlu olarak laik bir düzendir.
H.
Sorunu çekinmeden
açıkça ortaya koyarsak, şöyle bir seçenekle karşı karşıya kalırız. “Ya millet egemenliği - ya din devleti.” Said Nursi yukarıda çok
azını aktarabildiğimiz söylemlerinde ve yaşamı boyunca katıldığı tüm
eylemlerinde “LAİK DEMOKRATİK CUMHURİYETE”
, ulusal egemenliğe, her anlamda karşı olduğunu, din devletinden (şeriat
devletinden) yana olduğunu yalnızca söylem olarak değil eylemli olarak ortaya
koymuştur. Laik hukuk düzeninin koruyucusu
ve kollayıcısı olan yüce mahkemeniz “SAİD NURSİ” adının kullanılmasına geçit
verirse kendi varlığını da ret ve inkâr etmiş olacaktır.
4.
“SAİD NURSİ” ADININ YÜKSEKÖĞRENİM ÖĞRENCİ YURDUNA VERİLMESİ AYIRIMCILIĞA,
BARIŞ İÇİNDE BİR ARADA YAŞAMANIN YOKEDİLMESİNE, DOLASIYLA KAMU DÜZENİNİN
BOZULMASINA NEDEN OLACAKTIR.
Türkiye gibi büyük çoğunluğu belli
bir dine mensup(Hanefi-Sünni İslam) bir ülkedir. Üniversitelerde, o dinin
gereklerini yerine getirmeyen ya da başka dinlere mensup öğrenciler üzerinde
baskı kurulmasını engelleyecek, çeşitli grupların çıkarlarını uzlaştırmak ve
herkesin inancına saygı duyulmasını sağlamak için çeşitli dinlerin, kanaat ve
inançların uygulanışının yansız ve tarafsız bir düzenleyicisi olarak devletin
bazı önlemleri alması gerekli ve zorunludur.
a)
“SAİD NURSİ/KÜRDİ” Türkiye de yaygın
olan(Hanefi-Sünni İslam) inancının (sapkın bile olsa) önde gelenlerinden biri
olarak kabul edilmektedir. “SAİD NURSİ/KÜRDİ”nin kuruculuğunu ve
liderliğini yaptığı oluşum/nurculuk yalnızca dini bir cemaat oluşumu değil,
aynı zamanda nihai hedefi Türkiye cumhuriyetini (Dinsiz Cumhuriyeti) yıkarak “hilafeti yeniden kurmak” olan
yasa dışı bir siyasi örgütlenmedir.
b) “SAİD NURSİ” adının yükseköğrenim
öğrenci yurduna verilmesi bireyler
arasındaki tüm hukuki, sosyal, siyasal ilişkilerde dini temel alan bir
ayrıma yol açacağını, herkesi dini inançlarına göre kategorize edeceğini ve
kişiye birey olmasından dolayı değil de bir dini/siyasi akıma bağlılığından
dolayı hak ve özgürlükler tanınacağı kaçınılmaz bir sonuçtur. Bu hem dini, hem siyasi bir ayrımcılıktır. Ayırımcılık
insan haklarını meydana getiren temel değerlere topyekûn yapılmış bir saldırı,
demokrasiden kökten bir kopuştur.
c)
Bu
durum Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 10 – 14 – 24 – 70. Maddelerinin,
4857 sayılı İş Kanunu’nun 5. Maddesi, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 7.
ve 125. maddelerinin açık ihlali, demokrasinin temel ilkelerinden biri olan
kamu özgürlüklerinin kullanılmasında bireyler arasında ayırım gözetmeme
ilkesini kaçınılmaz olarak çiğnenmesidir. Anayasa ihlalinin devletin bir
bakanlığı ve bakanlığa bağlı bir kurum eliyle fiilen gerçekleştirilmesidir.
d)
Kamu hukukunun ve özel hukukun tüm alanlarında
din ve inançlarına göre bireyler arasında muamele farklılığı İnsan Hakları ve
Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin Ayrımcılık yasağını düzenleyen
14. madde bakımından mazur gösterilemez. Bu tür bir muamele farklılığı bir
taraftan kendi kurallarına göre yönetilmek istenen bazı dini gurupların
talepleri ve diğer taraftan da çeşitli din ve inançlar arasındaki barış ve
hoşgörüye dayalı olması gereken toplumun çıkarı arasında adil bir denge kuramayacağı
gibi, ulusumuzu kargaşaya, iç çatışmaya sürükleyecektir. Bu ne bizler
tarafından, ne de sizler tarafından istendik bir durum olamaz/olmamalıdır.
5. SAİD NURSİ/KÜRDİ KÜRTÇÜ VE BÖLÜCÜDÜR
a.
Kürtçenin “bilim ve edebiyat dili” olduğunu
ileri sürerken, Kürtçeye sahip çıkılmadığında Kürtlerin yok olup gideceğini
savunmaktadır. “Diliniz gelişmeye bilim ve edebiyat dili olmaya
müsait iken siz ona sahip çıkmadınız. Bu yüzden dilinizden sizden şikâyetçidir.
Sahip çıkınız. Yoksa sahra- i vahşette, vahşet ve gaflet sizi garet edecektir.”
(içtimai dersler, s.188,189)
b.
Said-i Kürdi, 1907’de İstanbul’a gittiğinde, 2. Abdülhamid’e
sunduğu Medresetü’z-Zehra projesi dilekçesinde, Kürtçenin resmi dil olmasını
savunur "Fünun-u cedideyi, Ulûm-u medaris ile mezc ve derc;
lisan-ı Arabi vacib, Kürdi caiz, Türkî lazım kılmak..." Bu
günkü dille söylersek “Okullarda eğitim Kürtçe bilen Kürt öğretmenler
tarafından yapılacak, Arapça mecburi ikinci dil, Türkçe ise gerekli dil olarak
öğretilecektir.”
c.
Türklerin, Kürtleri ezdiğini düşünüyor. “Türklerin,
Kürtlerin milliyetlerini kaldırıp onların dillerini unutturduklarını” belirtiyor.
(Mektubat, s.339).
d.
Kendisi tımarhaneye kapatılmasını iftiharla savunduğu Kürtlük
adına katlandığı büyük bir fedakârlık olarak açıklamaktadır:
"Cesaret, sadakat
ve diyanetin unvanı olan tabii Kürtlükle iftihar ediyorum. Nasıl ki zaman-ı
İstibdad'da bu tabii Kürtlük için tımarhaneye düştüm...
"Ey Kürtler!
Tımarhaneyi kabul ettim, Kürtlüğü lekedar etmemek için irade-i padişahı ve maaş
ve ihsan-ı şahaneyi kabul etmedim."
e.
II. Meşrutiyet'in hemen ertesinde Said-i Kürdi İngiliz ajanı
Derviş Vahdeti'yle birlikte Volkan isimli gerici bir gazete
çıkarmaya başladı. Said-i Kürdi ve Derviş Vahdeti birlikte İttihad-ı
Muhammedi Fırkası'nı kurdular.
Said-i Kürdi Kurtuluş
Savaşı boyunca İstanbul'dan Anadolu'ya adımını atmadığı gibi, İstanbul'da
işgalcilerle işbirliği yapan zararlı cemiyetlere de üye olur. Milli Mücadele yıllarında Kürt
Teali Cemiyeti, Teali İslam Cemiyeti, Kürt Neşriyat Cemiyeti ve
Kürdistan Azmi Kavi adlı derneklerin kurucuları arasında yer aldı.
Bu cemiyetler İngiliz Muhipleri Cemiyeti'nin, İngiliz ajanı
Rahip Frew ve Sait Molla'nın paravan örgütleridir. Kurtuluş Savaşı
yıllarında Anadolu'da çıkan sayısız iç isyanı bu örgütler tezgâhlar.
f.
Said-i Kürdi Kürtleri Türk idaresine karşı ayağa kalkmaya çağırır
"Ey Asuriler ve
Keyanilerin cihangirlik zamanında pişdar kahraman askerleri olan arslan
Kürtler. Beş yüz senedir yattınız yeter. Artık uyanınız sabahtır..."
g.
Said-i Kürdi’ ye göre Allah Şeyh Sait ve Said-i Kürdi'yi
görevlendirmiştir. Bunu da ilham vererek veya rüyalara girerek yapmaktadır:
1925'teki Şeyh Sait İsyanından önce ayrılıkçı Azadi örgütüyle ve
isyanın elebaşı Şeyh Sait'le görüştü, ancak fiilen isyana katılmadı.
"40 gün Van'da
mağarada feryat figan ettim. Daha sonra bana denildi (Allah tarafından) ki
'Kardeşin Şeyh Sait üzerine küfrü mutlak karşısında silahla cihat etmek vacip
oldu. Cühl-i mutlakı kaldırmak için kalemle mücadele etmek de senin üzerine vacip
oldu.' Ben bunun üzerine kalemimle cihat ettim." "Ben birader-i a'zamım, ekremim Şeyh
Sait Efendi'nin hayfını (öcünü) kalemimle almıştım."
5.
“SAİD NURSİ” ADININ YÜKSEKÖĞRENİM ÖĞRENCİ
YURDUNA VERİLMESİNDE “KAMU YARARI” DEĞİL, “SİYASAL AMAÇ” SÖZKONUSUDUR.
a.
“SAİD
NURSİ” adının SDÜ Doğu Yerleşkesinde açılan bir yükseköğrenim öğrenci yurduna
verilmesini içeren düzenleme, dinsel kurallardan
arındırılmış
devlet ve hukuk düzenine, dinsel bir el atmada bulunmadır. Bu biçimde de olsa
dinin siyasal alana çekilmesi ve siyasal araç durumuna
getirilmesi sakıncası yaratılmıştır.
b.
Yürürlükte
olan yasalarımıza göre “Bütün idari işlemler, biçimi ve konusu ne olursa
olsun, kamu yararı için yapılır.” Yönetimin kamu yararı dışında bir
amaç gütmesi durumunda yapmış olduğu işlem “amaç” yönünden hukuka aykırı olur
ve iptali gerekir.
c.
Anayasa
Mahkemesinin yerinde tespiti ile “...Türkiye Cumhuriyeti... sosyal bir hukuk
devletidir” denilmektedir. Hukuk devletinin tanımına giren unsurlardan
birisi de kamu yararı düşüncesi olmaksızın, yalnızca özel çıkarlar için veya
yalnızca belli partilerin veya kişilerin yararına olarak herhangi bir yasanın
kabul edilmeyeceğidir.
d.
“SAİD
NURSİ” adının yükseköğrenim öğrenci yurduna verilmesinde idare; Anayasa'ya
açıkça aykırı vaziyet ve icraatını hukuki hale getirmek istemektedir. İdare şu veya bu şekilde karar almakta
serbestse, hareket tarzı sınırlandırılmamışsa, “idarenin takdir yetkisi”nden
söz edilir, bu takdir yetkisi ise “hizmet gerekleri ve kamu yararı”
ile sınırlıdır.
e.
Bir
idari tasarrufun amacı ancak ve ancak "kamu yararı" olabilir.
Kişisel amaç güdülmesi, siyasi veya dinsel amaç güdülmesi, üçüncü kişiye yarar
sağlama ya da zarar verme amacı güdülmesi idari işlemin maksat unsuru açısından
sakat olduğunu gösterir. Söz konusu ad verme işlemi “şekil, sebep, konu ve
amaç” bakımından sakattır..
f.
Kamu
yararına aykırı, ayırımcılığa neden olacağı açık, din ve inançlarına göre
bireyler arasında muamele farklılığını hedefleyen bu ad verme işlemi, idari
bir tasarruf değil keyfiliktir.
Gerçekte “kamu yararı” açık ve seçik bir biçimde keyfiliğin
ortadan kalkmasından yanadır. Çünkü devlet yönetiminde keyfilik istibdattır.
g.
Gerek
Anayasa Mahkemesinin, gerekse Danıştay’ın kararlarında “KAMU YARARINA”
aykırı idari işlemleri hukuk düzenine aykırı bularak iptal edildiğine ilişkin
çok sayıda “hüküm” söz konusudur.
h.
“SAİD NURSİ” adının SDÜ Doğu
Yerleşkesinde açılan bir yükseköğrenim öğrenci yurduna verilmesi işleminde
hiçbir “kamu yararı” olmadığı
gibi, Laik Cumhuriyet rejiminden vazgeçildiği kaygılarının her geçen gün
artmakta olduğu günümüzde, Cumhuriyetin Yüksek yargı organı eliyle Kemalist
cumhuriyet yıkıcılığı, ayırımcılığı, şeriatçılığı “meşrulaştırılmış olacaktır.”
i. Said Nursi Atatürk
devrimleri ile kurulup yüceltilen Laik demokratik hukuk devleti olan cumhuriyetin
amansız düşmanı, şeriat devleti özlemiyle yanıp tutuşan bir sapkındır. Beslendiği
ana kaynak Said Nursi olan FETÖ darbecilerinin 15 Temmuzda imha etmeye
niyetlendiği, Laik demokratik hukuk devleti olan cumhuriyetin anayasal
hukuk düzenidir. BU
AD VERME İŞLEMİ; Türkiye Cumhuriyetinin temel değerlerine, kuruluşuna,
kurucusuna, laik demokratik cumhuriyete ve cumhuriyet hukukuna karşı olduğu
belgelerle sabit bir kimliğin ve adının itibarlı kılınması sonucunu
doğurur.
j.
S.D.Ü
DOĞU KAMPÜSÜ YERLEŞKESİNE YAPILAN ÖĞRENCİ YURDUNA “BEDİÜZZAMAN
SAİD NURSİ” adının verilmesi bir
özgürlük, hak ya da bir hürriyet olarak da değerlendirilemez. Çünkü Anayasamız “Anayasada
yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti
ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz”
demektedir.
k.
Bu
ad verme işlemi açıkça “Kanunun
cürüm saydığı bir fiili açıkça övme veya iyi gördüğünü söyleme” suçunu
da oluşturmaktadır. .
l.
Bu
ad verme işlemi “Halkı kin ve
düşmanlığa tahrik”tir.
m. TÜRKİYE’nin ulusal birliğini bozacağı, ayırımcılığa ve kutuplaşmalara neden
olacağı kesin olan böyle bir kararın Kredi ve Yurtlar Kurumu tarafından kabul
edilmesi ve uygulanması, özgürlüklerin genişletilmesi, yada bir hakkın
kullanılması değil; Anayasal ve yasal düzenin kökten bozulmasıdır. Bu karar ile
Türkiye’yi parçalara bölmenin bir adımı atılmış ve örneği oluşturulmuş
olacaktır.
n. Eğer Yüksek Mahkemeniz bu kararın uygulanmasına geçit verirse bu
yöndeki diğer uygulamaların da önü açılmış olacaktır. Örneğin Menemen’de; “DERVİŞ
MEHMET HAZRETLERİ”, Elazığ-Palu ilçesinde “ŞEYH SAİD HAZRETLERİ”,
Balıkesir’de “ANZAVUR AHMET” , Tunceli’de “SEYYİD RIZA
HAZRETLERİ” vb. adlarının resmi devlet kurumlarına verilmesinin yasal
dayanağı Mahkemenizce verilmiş olacaktır.
o. Bu gerçekleştiğinde Mahkemeniz dahil, Atatürk Cumhuriyetinin hiçbir
kurumunun güvencesinin kalmayacağını, zaten yeterince örselenmiş, hırpalanmış olan Cumhuriyetin
tüm kuruları ile birlikte lağvedileceğini görmek için kahin olmaya gerek
yoktur.
HUKUKSAL KANITLAR: Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının; Giriş, 1 – 2 ve 3. 10 – 14 – 24
–58 ve 70. Maddeleri,
4857 sayılı İş Kanunu’nun 5. Maddesi, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 7.
ve 125 Maddeleri, 5237 S.lı Türk Ceza
Kanunu MADDE 215 -216-302, Konu ile ilgili AİHM kararları, AYM kararları ve
diğer mevzuat.
SONUÇ VE
İSTEM :
Baştan bu yana
saydığımız nedenlerle Atatürk ve laik demokratik Cumhuriyet düşmanı şeriatçı ve
ayrılıkçı-etnik bölücülüğü tescilli “SAİD NURSİ” adının, SDÜ Doğu
Yerleşkesinde açılan bir yükseköğrenim öğrenci yurduna verilmesi işleminin YÜRÜTMESİNİN DURDURULMASINI,
Yüksek Mahkemenizce
yapılacak yargılama sonucu idari işlemin İPTALİNİ,
Mahkemenizce uygun
görülürse yargılamaların DURUŞMALI yapılmasını arz ve talep ederim.
DAVACI: Ulusal Eğitim Derneği Isparta
Şubesi adına
Mahmut ÖZYÜREK
EKLER:1 11 Ekim 2017 tarihli Gençlik ve Spor Bakanlığı’na tarafımızdan yazılan dilekçe
EKLER:1 11 Ekim 2017 tarihli Gençlik ve Spor Bakanlığı’na tarafımızdan yazılan dilekçe
2- Alındı Belgesi
3- “BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ
ÖĞRENCİ YURDU” adının fotoğrafı.
4 – İmza Sirküsü
5- GSB. KYK “BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ
ÖĞRENCİ YURDU” adı ekran alındısı.
6 – Yetki Belgesi
7- Kimlik Bilgileri