22 Temmuz 2017 Cumartesi

CİHAT YOK, YAĞMA VAR!




İktidarı ele geçirmiş bulunan Osmanlı şeriatçıları, okullarda çocuklarımıza öğretilecek ders programlarından devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili konuların çoğunu çıkarmış.
Osmanlı şeriatçısı yobazlar, Türk çocuklarının Atatürk’ü, Kurtuluş Savaşı’nı ve Cumhuriyet Devrimlerini öğrenmesini istemiyor!
Bununla da kalsalar neyse, şeriatçı yobazlar Türk çocuklarına Atatürkçülük yerine Cihat öğreteceklermiş.

18 Temmuz 2017 günü Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz şunları söyledi:
“Cihat bizim dinimizde bir unsur. Bu nedenle fıkıh dersinde ve temel dini bilgilerde cihat var. Bundan rahatsız olmaya gerek yok, aksine vermezsek talep gelmesi gerekirdi.
Cihat’ın ne olduğu ve ne olmadığının öğretilmesi görevi de bizim.
Dört başı mamur şekilde cihat kavramının evlatlarımıza verilmesi ülkenin en büyük kazanımı.

Değerli Dostlar,

Şimdi sizlere Cihat ile ilgili sağlam kaynaklara dayalı bilgiler sunacağım.

Önce “Cihat” ne demek, anlamını yazalım.
Cihat, Arapça bir sözcük olup anlamı şudur: Din uğruna yapılan savaş.

Çoğunluğu Osmanlı tarihini okumamış eğitimsiz genç kuşaklara hep şunlar anlatılmıştır: Osmanlı, üç kıtada cihat açmış, gazalar yaparak İslam’ı tüm dünyaya yaymıştır.
Okullarda Türk-İslamcı görüşün doğrultusunda öğretilen tarih derslerinde, Osmanlı tarihi gerçek dışı ve dayanaksız övgülerle abartılı olarak anlatılmış, özellikle cihat ve gaza kavramları öne çıkarılarak gençlerimizin Osmanlı Şeriat düzenine özenmesi istenmiştir.

Peki, tarihi gerçekler nelerdir?

Din uğruna yapılan savaş anlamına gelen cihat kavramı, İslam’ın kutsal kitabı Kuranda 30 kez geçmektedir.
Ben burada, Kuran’daki ayetlerden bazılarını kaynak göstererek, Osmanlı’nın yapmış olduğu savaşların ve uygulamaların cihat sayılıp sayılmayacağını sorgulayacağım, sizler karar vereceksiniz.

Osmanlı’nın yaptığı savaşların tümü SALDIRI savaşlarıdır, SAVUNMA savaşları değil!
Oysa Allah, saldırı savaşlarına izin vermemiş, savunma savaşlarına izin vermiştir. Okuyalım:

Kuran, Hac Suresi, 39. Ayet:
“Kendilerine savaş açılanlara savaşma izni verilmiştir. Çünkü onlar zulme uğradılar. Allah onlara yardıma elbette kadirdir.

Osmanlı’nın Yunanlara, Bulgarlara, Sırplara, Venediklilere, Rodoslulara, Avusturyalılara, Macarlara karşı yaptığı, işgallerle sonuçlanan savaşların tümü SALDIRI savaşlarıdır.
Osmanlı’nın İrana, Mısıra, Orta Doğuya yaptığı, işgallerle sonuçlanan savaşların tümü SALDIRI savaşlarıdır.
Kuran’ın bir ayetini açıkça çiğnemiş olan bu SALDIRI savaşlarına Cihat diyebilir misiniz?
Kuran’ın bir ayetini açıkça çiğnemiş olan SALDIRI savaşlarını yapan padişahları Müslüman olarak kabul edebilir misiniz?
Yalnız bu kadar değil, dahası var.
Kuran’daki cihat ile ilgili ayetlere de bakalım:

Bakara Suresi, 190. Ayet:
“Size savaş açanlarla Allah yolunda çarpışın. Ama haksız yere saldırmayın, çarpışmada zulme sapmayın. Çünkü Allah, sınır tanımaz azgınlıkları sevmiyor.

Yunanlar, Bulgarlar, Sırplar, Venedikliler, Rodoslular, Macarlar, Avusturyalılar Osmanlı’ya savaş açmamışlardı. Osmanlı onlara saldırdı.
Yukarıdaki ayete göre, Osmanlı’ya savaş açmamış olanlara Osmanlı’nın saldırması Allah yolunda çarpışma sayılabilir mi?
Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman, ordusunu topluyor, İstanbuldan yola çıkıyor, haftalarca, belki de aylarca yol alıp Macaristana varıyor, başkent Budini kuşatıp işgal ediyor.
Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptığı Allah yolunda bir cihat sayılabilir mi?
Kanuni Sultan Süleyman, Allah adına Macaristan’da ne yapmış?
Kanuni Sultan Süleyman, Macaristan’a İslam öğretisiyle ilgili ne götürmüş?
Kanuni Sultan Süleyman, Macaristan’da İslam dinini öğretecek okullar mı açmış?

SALDIRI savaşları sonunda işgal ettikleri şehirleri Osmanlı talan ediyor, yani yağmalıyor. Hazineleri ele geçiriyor. Bununla yetinmiyor; bu şehirlerdeki genç kadınları, kızları ve oğlanları tutsak alıp Payitahta, yani İstanbula getiriyor. Tutsak kadınlar, kızlar ve oğlanlar esir pazarlarında köle olarak satılıyor. Tutsak kadın, kız ve oğlanlardan en çekici olanları da padişahın Haremine sunulmak üzere saraya gönderiliyor.
Söyler misiniz, bunun neresi cihat? Bu yapılanları Allah’ın buyruğu olarak görebilir misiniz?
İşgal, yağma, kadınları, kızları, oğlanları esir alıp sonradan köle olarak kullanmak zulüm değil de ya nedir?
Özellikle kendilerini Türk milliyetçisi olarak gören gençlerimiz, Osmanlı’nın Viyana kapılarına dayanması öyküsüyle coşturulur.
Birincisi Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1529 yılında, ikincisi de Sultan 4. Mehmet döneminde 1683 yılında olmak üzere Osmanlılar iki kez Avusturya’nın başkenti Viyanayı kuşattılar. Yani Osmanlı askerleri Viyana kapılarına dayandı.
İstanbul- Viyana arası karayolu ile yaklaşık 1.600 kilometredir.
Osmanlı ordunsun büyük bölümü yeniçeriler yaya askerleri olduğuna göre, her halde bir aydan önce Viyanaya varamamışlardır.
Osmanlı ordusunun bir aydan önce varamadığı bir yerdeki ülke, Osmanlı’ya savaş açmış olabilir mi?
Savaş açan Viyanalılar değil, Osmanlı!
Saldıranlar Viyanalılar değil, Osmanlı!
Cihat, din uğruna yapılan savaşa denilir.
Osmanlı, 1.600 kilometre uzaklıktaki Viyana’ya din uğruna mı gitmiş?

Kuran’dan bir ayet daha okuyalım.
Ankebut Suresi, 69. Ayet:

“Bizim uğrumuzda cihat edenleri biz, yollarımıza elbette ulaştıracağız. Allah güzel düşünüp güzel davrananlarla mutlaka beraberdir.

Viyana kapılarına dayanan Osmanlı, Allah uğrunda cihat etmiş sayılabilir mi?

Şimdi sizlere, Osmanlı tarihinden cihat ve gaza ile ilgili çok daha çarpıcı bir örnek vereceğim.

Kendilerini Türk milliyetçisi olarak gören gençlerimizin gözünde çok yüceltilen padişahların başında Yavuz Sultan Selim gelmektedir.
Şimdi sizlere, bu padişahla ilgili, hiçbir ders kitabında verilmemiş bir bilgi sunacağım.
Yavuz Sultan Selim 1512–1520 yılları arasında hüküm sürmüştür.
Yavuz Sultan Selim, sekiz yıl süren saltanatında birçok savaş vermiş, ancak hiçbir zaman kâfire kılıç sallamamıştır!
Hiçbir zaman kâfire kılıç sallamamış, ne demektir?
Yavuz Sultan Selim, hiçbir zaman kâfirlerle savaşmamış, demektir.
Yavuz Sultan Selim, girdiği savaşlarda hep Müslüman Türkleri öldürmüştür!
Yavuz Sultan Selim’in 1514 Çaldıran Savaşı’nda çarpıştığı Şah İsmailin ordusu, Müslüman Türk ordusuydu. Şah İsmail Türk’tü.
Yavuz Sultan Selim, Anadolu’da 40 bin yoksul Alevi Türk’ü kılıçtan geçirtti. Alevi Türkler, İslam dinindendi.
Yavuz Sultan Selim’in Mısır’da Kahire savaşında, karşısındaki Memluklar de Müslüman Türktü.
Yavuz Sultan Selim, Mısır’ı ele geçirirken de hep Müslüman Türkleri öldürmüştü.

Bir savaşın cihat sayılması için, o savaşın din uğruna yapılmış olması gerekirdi. Oysa Yavuz Sultan Selimin yaptığı savaşların din uğruna olduğu söylenemezdi, çünkü savaştığı kişiler İslam dinindendi.
Bir savaşa gaza denilebilmesi için, o savaşın İslam dinini korumak veya yaymak için yapılmış olması gerekirdi. Oysa Yavuz Sultan Selimin savaştığı kişiler zaten Müslümandı, İslam’ı korumak ya da yaymak söz konusu olamazdı.

Hiç kâfire kılıç sallamamış, hep Müslüman Türkleri öldürmüş olan Yavuz Sultan Selim, eğitimsiz Türk gençlerine, cihat açan, gaza yapan büyük padişah olarak tanıtılmıştı. Bunu yapan dinci yobazlar ve din tüccarı siyasetçilerdi.

Değerli Dostlar,

Bakan İsmet Yılmaz, okullarda öğretilecek ders programlarında değişiklikler yapıldığını, Cihat kavramının çocuklarımıza öğretileceğini söylemektedir.
İsmet Yılmaz, aslında, Cihat kavramı adı altında çocuklarımıza Osmanlı tarihi ile ilgili katmerli yalanlar öğretecektir!

Değerli Dostlar,

Onurlu bir kişiye yapılabilecek en ağır suçlama, o kişinin yalancı olduğunu söylemektir.
Duyduk duymadık kimse kalmasın, buradan açıkça haykırıyorum: Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, Osmanlı şeriatçısı bir yalancıdır!
Yalanlarıyla çocuklarımızın geleceğini karartmakla görevlidir!

Kendilerini Atatürkçü olarak görenler, Osmanlı şeriatçısı İsmet Yılmaza karşı ayaklanmayacaklar mı?

Yılmaz Dikbaş
21 Temmuz 2017, Cuma
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52

23 Nisan 2017 Pazar

BASIN AÇIKLAMASI - Ulusal egemenlik “cebren ve hile ile” ele geçirilmiştir



Sayı:2017/009
Konu: Ulusal egemenlik “cebren ve hile ile” ele geçirilmiştir.”                                                                      23 Nisan 2017   
Kod: 32.011.159
BASIN AÇIKLAMASI
Türk ulusunun Emperyalizmi/yağmacılığı ve her tür gericiliği yenilgiye uğratarak elde ettiği ve yücelttiği ulusal egemenliğin 97. Yılındayız.
Türkiye’de Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın oluşturduğu, TBMM şahsında temsil edilen ulusal egemenlik iktidarı, emperyalizmin desteğini esirgemediği Osmanlı saltanatını devirmekle beraber, en büyük ve kalıcı zaferini emperyalizmi yenerek kazanabilmiştir. Batı yağmacılığının ve gericiliğin bu yenilgisi aynı zamanda Mazlum ulusların baskı ve sömürüden kurtuluşunun da yolunu aydınlatmıştır.
İşte bu nedenlerle, emperyalist merkezlerde geliştirilen emperyalist yağmacılığın yaygınlaştırılması için üretilen saldırganlık, yıkım projelerinin özünün, dünyamızdan, devrim ve ulusal egemenlik düşüncesini yok etmeye yönelik olması bir rastlantı değildir.
Ne yazık ki 97 yıl sonra;
·        Türk Devriminin komuta merkezi/karargâhı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi,
·        Ulusal Egemenlik üzerinde kurumsallaşan Laik demokratik Cumhuriyet,
Emperyalist merkezler tarafından projelendirildiği belgelerle kanıtlanmış işbirlikçi, gerici, faşist bir organizasyon tarafından “cebren ve hile ile” ele geçirilmiştir.
Batılı yağmacılığın ve yerli sermayenin desteğiyle dinci faşizm doğası gereği tüm köşe başlarını tutmuş, her tülü baskıyı uygulamış ve akla gelebilecek her hileyi yaparak kan ve can bedeli elde edilen Ulusal egemenliği Faşist bir diktatörlüğe dönüştürmüştür. 
Mustafa Kemal Atatürk 1922 yılında “Egemenlik, hiçbir mana, hiçbir şekil ve hiçbir renkte ve işarette ortaklık kabul etmez” derken, kendine Atatürkçüyüm diyen pek çok kesim ve “düşük profilli muhalefet” işbirlikçi mandacılarla birlikte Ulusal egemenliği, Avrupa Birliği ile NATO ile paylaşmakta hiçbir sakınca görmemişlerdir.
Yalnız bu kadar da değil. Faşizmin ve Başkanlık Sisteminin alt yapısını oluşturan Özelleştirmelere, Kalkınma Ajanslarına, Bütün/Büyükşehir yasalarına, Kent Konseylerine, Eğitimi kayıtsız koşulsuz Emperyalist yağmacılığın eline teslim eden Fulbright Anlaşması’na, Varlık Fonu’na “HAYIR” demeden, “TEK ADAM Rejimine Hayır” demekle hiçbir sonucun üretilemeyeceğinin kavranması özellikle Atatürkçülüğü bir dolgu malzemesi olarak kullanan  “düşük profilli muhalefet” ve Hayır kampanyasının öncüleri tarafından hep engellenmiş, üzeri özenle örtülmüştür.
AKP ve ucube Başkanlık rejimi gökten zembille inmedi, bir anda oluşmadı. 1950’lerden bu yana Türkiye egemenleri, Batılı yağmacılarla işbirliği içinde her türlü gericiliği tepeden tırnağa ideolojik ve fiili olarak silahlandırıp halkın üzerine sürerken, Türkiye'nin emperyalist Batı ile bütünleşmesini stratejik bir hedef haline getirmiş olan “düşük profilli muhalefet”  ana gövdesiyle hukuk, barış ve vicdan çağrıları yaparak toplumdaki öfkeyi yatıştırmak için seferber olmuştur. YSK skandalından sonra “belki kazanırız” diye oy saymaya devam etmiş, yobazların gün boyu uyguladığı basıncı “ayıplamış” ve sonra hukukun işlemesini beklemeye çekilmiştir.
Bu politik körlük ve ideolojik sapkınlık değilse açıkça gaflet ve dalalettir.  Faşizme karşı mücadelede uzlaşmacı, reformcu yöntemler,  sandık demokrasisi oyununun ısrarla sürdürülmesi faşizmin iştahını açar ve adeta doping vazifesi görür, daha fazla azgınlaşmasına ortam hazırlar.
Devleti ve egemenliği hukuk dışı yöntem ve eylemlerle, cebren ve hile ile ele geçiren faşizmin hukuksal yol ve yöntemlerle, sandıkla yenilebileceğini söylemek ihanet değilse kelimenin tam anlamıyla siyasal ahmaklıktır. Halkın antifaşist tepkisinin, direngenliğinin enerjisi ve dinamizminin sandığa gömülerek yok edilmesidir.  Tarih; faşist diktatörlüklerin sandık, hukuk, barış, vicdanla yenilemeyeceğinin, tam tersine bu yöntemlerin faşizmin daha da azgınlaşmasına neden olduğunun tanığıdır.
Hırsızlığın, talanın, eşitsizliğin, sömürünün, savaş çığırtkanlığının, bilim ve sanat düşmanlığının, cehaletin zirve yaptığı bu süreçten çıkış yolunu Mustafa Kemal Atatürk daha 1908’de yaptığı tarihsel çağrı ile bizlere göstermektedir.  “Kahredici bir istibdada karşı ancak ihtilalle cevap vermek ve köhnemiş olan çürük idareyi yıkmak, milleti hâkim kılmak, hülasa vatanı kurtarmak için sizleri vazifeye davet ediyorum.” 23 Nisan 2017 Isparta

  
 YÖNETİM KURULU ADINA:                                            Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI