DEĞERLİ DOSTLAR;
Bu yazı 28
Şubat 2016 tarihinde yayınlanmıştı.
Aradan 5 ay
geçmiş. Türkiye FETÖ darbe girişimi ile yüz yüze geldi.
Bu darbe
hepimizin gözleri önünde, bağıra - çağıra geliyorum dedi..
Yetkililer
(Hükümet – TSK – Muhalefet Partileri) hep sustular.
Özelikle AKP
iktidarı döneminde FETÖ yandaşları hep korunup kollandı.
Bu gün FETÖ
başarısız darbe girişimi gerekçe edilerek OHAL kapsamında “Kemalizm kültürü ve felsefesi de
değişmeli” diyen batılıların emir ve direktifleri eksiksiz uygulanıyor.
NATO’DAN
çıkmayı akıllarına bile getirmeyen/getiremeyenler tarafından TSK tasfiye
ediliyor.
Bu günü CIA
eski Ortadoğu Masası Şefi Graham Fuller'in şu sözleri özetliyor.
“Kemalizm'e
son, Osmanlı ile öğünün”
Bu
nedenlerle 28 Şubat 2016 tarihli yazımızı bir kez daha yayınlama gereği
duyduk. Bu günü anlamamıza katkısı olur umarım. M. Özyürek
|
ABD’li senatör
Upshow’un, 1927 yılında ABD Senatosu’nda, Lozan hakkında yaptığı konuşmasını
aynen aktarıyorum:
"Lozan
Antlaşması, Timurlenk kadar hunhar, Korkunç İvan kadar sefil ve kafatasları
piramidi üzerine oturan Cengiz Han kadar kepaze olan bir diktatör’ün zekice
yürüttüğü politikasının bir toplamıdır.
Bu canavar,
savaştan bıkmış bir dünyaya, bütün uygar uluslara onursuzluk getiren bir
diplomatik anlaşmayı kabul ettirmiştir. Buna her yerde ‘Türk Zaferi’
dediler."
Bir başka
Amerikalı parlamenter senatör King aynı yıl senatoda yaptığı konuşmada,
Türkiye’de kapitülasyonların kaldırılmış olmasının, uluslararası anlaşmalara
aykırı olduğunu söyleyerek; “Türkler cahil, fanatik ve nefret dolu
insanlardır” diyordu.
Harvard
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Profesörlerinden Albert B.Hart, öğretim
üyeleri arasında topladığı 107 imzalı bir metni, senatörlere ve hükümet
yetkililerine göndermişti.
Bu metinde
şunlar yazılıdır:
"Türklerin
Avrupa ve uygar uluslar çerçevesinde yeri yoktur. Kemalist rejim mutlaka
çökecek ve milliyetçi Türk Hükümeti’nin amaçları asla
gerçekleşmeyecektir."
İngilizlerin
çok saygı duydukları, yaşlı Başbakanları Gladstone, 19. yüzyıl sonlarında
Türkler için şunları söylüyordu: "İnsanlığın tek insanlık dışı tipi
Türklerdir."
1919 yılında
İngiltere Başbakanı Lloyd George’un görüşleri ise şöyleydi:
"Türkler, ulus
olmak bir yana, bir sürüdür. Devlet kurmalarının ihtimali bile yoktur...
Yağmacı bir topluluk olan Türkler, bir insanlık kanseri, kötü yönettikleri
toprakların etine işlemiş bir yaradır."
Konrad Adenauer
Vakfı’nın Türkiye Danışmanı, Alman Dışişleri Bakanlığı’nın finanse ettiği Alman
Doğu Enstitüsü’nün Müdürü Udo Steinbach, 15 Eylül 1998 günü Lingen
Akademisi’nde verdiği konferansta şunları söyledi:
"Sorun,
Atatürk’ün bir paşa fermanıyla yarattığı yapay ürün Türk Devleti ve Türk
ulusudur. Sorun, Kemalizm ve Kemalizm’in ulusçuluk ve laiklik ilkeleridir.
Sorun, uyduruk, zorlama ve yapay Türk ulusudur. Böyle bir ulus yoktur.
Olmadığını
Türkiye’de yaşayan Türk–Kürt, Müslüman–laik, Alevi–devlet çatışmalarında
görmekteyiz. Bu uyduruk ulusu Atatürk nasıl kurdu?! Önce Ermenileri yok
ettiler, sonra da Rumları. Kürtleri bugüne dek neden yok etmediler
bilinmez."
CIA İstasyon
Şefi Paul Henze, 1933 yılında bir rapor hazırlıyor: "21. Yüzyıla Doğru
Türkiye."
Ve şu "Sav"ları
savunuyor:
"Atatürk ilkeleri
soğuk savaş döneminde görevini yapmıştır; ama 'yenidünya düzeni' ile birlikte
gerekliliği de kalmamıştır. 'Klasik Atatürkçülük' ölmüştür. Aydınların
imam-hatip okulları konusundaki endişeleri yersizdir. İran ve Arap parası ile
desteklenen köktendincilik, Türkiye için ciddi bir tehlike değildir. Atatürk’e
'deccal' diyen Said-i Nursi ve Nurcular ilericidir. Nakşibendiler geriye dönük
değillerdir; Orta Asya Türk cumhuriyetleri ile bağlantıyı
sağlayabilirler..."
İngiliz derin
devletinden Andrew Duff, Eylül 2005’te şöyle demiş:
"Türkiye
Avrupa’nın gerçek partneri olabilmek için klasik milliyetçi Kemalizm’le
mücadele etmelidir. Devletin gücü azaltılmalıdır. Kemalizm reforme edilmeli ve
bu eski liderin fotoğrafları kamu binalarının duvarlarından indirilmelidir.
Türkiye artık
Kemalizm’de değişme gereğiyle yüzleşmeli. Sadece yasalar, anayasa değil,
Kemalizm kültürü ve felsefesi de değişmeli. Türkiye’nin, merkeziyetçi yönetim
yapısından adem-i merkeziyetçi (yani federatif
yapı) yapıya geçmeye ihtiyacı var. Diyarbakır’da bölgesel otonomiye varacak
şekilde merkeziyetçi yapının değişmesi iyi olur. Bunu sadece Güneydoğu için
değil diğer bölgeler için de öneriyorum."
Emperyalizmin
sözcülerinden Reiner Albert, Almanya’nın Mannheim kentinde Katolik Teoloji
Fakültesi’nde "dinler ve kültürler arası diyalog" dersleri
verirken şöyle diyor:
"Türklerin
Almanya’ya uyum sağlayamamalarının en büyük sorumlusu, Türkiye’de aldıkları
Kemalist eğitimdir. Farklılıklara karşı son derece hoşgörüsüz bir ideoloji olan
Kemalizm insanları ister istemez, Almanya’ya karşı mesafeli, hatta düşman
yapıyor."
Eski CIA
Türkiye şefi Graham Fuller;
"Bugün
Türk devletinin bir sorunu varsa, bu da aslında Kemalizm’in değişmez bir
değerler paketi olarak var olmayı sürdürmesidir. Gerekli olan devletin liberalleşmesi
ve zaman içinde birçok imparatorluğu yönetmiş Türk halkının tarihsel dehasının
önünün, kendisini çağdaşlaştıracak şekilde açılmasına izin verilmesidir.
Kemalist 'devletçilik' anlayışı da eskide kalmıştır. Dışardan kurum ithal etme
politikası ile Türkiye on yıllar boyunca biraz işlevsel bir altyapı kurmayı
başardı, ancak ergenlik çağında olan bu ekonomi liberalleşme yönündeki gerçek
önemli adımı, 1980’li yıllarda Cumhurbaşkanı Özal’ın özelleştirme ve ekonomiyi
yabancı sermayeye açma politikaları ile birlikte atabildi.
Nerdeyse
Türklerin hepsi devletçi ekonomiyi ulusal pazar ekonomisine dönüştürme
ihtiyacını görüyorlar. Aynı şekilde bir zamanlar köklü kültürel devrimin
pederşahi programında yer alan 'devrimcilik' ve 'reformculuk', bugün sivil
toplumun sürekli gelişmesi ve devletin liberalleşmesi olarak anlaşılıyor."
Ufuk
Güldemir'in CIA eski Ortadoğu Masası Şefi Graham Fuller' la yaptığı ve 26
Şubat' ta Cumhuriyet'te yayımlanan söyleşisinde en çarpıcı sözler şuydu: "Kemalizm'e
son, Osmanlı ile öğünün, Fethullahçı olun!"
Kurt Ziemke,
Alman asıllı Ortadoğu uzmanı, 1930 yılında "Die Neu Türkei" (Yeni
Türkiye) adında bir kitap yayımlamıştır.
Bu kitapta,
Almanya’nın Türkiye’ye yönelik uygulaması gereken politika ve stratejisi
anlatılmaktadır.
Bu strateji ve
politikalara göre:
"İngilizler
Musul’da hedeflerine ulaşmak için bir yandan Türkiye’deki ayrılıkçı hareketlere
destek verirken bir yandan Atatürkçü akımın yayılmasını engelleyecek önlemlere
başvurmuşlardır. Yapılması gereken 'Laik Cumhuriyet'in hem din düşmanı, hem de
Kürt düşmanı olduğu temasını ortaya atıp işlemektir."
Ziemke'nin bu
projesi doğrultusunda dış ve iç Türkiye Cumhuriyeti düşmanları "dinsiz
Atatürk" propagandasına 1930'larda başlamışlardır.
Amerika, 2.
Dünya Savaşı'ndan sonra 1945'lerde Almanya ve siyasetine el koyduğunda,
1930'ların bu Alman stratejisini hemen Türkiye'de uygulamaya başladı.
Denebilir ki,
Türkiye' de Kürt ayrılıkçı hareketinin tohumları 1945'ten itibaren Amerika ve
yerli işbirlikçileri tarafından atılmıştı...
Güneydoğu'da,
daha önce Atatürk'ün parçaladığı aşiret yapısını yeniden kurmak üzere, Atatürk
döneminde Batı'ya sürülen aşiret reislerini, şeyhleri yeniden Güneydoğu'ya
aşiretlerinin başına gönderilmesini ve DP'den milletvekili olmalarını sağlayan
ABD, milletvekili olan bu aşiret reislerini işbirlikçi haline getirerek kendi
politikalarının Türkiye’deki sözcüleri haline getirmişti.
NATO'ya alınır
alınmaz, dönemin Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut, 2. Mahmud döneminde kaldırılan
Mehter Takımı'nı 1952'de yeniden kurdurtmuştu!
ABD Dışişleri
Bakanı J. F. Dulles, 1956'da; "Din ve siyaset birbirinden ayrılmaz.
Dünya işlerini çözümlemekte seçeceğimiz yol dini görüştür" demecini
veriyordu.
Bu demeçten
hemen sonra Menderes'in buyruğuyla partide "Anayasa'dan laik yönetim
ilkesi atılarak yerine din devleti ilkesi konulması" çalışmaları
başlatılmıştır.
Son olarak 2006
yılında Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komisyonu'nda kabul edilen raporda yer
alan Türkiye’nin AB’ye girebilmesi için öne sürdüğü ön koşullara bakalım:
1. Ermeni soykırımı koşulsuz kabul edilmeli.
2. Aynı zamanda
Türkler "Pontus ve Süryani" soykırımı
yaptıklarını kabul etmeli.
3. Lozan’da azınlık olarak sayılmayan Alevi ve
Yezidiler ve diğer tüm halklara azınlık hakları tanınmalıdır.
4. Başta Üniversiteler olmak üzere tüm eğitim ve
kamu kurularında kılık kıyafet serbestliği tanınmalı (türbanın).
5. Kıbrıs Rum tarafına liman ve hava alanları
koşulsuz açılmalı, Kıbrıs'tan Türk askerleri hemen çekilmeli.
6. Rum Ortodoks Patrikhanesi'ne bağlı Ruhban
Okulu açılmalı.
22 Oca 2016'da
ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, çalışma ziyareti kapsamında Türkiye'ye
geldi.
Bakın, Biden
kendisi ile görüşmek için kuyruğa giren siyasal iktidar, Muhalefet Partileri ve
Sivil Toplum örgütleri temsilcilerine verdiği talimatlar nelermiş:
1. Suriye'ye
kendi başınıza müdahale edemezsiniz!
2. PYD-YPG,
bizim Ortadoğu’daki kara gücümüzüzdür. Bu nedenle, bizim Kürt koridoru işimizi
baltalamaya yönelik ve bu güçleri hedef alan operasyon yapamazsınız!
3. Kendi
başına yeni terörist gruplar oluşturamazsınız. İncirlik'in denetim ve kontrolü,
NATO dolayısıyla ABD'ye aittir. Buraya müdahale edemezsiniz.
4. Irak'ta,
ABD’den habersiz inisiyatif alamaz, Barzani, Nuceyfi, Abadi ile bizim bilgimiz
dışında bir görüşme, uzlaşma, antlaşma yapamazsınız! Musul ve Kerkük,
ABD için yaşamsal önem taşımaktadır. Bu bölgelere müdahaleniz söz konusu
değildir!
5. Güneydoğu
ve Kandil'e operasyonlarını bitireceksiniz. "Çözüm masası"
yeniden ve ivedilikle oluşturulmalı, PKK'nın istekleri karşılanmalı.
6. Yeni
Anayasa’da "Atatürkçülük" ve "Türk Milleti"
yer almamalı.
7. İhvan
ve/veya IŞİD konusundaki kararlar, İsrail ile işbirliği ve İsrail'in
önerileri doğrultusunda alınmalıdır.
Joe Biden, tüm bunları isterken NATO'dan çıkartmaya kadar varan çok sert tehditler
savurmayı da ihmal etmedi...
Joe Biden’in
düzenlediği "yuvarlak masa" toplantısına, HDP’den Leyla
Zana, Ayhan Bilgen ve Altan Tan, MHP’den Oktay Vural, AKP’den Galip Ensarioğlu
ve Orhan Miroğlu ile CHP’den Fikri Sağlar ile Sezgin Tanrıkulu katıldılar.
Aynı
isteklerin, daha sert ve acımasız bir yöntemle dün Mustafa Kemal Atatürk'e
dayatılmaya çalışıldığını biliyoruz.
Peki, Mustafa
Kemal Atatürk nasıl bir tavır almıştı?!
Şimdi, ona
bakalım...
Büyük
Taarruz’un hazırlıklarının sürdüğü günlerde, 3 Mart 1922’de Batı'nın saldırgan
devletleri için şunları söylüyordu:
"İstilacı
ve saldırgan devletler, yerküresini kendilerinin malikânesi ve insanlığı kendi
hırslarını tatmin için çalışmaya mecbur esirler saymaktadırlar.
Sonuç olarak,
Dünya iki guruba ayrılmaktadır.
Birincisi Doğu
ki, kendi varlığını, bağımsızlığını artık kavramıştır, bu bilinçle el ele
vermiştir.
Diğer bir gurup
daha var ki bunlar, sırf kendi hırslarını tatmin için çalışmaktadır.
Bunların amacı
zulüm ve baskı olduğu için, onları lanetle anmakta kendimizi haklı
görüyoruz."
“Reis Paşa
Doğru Görmüştü”, Atilla İlhan Cumhuriyet, 18.02.2002
"Biz Batı
emperyalizmine karşı, yalnızca kendi kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla
yetinmiyoruz.
Aynı zamanda
Batılı emperyalistlerin, bütün güçleri ve bilinen bütün imkânlarıyla, Türk
ulusunu emperyalizmin aracı olarak kullanmak istemelerine engel oluyoruz.
Bununla bütün
insanlığa hizmet ettiğimize inanıyoruz."
“Milli Kurtuluş
Tarihi”, Doğan Avcıoğlu, İstanbul Matbaası, 1974, 2.Cilt, sf.846
1921 yılında,
silah gereksiniminin üst düzeye çıktığı savaş günlerinde ise şunları
söylüyordu:
"İlkbahara
kadar üç ay içinde bu silahları elde edemezsek, diplomasi kanallarıyla bir
çözüm yolu aramak zorunda kalacağız.
Bunu arzu
etmiyorum.
Biliyorum ki,
Batı ile uyuşma, Türkiye’nin kaçınılmaz olarak köleleştirilmesi anlamına
gelecektir."
“Milli Kurtuluş
Tarihi” Doğan Avcıoğlu, İst. Mat., 1974, 1.Cilt, sf.265
Olanaksızlıkların
çaresizliğiyle, Batının manda ve himayesini kabul etmek isteyenler için 1919
yılında; "Ahmaklar memleketi Amerikan mandasına, İngiliz koruyuculuğuna
bırakmakla kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını sağlamak için bütün bir
vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk bağımsızlığını feda ediyorlar"
deyip, manda önerilerini kesin bir biçimde reddediyordu.
Bu
açıklamaların en çarpıcı olanlarından birini, 29 Ekim 1930 yılında Ankara Türk
Ocağı'ndaki Cumhuriyet Bayramı kutlamasında yapmıştır.
Amerikan
Associated Press Muhabiri Miss Ring, Atatürk’e; "Türkiye’nin ne zaman
Batılılaşacağını, Amerikanlaşacağını" sorduğunda, şu yanıtı almıştı:
"Türkiye
bir maymun değildir.
Hiçbir milleti
taklit etmeyecektir.
Türkiye ne
Amerikanlaşacak, ne de Batılılaşacaktır.
Türkiye
yalnızca özleşecektir."
“Türkiye; 29 Ekim
1930, Türkiye; Mart 2002” Turgay Tüfekçi, Orkun Dergisi, Mart 2002, Sayı 49,
sf.4
Mahmut ÖZYÜREK,
28 Ocak 2016, Isparta