Başrolünü
Marlon Brando’nun oynadığı Baba (The Godfather) filmini sanırım izlemeyen
kalmamıştır.
1930–1940
süreci, Amerika’da mafya çetelerinin cirit attığı dönemdir. Kumar, yasadışı
içki üretim ve satışı, kadın ticareti ve uyuşturucu bu çetelerin elindedir.
İşte böyle bir
süreçte, Sicilyalı Don Corleone Ailesi de New York’ta borusu öten güçlü mafya
ailelerinin en önde gelenlerindendir. Marlon Brando’nun canlandırdığı Don Vito
Corleone, bu güçlü mafya ailesinin başıdır, yani o “Baba”dır.
Baba Don Vito
Corleone, başı derde girip de yasal yollardan çözüm bulamayanların ve doğal
yollardan amaçlarına kavuşamayanların başvurduğu yüce bir kişidir. Kendisine
gelip elini öpenleri, asla eli boş çevirmez.
Baba, yaptığı
iyilikler karşılığı para kabul etmez. Onların kendisine dost olmasını ister,
sırası gelince onlardan bir ‘ricada’ bulunacağını söyler.
‘Baba’ filminin
hemen ilk açılış sahnelerinde işte bu ilişkilere tanık oluruz.
Huzura önce
şişman fırıncı Nazorine girer. Kızının ciddi bir ilişki içinde bulunduğu İtalyan
genci, Amerikada kaçak olarak yaşamaktadır.
Fırıncı,
Baba’dan bu gencin Amerikan vatandaşı yapılmasını istemektedir.
Baba, gerekenin
yapılacağına söz verir.
Peki, karşılığı
ne olacaktır?
Racon kesilir:
Sırası geldiğinde Baba, ondan bir ‘ricada’ bulunacak, o da bağlılığını
kanıtlayacaktır.
İkinci olarak
Baba’nın huzuruna, bir pizza lokantası açmak için paraya ihtiyacı olan genç
Antony girer. Baba, gereken parayı verir.
Peki, karşılığı
nasıl ödenecektir?
Racon kesilir:
Günü geldiğinde Baba, Antony’den bir ‘ricada’ bulunacak, genç adam da
duraksamadan hizmete koşacaktır.
Baba, ‘özel
konukları’ kabulü sürdürür.
Bu kez
karşısında, orta yaşlı Bonasera durmaktadır. Biricik kızı, iki kişi tarafından
cinsel ilişkiye zorlanmış, kızcağız direnince de hayvanca dövülüp hastanelik
edilmiştir.
Bonasera önce
yasal yola başvurmuş, ancak mahkeme saldırganları salıvermiştir. Şimdi,
Baba’dan adalet istemektedir.
Baba, adalet
yerini bulacaktır, der.
Peki, Bonasera
bu adaletin karşılığını nasıl ödeyecektir?
Racon kesilir:
Bir gün Baba, ondan buna karşılık bir hizmette bulunmasını isteyebilecektir.
Mafya
kurallarına göre, racon kesildikten sonra sözünü tutmayanın kafası kopartılır!
Mafya örgütleri
Amerika’da hiç eksik olmadı.
Değişen dünya
koşullarına ayak uyduran ve gelişen teknolojik olanaklardan yararlanan mafya
örgütleri büyüdüler, güçlendiler, siyasetin içine girdiler, polis şefleriyle ve
yargıçlarla çıkara dayalı sıkı bağlar kurup uluslararası üne ulaştılar.
Bu örgütlerin
bazıları öylesine güçlendi ki, birleşip, ‘dünyayı yönetmek’ isteyen bir
“Küresel Çete”ye dönüştüler! Bu küresel çetenin en başına da; CFR, Trilateral
ve Bilderberg gibi yarı-gizli örgütleri oturttular.
Bir de baktık
ki, bu mafya örgütlerinin neredeyse tamamının yöneticilerini Siyonistler
oluşturuyor! Ve bu kurnaz Siyonistler, eylemlerini ‘lobicilik’ adı altında
yürütüyor!
Artık
1940’ların Baba Don Vito Corleone’leri tarihe karışmış, yerini çok güçlü
Siyonist Lobiler almıştır.
Mafya örgütleri
çağ atlamış, ama temel ilke değişmemiştir. Günümüzün en güçlü mafya örgütleri
olan Siyonist Lobiler de, tıpkı 70 yıl öncesi gibi, kendileriyle iş tutanlarla
racon kesmektedirler.
Buraya kadar
anlattıklarımın Türkiye ile ne ilgisi var?
Son 60 yıldır
Türkiye’yi yönetmiş olanların büyük bir bölümü, sırayla bu Siyonist Lobilerin
tezgâhından geçtiler, racon kestiler!
Kimler miydi
bunlar?
Hem başbakanlık
hem de cumhurbaşkanlığı yapmış olan Süleyman Demirel, Turgut Özal ve Abdullah
Gül racon kesmiş olanların en başta gelenleridir!
Ancak ben bu
yazımda size, Siyonist Lobilerle en son racon kesmiş başbakan olan Recep Tayyip
Erdoğan’ı anlatacağım.
Baba’ların
huzuruna çıkabilmek hiçte kolay değildir. Baba, öyle her isteyenle görüşmez!
Yukarıda
söylemeyi unuttum, Baba Don Vito Corleone’nin huzuruna türlü isteklerle
çıkanların hepsi İtalyan’dır ve Baba’nın uzaktan da olsa tanıdığı kişilerdir.
Baba, ya
uzaktan da olsa tanıdığı, ya da güvendiği kişilerin önerdiklerini huzura kabul
eder.
Bu durum,
zamanımızda da aynen geçerlidir.
Öyle her ipini
koparan New York’a koşup Siyonist Lobilerin önüne çıkamaz!
Önce, kişinin
kendisini onlara ‘güvenilir’ olarak sunacak desteklere ihtiyacı vardır.
Recep Tayyip
Erdoğan, İstanbul Belediye Başkanlığı sürecinde ( 27.03.1994-12.12.1997) önce
ABD Başkonsolosu ile sıkı ilişkiler kurdu. Kendisini ona beğendirdi. New
York’taki Siyonist Lobilere ilk olumlu sinyal o zaman gönderildi: “Recep Tayyip
Erdoğan ile iş yapabilirsiniz!”
Recep Tayyip
Erdoğan, yine belediye başkanlığı döneminde, İstanbul’da kurulu “Türkiye
Musevileri Cemaati” ile çok içli-dışlı oldu. Onların bir dediğini iki etmedi.
Kendisini onlara beğendirdi.
Şu çok önemli
gerçeği anımsatayım.
Tüm
Siyonistler, Yahudi’dir.
Aman dikkat:
Yahudilerini tümü Siyonist değildir.
Bu nedenle,
elbette Türkiye Musevileri Cemaati yöneticilerinin Siyonist olduğunu
söylemiyorum! Ama şu gerçeği bilerek vurguluyorum: New York’taki Siyonist
Lobiler, Türkiye Musevileri Cemaati yöneticilerinin sözlerine hep çok değer
vermişlerdir. Onlardan gelen hiçbir isteği geri çevirmemişlerdir. İşte size
örnek bir olay.
Günümüz
CHP’sinin ‘ağır toplarından’ İstanbul milletvekili Şükrü Elekdağ anlatıyor:
“Ben ABD’de
büyükelçi iken zora girdiğimde Jak Kamhi’ye telefon ederdim. 48 saat içinde
uçağa atlar gelirdi. Washington’da, Kongre’de Kamhi, Yahudi Lobisi’yle mücadele
eder, Yahudi Lobisi’ni bizim lehimize seferber eder, harekete geçirirdi. O
bakımdan çok büyük yardımları olmuştur.”
Türkiye
Musevileri Cemaati’nden de New York’taki Siyonist Lobilere Recep Tayyip Erdoğan
hakkında çok olumlu bilgiler gönderildi, “Recep Tayyip Erdoğan ile iş
yapabilirsiniz!” denildi.
Artık Recep
Tayyip Erdoğan için, ABD’deki Siyonist Lobilerin kapısı açılmıştı. O, bu
kapıdan bir gün gireceğini çok iyi biliyordu.
Nitekim 4
Temmuz 2001 tarihinde aldığı özel bir davet üzerine ABD’ye giden Recep Tayyip
Erdoğan, Siyonist Lobilerin huzuruna çıktı.
Recep Tayyip
Erdoğan, isteğini bildirdi: Beni Türkiye’nin başbakanı yapın!
Bu istek kabul
edildi.
Peki, Recep
Tayyip Erdoğan bunun karşılığını nasıl ödeyecekti?
Racon kesildi:
Başbakan olduktan sonra sırasıyla şu ‘ricaları’ yerine getirecekti:
• Kıbrıs,
Rumlara verilecek. (Bu istek yerine getirildi).
• Ermenistan
ile sınırlar açılacak, sözde Ermeni soykırımı tanınacak. (Açılım başlatıldı).
• Güneydoğu
Anadolu’da bir ‘Federe Kürt Devleti’ kurulmasının önü açılacak. (‘Kürt Açılımı’
ve daha sonra ‘Demokratik Açılım’ adı altında girişim başlatıldı).
• ‘Yeni
Osmanlı’ kavramı altında, Türkiye eyaletlere bölünecek. (Siyonist Lobilerin
medyadaki ‘tetikçileri’ propagandayı başlattı).
• Türk ordusu
yetkisiz ve etkisizleştirilecek. (‘Tetikçi’ yazarların yuvalandığı Taraf
gazetesinin önderliğinde medyada saldırılar sürüyor.)
• Türklerin
elindeki tüm fabrikalar, işletmeler, bankalar, hava ve deniz limanları, madenler
ve tarım toprakları, ‘özelleştirme’ adı altında ABD-AB-Siyonist İsrailli
yabancılara yok pahasına satılacak. (Bu yönde yolun yarısı geçildi).
• Başta Fırat
ve Dicle nehirleri üzerindeki barajlar olmak üzere, Türkiye’nin tüm su
kaynakları ve dağıtım şebekelerinin denetim ve yönetimi, ABD-AB-Siyonist
İsrailli kurumlara devredilecek. (Siyonist İsrailliler, GAP bölgesinde çok
yoğun çalışıyorlar).
• İstanbul’da
Heybeliada Ruhban Okulu açılacak, Fener Kilisesi Başpapazı ‘ekümenik’ kabul
edilecek ve onun başkanlığında İstanbul’da bir ‘Ortodoks Din Devletinin’
kurulmasının önü açılacak. (Girişime, Ruhban Okulu’ndan başlandı).
• İran
‘hâlihazır düşman’, Rusya ise ‘potansiyel düşman’ olarak kabul edilecek. (İran
düşmanlığı dayatılmakta).
Bir kez daha
tekrarlayalım: Mafya kurallarına göre, racon kesildikten sonra sözünü
tutmayanın kafası kopartılır!
Kafa kopartma,
her zaman fiziki anlamda uygulanmaz.
Siyonist Mafya,
başbakanlık koltuğuna oturttuğu kişiyi, raconu bozduğunda, alaşağı edip
siyasetten silerek de kafa kopartmış olur!
İşin özü şudur.
4 Temmuz 2001
tarihinde ABD’de Siyonist Lobilerle racon kesen Recep Tayyip Erdoğan bugünlerde
çok sıkışmıştır.
Bir yanda,
Siyonist Babalar, artık ‘ricalarının’ daha fazla geciktirilmeden yerine
getirilmesini istemektedir.
Diğer yanda,
tüm baskı, kuşatma ve dayatmalara rağmen ulusalcılar direnmekte, teslim
olmamaktadır.
İşte bu
koşullarda, Recep Tayyip Erdoğan; Anayasa, Anayasa Mahkemesi, Yargı, Yargının
Bağımsızlığı, Basın Özgürlüğü, İfade Özgürlüğü gibi temel kurum ve kavramları
hiçe saymaktadır. Çünkü ya Siyonist Mafya’nın ‘ricalarını’ yerine getirecek, ya
da ‘kafası koparılacak’, yani koltuktan alaşağı edilecektir!
Bu gerçek
fotoğrafı göz ardı ederek medyada sözde uzmanların yaptığı tüm yorumlar,
analizler, irdelemeler, saptamalar ve saatlerce süren oturumlar, paneller,
birer gölge oyunundan başka bir şey değildir, halkımızı uyutup oyalamaktan
başka hiçbir işlevi yoktur.
Peki, bu
gidişin sonu nereye varacak?
Kemalist
Devrimciler iktidar olacak ve tüm raconları bozacaktır!
Yılmaz Dikbaş
7 Aralık 2009
dikbas@kalinka.com.tr
www.kalinka.com.tr
0532 233 31 52
AÇIKLAMA: Bu
yazımı ilk kez 7 Aralık 2009 tarihinde Sosyal Medyada yayınladım. Daha sonra bu
yazım, ilk baskısı Ocak 2011 tarihinde yapılan, Asya Şafak Yayınları tarafından
yayımlanan "İĞFAL" adlı kitabımda yer aldı. Şimdi de bu yazımı,
KISALTILMIŞ OLARAK, "İĞFAL" adlı kitabımı okumamış okurlarıma
sunuyorum.
Saygılarımla,
Yılmaz Dikbaş
12 Mayıs 2016,
Perşembe
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52