18 Mart 2016 Cuma

ULUSAL KANALDA BİR “ENTELEKTÜEL FAHİŞE”



Öncelikle başlıktaki “Entelektüel Fahişe” nereden çıktı ona açıklık getirelim.
“Marks'ın arkadaşı gazeteci Swinton, 1880’ler de New York Times' ta yazıyor. Gazete bir Yahudi tarafından satın alındıktan sonra düzenlenen toplantıda, davetli gazeteciler basının onuruna kadeh kaldırmak üzere kürsüye çağırıyorlar onu.  Swinton elindeki kadehiyle kürsüye çıkıyor. Çıt yok...
Ve tarihi cümleler dökülüyor bir bir ağzından.
"Dünya tarihinin şu anına dek, Amerika'da "Özgür bağımsız basın" diye bir şey olmamıştır. Bunu siz de biliyorsunuz biz de..." diye başlıyor sözlerine; "Hiçbiriniz düşündüklerinizi olduğu gibi yazmaya cesaret edemezsiniz. Bunu yapmaya kalktığınızda yazdıklarınızın önceden basılmayacağını bilirsiniz çünkü. Çalıştığım gazete bana düşüncelerimi özgürce yazmam için değil, tersine yazmamam için haftalık bir ücret ödüyorlar. İçinizde benzer biçimde benzer ücret alan başkaları da vardır. Düşüncelerini açıkça yazacak kadar salak olan herhangi biri, sokakta başka bir iş arıyor olacaktır. Gazetemin herhangi bir sayısında düşüncelerimi apaçık yazmaya izin verseydim, 24 saat dolmadan işimden atılırdım. Gazetecilerin işi; gerçeği yok etmek, düpedüz yalan söylemek, saptırmak, kötülemek, servet sahiplerine dalkavukluk etmek, kendi gündelik ekmeği uğruna yurdunu ve soyunu satmaktır. Bunu siz de biliyorsunuz, ben de! Öyleyse şimdi burada "bağımsız özgür basının" (!) "şerefine" (!) kadeh kaldırmak saçmalığı da nereden çıktı? Bizler, sahnenin arkasındaki zengin adamların oyuncakları, kullarıyız. Bizler ipleri çekilince zıplayan oyuncak kuklalarız...
Onlar ipleri çekiyorlar ve biz dans ediyoruz. Yeteneklerimiz, olanaklarımız ve yaşamlarımız, hepsi başkalarının malı. Bizler Entelektüel Fahişeleriz”
İşte yazının başlığı kaynağını bu yaşanmış olaydan alıyor.
Ben bu yazıda “Bay Küçük” yazdığımda siz onu “entelektüel fahişe” diye okuyun.
Ulusal Kanal'da 12 Mart 2016 Cumartesi günü Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük Hulki Cevizoğlu'nun hazırlayıp sunduğu “Ceviz Kabuğu” izlencesinin konuğuydu...
İzlencede kimi Atatürkçülerin, kimi ulusalcıların, devrimcilerin “bu güne değin olağan üstü değer biçtikleri” Entelektüel Fahişe Yalçın Küçük’ ün hezeyanlarını izledik.
Aşağıda yazdıklarımızı okuyunca sizde anlayacaksınız ki Bay Küçük gerçekten  “sahnenin arkasında” oturanların kuklasıdır. Onlar ipleri çekince sahnenin önünde Bay Küçük başlıyor zıplamaya.
Ama bu kez ipi biraz fazla çekilmiş olacak ki bizim ateşli Kürtçü, Atatürk düşmanı, karşı devrimci “entelektüel fahişe” zıvanadan tam çıktı. 
Ulusal Kanal'da 12 Mart 2016 Cumartesi günü Ceviz Kabuğu” izlencesinde Bay küçük "İstiklal Marşını M. Akif yazmadı, Tevrat'ın İşaya bölümünden çevrildi." Diyerek öyle bir zıpladı ki, sormayın.
Konunun anlaşılabilmesi için “Tevrat” hakkında kısa bilgi vereyim. “İsa’dan önceki İbrani peygamberlerin yazıları derlemesini meydana getiren 39 kitapçık bulunmaktadır. Hristiyanlar bu İbrani peygamberlik yazıları derlemesine Eski Ahit (Eski Antlaşma) adını verirler. Eski Ahit’in 39 kitapçığından ilk beşini Musa’nın yazdığına inanılır. Bu beş kitap Tevrat adıyla da bilinir ve Tekvin [Yaratılış], Çıkış [Mısır’dan Çıkış], Levililer, Sayılar [Çölde Sayım] ve Tesniye [Yasa’nın Tekrarı] kitapçıklarından oluşur.” İşaya, Tanah'ta Yeşaya ismiyle sözü edilen bir peygamberdir (MÖ 7. yüzyıl). Adı "Yehova'nın kurtuluşu" anlamına gelir. Yeşaya kitabında 66 konu bulunur. İlk 39 konu günahkâr Yehuda Krallığı'nın ve Tanrı'ya karşı gelen her ulusun yıkılacağı kehanetinde bulunurken son 27 konu Tanrı'nın ihtişamı altında İsrail ulusuna ait yeni bir krallık kurulacağı kehanetinde bulunur”
Üşenmedim “Yeşaya kitabını” internetten indirdim ve 66 konuyu tek tek okudum. “İstiklal Marşı” ile uzak yakın bir bağ kuramadım.
Bay Küçük’ ün “emperyalizme meydan okuyuşun destanı” olan İstiklal Marşımıza ve onun yazarı M. Akif Ersoy a bu ilk saldırısı da değildir. Bay Küçük yakın zamanda "Çöküş" adlı bir kitap yayınladı. Bu kitabında büyük ölçüde Mehmet Akif hakkında akıl almaz iftiralarda bulunuyor.
Yalçın Küçük, İstiklal Marşı'nın bir Türk marşı değil de İslamcı, Kürtçü, Yahudi ittifakını yansıtan bir marş olduğunu iddia ediyor. (Yalçın Küçük, "Çöküş", Mızrak Yayınları, İstanbul 2010, s 56)
Atatürk’e hakaretler eden, terörist başına ve PKK’ya ise övgüler düzüp Kandil Dağı’na selam yollayan,  Bay Küçük böylesi bir hezeyana, böylesi bir zırvalamaya neden gerek duydu?
Saygın Tarihçi Sinan Meydan bu sorunun yanıtını açık ve anlaşılır bir dille veriyor
Emperyalizm, dünyanın her yerinde “silahla” yapamadıklarını “siyasetle”, “parayla” ve “toplum kontrolüyle” yapmayı denemiş ve genelde de başarılı olmuştur. Emperyalizm, Türkiye üzerindeki amaçlarına ulaşmak için Atatürk’ün “bağımsızlık” ruhunu ve “çağdaşlaşma” idealini kırmak zorunda olduğunu çok çabuk anlamıştır. Bu nedenle bir taraftan Atatürk’e, diğer taraftan Kurtuluş Savaşı’na ve Türk Devrimi’ne saldırmıştır. Ancak bu saldırıları genelde emperyalistlerin kendileri değil, emperyalistlerin dümen suyuna girmiş olan “yerli işbirlikçiler” yapmıştır” (S. Meydan-Cumhuriyet tarihi Yalancıları)
“Mustafa Kemal Atatürk hayatında en çok iddiaların dolaştığı son yüzyılın en büyük ucubelerinden biridir” diyecek kadar pervasız olan “entelektüel fahişe” Bay Küçük’ ün hezeyanları bu kadar da değil.
Bay Küçük’ ün 1992 Ocak ayında Başak Yayınlarından “Emperyalist Türkiye” kitabı çıktı. Toplam 508 sayfadan oluşan kitabı dileyen herkes internetten indirebilir.
Bende öyle yaptım. Kitap  Siyasi amaçlarına ulaşmak için tarihi kullanan
emperyalizm, güdümlü tarihçilere “kurgusal tarih tezleri” icat ettirerek bu tezleri tüm dünyaya “tarihsel gerçekler” diye yutturmuştur.” diyen Tarihçi Sinan Meydan’ı tamda doğrulayan bir içeriğe sahip. Hiçbir gerçeğe, belgeye dayanmadan kaleme alınmış.
Yine Sinan Meydan’a kulak verelim. “Emperyalizmin güdümündeki “yobaz”, “liboş” ve “II. Cumhuriyetçi” tayfa, Türkiye’de “Resmi tarih yalan söylüyor” formülüyle hareket ederek, önce insanları bildiklerinin “yalan” olduğuna inandırmakta, daha sonra da şüphe içindeki insanlara, “Bu yalanlan düzeltiyoruz” diyerek kurgusal bir tarih yazmaktadırlar.” (S. Meydan-Cumhuriyet tarihi Yalancıları)
İşin ilginci, Cumhuriyet tarihinin “yalan” olduğunu, bu yalanları kendisinin düzelttiğini iddia eden Bay Küçük, Kimi solcu, Atatürkçü(!) çevrelerce “sosyalist” kabul edilerek yüceltilmiş/yüceltilmektedir.   Araştırmalarına peşinen “bilinenleri altüst etmek” niyetiyle başlayan Küçük, “Türkiye Üzerine Tezler” ve “Aydın Üzerine Tezler” adlı kitaplarında Atatürk’ü ve Kurtuluş Savaşı’nı yeniden yorumlayarak, bilinenleri altüst etmek sevdasıyla gerçekleri epeyce eğip bükmüştür. Çerkez Ethem’i aklamaya çalışan, buna karşın İsmet Paşa’ya yüklenen Küçük, Kurtuluş Savaşı’nın antiemperyalist niteliğini ve Atatürk’ün bu savaştaki rolünü sorgulayanlardandır.” (S. Meydan-Cumhuriyet tarihi Yalancıları)
Ağzından salyalar saçarak Amerikan ağzıyla konuşan, sözde sosyalist Bay entelektüel fahişe Küçük, Atatürk’e ve Cumhuriyet’e benzer şekilde saldıran “Hayatım ve Hatıratım” kitabında Mustafa Kemal’e olmadık, iğrenç, rezil iftiralar atan, Dr. Hasan Behçet Tokol’un “Bu kişide bir koğuş hastaya yetecek kadar hastalık var” teşhisi koyduğu Rıza Nur’a da sahip çıkmaktadır.
Bay Küçük’ e göre, “Rıza Nur'un hatıralarını rıza nur yazmıştır, Atatürk için söyledikleri de bilimseldir”
Kişilik psikolojisi “Bir koğuş hastaya yetecek kadar hastalık” taşıyan,  Başta Tayyip Erdoğan olmak üzere tüm Atatürk düşmanlarının beslendikleri Rıza Nur’un “Hayatım ve Hatıratım” kitabında Atatürk hakkında yazıp söylediği yalan ve iftiralar ile Bay Küçük’ ün yazıp söyledikleri neredeyse aynı kalemden çıkmışçasına birbirini çağrıştırıyor.
Bu gün Türkiye’de yerden mantar bitercesine türeyen Entelektüel fahişelerin sol sürümü ve en “soysuzlarından biri” olan Bay Küçük aynı zamanda ateşli bir Kürtçüdür!
Bay Küçük, Almanya’da gerçekleşen bir PKK toplantısında yaptığı ateşli konuşmada aslında gerçek kimliğini tüm çıplaklığı ile gözler önüne de sermiştir. Küçük, terör örgütüne ve mensuplarına yağdırdığı övgüler, içinde zerre kadar vatan sevgisi olan her yurttaşı yerinden zıplatacak kadar ağır tahriklerle doludur. İşte o konuşmadan birkaç satır:
Selam başkaldıran Kürde! Selam Kürdistan dağlarına! Selam Kürdistan dağlarındaki kardeşlerime! Selam kardeşime! Bugün diyorum! Bugün diyorum! Bugün diyorum! En güzel baş Kürt başıdır. Çünkü Kürt başını kaldırıyor. Her yerde bunu söylüyorum. Şu anda sevgili dostlarım Mezopotamyalı olduğum için, Anadolulu olduğum için, Orta Asyalı olduğum için gurur duyuyorum ”
TURP’UN BÜYÜĞÜ HEYBEDE
Hemşerimiz Süleyman Demirel bu tür durumlarda “Turp’un büyüğü heybede” derdi. Buraya kadar yazdıklarımı okuyanlar Bay Küçük’ ün 1992 Ocak ayında Başak Yayınlarından çıkan “Emperyalist Türkiye” kitabında yazıp söylediklerini okuyunca “Turp’un büyüğünün heybede” olduğunu görecekler.
1.   Mustafa Kemal Anadolu’ya “Britanya İşgal Kuvvetlerinden Vize Alarak” Gitmiş!
"Kemal, çok küçük istisnadan birisidir ve ordu içinde İngiliz politikasını temsil ediyor. Bu o kadar öyle ki... Londra bu dönemde, bu bölgede, en büyük tehlike olarak birbiriyle iç içe saydığı Bolşeviklikle ittihatçılığı görüyor. Kemal paşa bunlara karşı bir misyonla ve gayet açık olarak büyük Britanya işgal kuvvetlerinden vize alarak gidiyor. İngilizlerin kendilerine karşı direnen Altıncı Ordu Kumandanı Ali İhsan Sabis'i görevden alarak yerine Mustafa Kemal'i atamak istedikleri belgelerle kesindir. Pek çok seçkin insanın mandacı oldukları da kesindir... Sivas kongresinin oy birliğiyle Mustafa Kemal'in de oyuyla, Amerikan mandasını isteme kararı aldığı da kesindir... Sivas 'ta Mustafa Kemal dâhil kurtuluşun vekâletini Amerika'ya verme kararı alıyorlar. Kutlu olsun... Emperyalist Türkiye sayfa 455- 456
2.        Mustafa Kemal Ufku En Dar Olanlardan Birisidir
“… Türkiye dışarıdan, içerideki Türkler’ in gördükleri türden görülmüyor. Mustafa Kemal, yirminci yüzyıl politikacıları içinde en temkinlisi ve ufku en dar olanlardan birisidir; yönetime gelmesinde, yorgun ve yenilgiye alışmış yenikçi Türk halkının psikolojisine uygun düşmesinin ayrı bir ağırlığı olduğunu düşünüyorum. Misak-ı Milli, Kemal Paşa’ya ve Kemal Tahir’in romanının adıyla, “yorgun savaşçı” bir kütleye uygun düşüyor.”
“Fakat Birinci Cumhuriyet ve Kemalizm, Türklerin tarihinde sanıldığından daha kısa bir süreçtir. Ayrıca dışarıdakiler hiçbir zaman bu bakışla değerlendirmiyorlar. Ermeniler, Azeriler, ön Kafkasya’nın ve Orta Asya’nın diğer halkları ve hiç kuşkusuz Ruslar için, Türkiye ekspansiyonist ve Türk yönetimi her zaman aşırı baskıcıdır” Emperyalist Türkiye sayfa:24
…“Bütün çalışmalarımda Kemal Paşa’nın devrimci geçmişi olmayan, oldukça tutucu ve son derece sınırlı ufuklu bir burjuva demokrat olduğunu gösterebilmiş durumdayım.
Enver Paşa, işte bu dönemde(1918-1922), Osmanlı İmparatorluğu’nu, Orta Asya’ya taşımaya çalışıyor. Osmanlı İmparatorluğunu Orta Asya’ya taşımayı planlamış olan bir burjuva –demokrat, bugünün oligarklarına, Kemal Paşa’dan çok daha yatkın bir model veriyor”( Emperyalist Türkiye sayfa:76)
UNESCO 1981 yılında, 100. Doğum Yıldönümü nedeniyle Atatürk'ü "Ulusal Mücadele ve Çağdaşlaşma Lideri" olarak evrensel niteliklerini ortaya koymuştu. “Bu gün UNESCO’nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal’dir” denilen ve UNESCO tarihinde ilk kez 152 ülke delegelerinin oybirliği ile aldığı karar aynen şöyledir.
“Atatürk kimdir; Atatürk; Uluslararası anlayış işbirliği ve barış yolunda çaba göstermiş üstün bir kişi olağanüstü reformlar gerçekleştirmiş bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk lider, insan haklarına saygılı dünya barışının öncüsü, bütün hayatı boyunca insanlar arasında renk din ve ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz bir devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu.”
Bay Küçük, Mustafa Kemal’in dize getirdiği emperyalist yağmacıların entelektüel fahişeliğini gönüllü” mü yoksa “para karşılığı” mı yapıyor şimdilik bilemiyoruz. Ama Atatürk hakkında UNESCO’nun 152 ülke delegesinin oybirliği ile yanılabileceklerini akıl sağlığı yerinde olan hiç kimse iddia edemez sanırım.
3.   Mustafa Kemal, geç kalmış ve bu nedenle fazla gelişememiş bir Müthiş İvan veya Sekizinci Henry’dir.
“İnsan’ Atatürk filmi olmaz. Olursa ya bu bir başkasının filmidir ya da kahraman sevecen değildir. Eğer bir kimse Mustafa Kemal’i sevecen gösterirse, bir başkasının filmini yapmış olur.
Mustafa Kemal, çok vesveseli, hep kıstırılmışlık kompleksi içinde yaşayan, sevgisiz bir insandır. Annesini sevmez. Mütareke’ de İstanbul’da annesi ile değil Pera Palas’ta kalmayı tercih ediyor. Annesinin cenazesine gitmiyor. Latife’yi de sevdiğini gösteren hiçbir işaret yok. Üstelik kendisinin Latife’yi seçtiğini sanmıyorum. İzmir’in komprador burjuvazisi olan Uşakizadeler, İsviçre’de okuyup yaşayan kızlarını Mustafa Kemal’e vererek, Kemal’i burjuvaziye damat alıyorlar. Kemal’de hep, “sosyete” kadınlarına yatkınlık sergiliyor. Sofya’da, Şam’da, İstanbul’da hep zengin ve güzel hanımların salonlarına girmeye çalışıyor. Çeşitli kaynaklar bu alanda çok başarısız kaldığını saptıyor. Yabancı kaynaklar, Kemal’in asker yürüyüşüyle dans ettiğini kaydediyorlar. Sevimli olmaz.  Sevgisiz ve acımasızdır. Maliye Nazır’ı Mehmet Cavit’i astırdığı akşam, bir balo düzenlemeye dikkat ediyor. Mustafa Kemal, geç kalmış ve bu nedenle fazla gelişememiş bir Müthiş İvan veya Sekizinci Henry’dir.” (Emperyalist Türkiye Sayfa 93)
Bu rezil, rezil olduğu kadar iğrenç söylemlerin kaynağı “Bir koğuş hastaya yetecek kadar hastalık” taşıyan Rıza Nur’dan başkası değil kuşkusuz. (Unutmadan bu aşağılık rezil karalamayı, Soros beslemesi Can Dündar “Mustafa” filminde dillendirmişti.)
Ancak Mustafa Kemal Atatürk’ü “Müthiş İvan veya Sekizinci Henry’e” benzeten bir soysuz daha var.
Amerika’nın Lozan Antlaşmasına karşı tepkisi o kadar büyüktü ki, Antlaşma metni Amerikan Senatosu'na bir yıl sonra getirilebilmiştir. Lozan anlaşmasını bu güne kadar yok sayan Amerika’nın Temsilciler Meclisi üyesi William UPSHAW 18 Ocak 1927 tarihinde "de ağzından köpükler saçarak kürsüde konuşuyor:
"Lozan anlaşması, Timurlenk kadar hunhar, Korkunç İvan kadar sefih ve kafatasları piramidi üzerine oturan Cengiz Han kadar kepaze olan bir diktatörün, zekice yürüttüğü politikasının bir toplamıdır. Bu canavar savaştan bıkmış bir dünyaya, tüm uygar uluslara onursuzluk getiren bir anlaşmayı kabul ettirmiştir. Buna her yerde Türk Zaferi dediler! Dünya parlamentolarını bu anlaşmayı kabule ikna ettiler ve büyük sermaye grupları, ticaret erbabı ve bazı din temsilcileri bile Türkiye’yi uygar uluslar masasında, uluslararası bir konuk durumuna yükselterek, Amerika’yı yüksek ülkülerinden uzaklaştırmada birleştiler.”
Amerikalı senatörün hunhar Timurlenk, sefih Müthiş İvan ve kafatası piramidi üzerinde oturan Cengiz Han'a benzettiği kişi, emperyalizme karşı Türk halkına Ulusal Kurtuluş Savaşı'na önderlik eden Mustafa Kemal'dir.
Peki, Mustafa Kemal Atatürk Lozan Barış Antlaşmasını nasıl tanımlıyordu?  “Türk Ulusu aleyhine yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Barış Antlaşması'yla tamamlandığı zannedilmiş, büyük bir suikastın ortadan kaldırıldığını gösteren bir belgedir.”
Amerikalı senatörün Mustafa Kemal’e saldırması anlaşılabilir bir şeydir. Ama bizim anlamakta/anlatmakta bile utanıp, ar duyduğumuz sağdaki ve soldaki entelektüel fahişelerin Amerikalı senatörle aynı ağzı, aynı söylemi kullanarak benzer şekilde saldırmalarıdır.
4.   Tarih Kemal’in yerine Enver’i ön plana çıkarmak üzeredir (Bir röportaj ama soruları kimin sorduğu belirsiz)
“Soru; Son günlerde İstanbul’da Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği basın toplantısında dile getirilen bazı görüşler var. Adeta kamuoyuna “Eğer toplu katliam yapmazsak, vatan elden gider, PKK her şeyi aldı götürdü” imajı verilerek kitleler, özellikle de Türk halkı kitlesel katliama hazırlanmak ve bunun yanında yer almasını sağlamak isteniyor. Bu durumlar nasıl değerlendiriyorsunuz?”
“Yalçın Küçük’ ün yanıtı; Yayılmacı bir Türklük geliyor. Kemalizm’in misak-ı milli ilkesini terk etmek zorunluluğunu duyuyor. Tarih Kemal’in yerine Enver’i ön plana çıkarmak üzeredir.  (Emperyalist Türkiye Sayfa 135)
5.   “ Ne Mutlu Kürdüm Diyene”
“Şimdi dünyanın umutsuzluğun kara bulutlarıyla bastırıldığı bu tarih döneminde insanlık Kürdistan’da patlıyor. İnsanın doğuşu Kürdistan dağlarındadır”
“Bekaa Vadisi’ndeydim; hepsi gençti ve gençlerden birisi yaklaştı. Hukuk fakültesini bitirmiş ve öğrenciliğinde konferanslarıma, panellerime dinleyici olarak katılmış olduğunu söyledi. General üniformasıylaydı, ama yine de ne yaptığını sordum. “Ceza Mahkemesi Başkanıyım” dedi. Çok büyük heyecan duydum. Bir şansla, belki de 20-25 yıl sonra ve mutlaka Kürt kimliğini reddetmek koşuluyla baş ceza yargıcı olabilecekti. 23 Yaşındaki Ceza Mahkemesi Başkanına gıpta ettim.”
Bu topraklarda şimdi, Kürt mücadele ediyor; İnsan doğuyor.
Ne mutlu mücadele edene!
Ne mutlu Kürdüm diyene!
Ne mutlu yükselişin bayrağını tutana; Doğan insana
!” ( Emperyalist Türkiye Sayfa; 151 -152-153)
6.   Yeni cumhuriyetin yeni başkenti İstanbul olmalıdır
“Büyük heyecanlarım var. Uçağa bindiğimde gözümü teleskop yapıp dikkatle gözlem yapmaya çalışıyorum. “Yeni başkenti nereye kuracağımız” sorusuna cevap arıyorum. Yeni cumhuriyetin yeni başkenti olmalıdır ve yeri, gecikmeden, bulunmalıdır, öyle düşünüyorum.”
“İstanbul’a her geldiğimde İstanbul’u nasıl yıkacağımı düşünüyorum. Bu düşünceden büyük heyecan çıkarıyorum. İstanbul’u acımadan ve toptan yıkmak gerektiğine inanıyorum. “Milli servet” dememek gerekiyor, bu söz son zamanlarda uydurulmuştur, halkların utancı demenin daha uygun olduğunu sanıyorum.”
“İstanbul’un fethine Taksim’den başlamak gerektiğini düşünüyorum.
İstanbul bize layıktır. Biz yıkmalıyız.”(Emperyalist Türkiye Sayfa; 254-257)
Başta RTE olmak üzere “Yeni Osmanlıcı” yobaz sürüsü de aynı amaç için çalışıyorlar!
SON SÖZ YERİNE: ULUSAL KANALDA BİR “ENTELEKTÜEL FAHİŞE”
Kuşkusuz Bay Küçük’ ün Atatürk, Türk Devrimi ve Kemalist Cumhuriyetin kurucu kadrosuna karşı rezil olduğu kadar iğrenç söylemleri, yalan, iftira ve karalamaları bunlarla sınırlı değil. Ben Bay entelektüel fahişe Küçük hakkında okuyanlara bir fikir vermek bakımından “Emperyalist Türkiye” kitabından 6 alıntı ile yetindim. İlgilenenler kitabı okuduklarında göreceklerdir’ ki kitabın her sayfası benzeri hezeyanlarla dolu.  
Peki, Ulusal Kanal'da 12 Mart 2016 Cumartesi günü “Ceviz Kabuğu”  izlencesini hazırlayıp sunan Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Hulki Cevizoğlu bunları bilmiyor muydu?
İzlencenin konuğu olan Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek Bay Küçük’ ün ateşli bir Kürtçü, dinci gericiliğin kadrolu tarihçisi Rıza Nur’un sol sürümü ve Emperyalist yağmacıların dili olduğunu bilmiyor muydu?
Ulusal Kanalda 2010 yılı Aralık ayından bu yana Pazartesi akşamları Bay Küçük’ ün “Kalemler ve Kılıçlar” izlencesini yayınlayan Ulusal Kanal Yöneticileri bu izlencenin “Atatürk’ün “bağımsızlık” ruhunu ve “çağdaşlaşma” idealini kırmak” amacına hizmet etmeye yöneldiğini bilmiyorlar mıydı?
Konu ile ilgilenen hemen herkesin rahatlıkla ulaşabileceği bu bilgileri sözü geçen bu kişilerin bilip, duymadıklarına inanmamızı beklemek akıl tutulmasından başka bir şey değildir.
O zaman soralım “Atatürkçü çizgide hiçbir etki altında kalmadan gerçek televizyonculuk” yaptığı iddiasında olan bir kanal da, ateşli Kürtçü, pervasız bir Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı olan,  Amerikalı senatörle aynı ağzı, aynı söylemi kullanan, kadrolu “ENTELEKTÜEL FAHİŞE” kimin adına, hangi amaçla konuşturulur?
Bunu kendi adıma değil, dar gelirli on binlerce “Ulusal Kanal Gönüllüsü” nün, çocuklarının harçlığından keserek ödedikleri paraları “Atatürk ve Cumhuriyete küfredilsin” diye göndermediklerini bilinsin diye yazdım. 18 Mart 2016 Cuma- Isparta
Mahmut ÖZYÜREK


15 Mart 2016 Salı

ULUS BİLİNCİ OLMAZSA…

Hepimizin bildiği gibi Ankara’da patlayan son bomba olayını da sayarsanız bu bir yıl içinde ülkede patlayan 6. bomba oluyor…
Ve her bomba olayından sonra yaşananlar da giderek alışıldık hale gelmeye başlıyor…
Önce çok sert tepkiler, haykırmalar yaşanıyor…
Sonra da terörün yaşandığı yere çiçek koyma, saygı duruşu veya zaman zaman atıldığı gibi kahrolsun terör sloganı her zamanki yerini alıyor
Peki sizce sosyal medyada olup bitenlerde dahil olmak üzere toplum olarak terörün amacını…
Hedefin ne olduğunu gerçekten sorguluyor muyuz?
Bence hayır
Genel bir teröre hayır kampanyasından daha ötesine ne yazık ki geçilemiyor…
Durum böyle olunca ne buna yol açan politikalar tartışma konusu yapılıyor…
Ne de gereken önlemleri almayıp istihbarat zaafı yaratan yetkililer…
Aslına bakarsanız bizde böyle bir anlayış var, herhangi bir kurumda hatta bir okulda öğrencinin burnu kanasa bile sorumlular aranırken…
Yaşanan 6 bomba olayıyla ilgili olarak ne sorumlu kişi bulunuyor…
Ne de güvenlik zafiyeti.
Hafızamızın zayıflığını çok iyi bildiklerinden olsa gerek hiç kimse yapılanlardan çıkarılması gereken dersle falan ilgilenmiyor…
Genelde de olay çoğu zaman olduğu gibi unutulmaya terk ediliveriyor…
Aslında şunu baştan söylemek gerekiyor, öyle kendiliğinden birileri akıllarına estiği için falan terör yapmaz…
Yapamaz…
Çünkü bilinir ki tüm terör örgütlerinin büyük devletlerin gizli servisleriyle doğrudan olmasa bile dolaylı ilişkileri vardır.
İşte terör…
Bu büyük devletlerin politikalarına karşı durmaya çalışan…
Veya onun istediği gibi davranmayan…
Sözünü dinlemeyen devletlere mesaj vermek amacıyla yapılır…
Hem bu tür olaylarda teröristin kimliğinin çok fazla bir önemi de yoktur…
Çünkü…
İlgili istihbarat örgütleri, eylem yapılması düşünülen ülkeye ya da yöneticilerinin siyasi görüşüne göre değişik birçok örgütü görevlendirebilir…
Bu nedenle teröristin kimliği de toplumu yanıltmak veya farklı bir algı yaratmak için pekala kullanılabilir…
İşte sözün tam burasında tamam da bizde neden patladı diye sorabilirsiniz?
Belki pek çok neden de sayılabilir ama bence asıl neden…
Mevcut hükümetin uyguladığı yanlış ve mezhepçi politikalardır denilebilir…
İsterseniz konuya şöyle yaklaşalım…
2002 yılında neredeyse sıfıra inmiş bir terör ve eylem yapamaz hale gelen örgütünü…
Tekrar
“Birlik, barış, kardeşlik…”
“Açılım…”
“Çözüm süreci “adı altında kim palazlandırdı?
Güç toplamasına hizmet etti…
Askerin, polisin elini kolunu bağladı…
Peki, biz şimdi uzaklardan PYD’yi top ateşine tutuyoruz ya…
Sahi; liderleriyle yakın zaman kadar görüşen…
Ağırlayan…
Fikir alıverişinde bulunan kimdi?
Herhalde aksakallı dede değil.
Peki;
Ya üslere doldurduğumuz ABD askerlerine ne demeli…
Daha gelir gelmez üstelik çok net olarak…
“PYD’ ye daha yakından yardım etmek için geldiklerini” en yetkililerinin ağzından bile söylemediler mi?
Doğrusunu isterseniz bu kadar yanlışlığın içinde olunmasının ancak bir nedeni bulunmaktadır…
O da bizi yönetenlerin Türkiye’nin genel çıkarlarını savunabilecek ulus bilincini taşımadıkları…
Demek istediğim…
Eğer kafanızda…
Ulus diye bir kavram…
Ulusal bir bakış açısı bulunmazsa…
Her ne yaparsanız yapın…
Farkında olmadan varacağınız yer emperyalizmin piyonu olmaktan daha ötede bir yer olmayacaktır…

15–03–2016
Nusret KEBAPÇI