7 Mart 2016 Pazartesi

Bir özgürlük savaşçısı Sophie Scholl



Sophie Scholl ve arkadaşları Alman faşizmine karşı ilk direnişi gerçekleştirip büyük bir miras bıraktılar.
Bütün dünya Hitler’i ve Nazizm’i nefretle anarken Sophie ve arkadaşlarına derin bir sevgi ve büyük bir saygı besliyor. Devrimciler unutulmaz ve asla yenilmezler.
Direnen bütün devrimcilere selam olsun!
1940’ların Almayası, Nazi zulmünün en çok hissedildiği, halk üstündeki baskının her geçen gün şiddetlenerek arttığı, Alman halkının tam anlamıyla faşizme teslim olduğu, binlerce insanın toplama kamplarına gönderildiği ve Almanya’nın dünyayı savaşa sürüklediği yıllar. Bütün Almanya Hitler’in esareti altında, umutsuzluk ve karamsarlık içinde. Münih Üniversitesinden bir grup genç hariç.
Karanlığın içine doğan aydınlık: Beyaz Gül



Hitler zulmünün artık dayanılmaz boyutlara ulaştığı bir anda ortaya çıkan bir umut ışığı oldu Beyaz Gül. Yaşanan katliamlara kayıtsız kalamayan Sophie Scholl ve abisi Hans Scholl önderliğinde Münih Üniversitesi ve Münih şehri merkezli kurulan ve tüm dünyaya Hitler’in şeytanlıklarını anlatan bir örgüt. 
Sophie ve arkadaşları işe önce halkı Hitler’in yaptığı katliamlardan haberdar etmek için hazırlanan bildirileri dağıtmayla başladılar. 1942 yılının Haziran ve Temmuz  aylarında her biri 1.000’er adet olan 4 bildiri yazdılar.


Birinci bildiride halkın, Hitler faşizmine karşı sessiz kalmaması gerektiği ve çocuklarına utanç miras bırakmamaları için edilgen bir direniş sergilemesi gerektiği vurgulandı.
İkinci bildiride Nazi ideolojisi ve Hitler’in Yahudiler üzerindeki soykırım politikası eleştirildi.
Üçüncü bildiride halk Hitler rejimine karşı ayaklanmaya ve hükümetin elinde bulunan savaş araçlarını tahrip etmeye davet edildi.
Dördüncü bildiride ise Nazilerin işgal ettiği ülkelerde yaptıkları katliamlardan bahsedildi.
Bildiriler halkta bir hareketlenme yaşatmıştı. Bu elbette Gestapoyu ve Hitler’i son derece rahatsız etmiş ve önlemler almaya itmişti. Bu bildirileri Sophie ve Hans ilk başta kendi el yazılarıyla çoğaltmaya çalıştılar. Daha sonra kitapçı Joseph Sönhgen’in deposunu ve matbaasını kullanarak bastılar ve bildirileri Münih ve civarındaki aydınlara gönderdiler… Bildirilerin yazılmasında ve dağıtılmasında Sophie ve Hans’a; Cristopher Probst, Willi Graft, Alex Schrommel ve Münih Üniversitesi’nin felsefe hocası Prof. Kurt Huber yardımcı oldu. Artık onlar bir direniş örgütü olmuştu.
Hitler’in kan ve karanlığı çağrıştıran Nazi simgesine karşı kendilerine masumiyet ve aydınlığı çağrıştıran Beyaz Gülü seçtiler simge olarak. Temmuz ayının sonlarına doğru örgütün erkekleri savaşta hasta bakıcısı olarak görevlendirildi. Sonbahara kadar cephede kaldılar. Bu sırada Sophie örgütün tüm faaliyetlerini tek başına sürdürdü…
Stalingrad kuşatması ve direnişin hareketlenmesi
Ocak 1943’te Stalingrad kuşatması kaybedilmiş ve Almanya çok büyük bir yara almıştı. Toplamda 250 bin Alman askeri ve 1 milyon Rus’un ölümüyle sonuçlanan kuşatma tam bir hezimet olmuştu. Artık bir şeyler yapmak gerekiyordu.  Sophie’nin babasının arkadaşı Wilhem Geyer’in ayarladığı bir ofiste toplanan örgüt alınan kararla bir bildiri daha yayınlamaya ve duvar yazıları yazmaya karar verdi. Hans ve Willi Ocak ve Şubat aylarında Münih’in bütün duvarlarına “Batsın Hitler”, “Katil Hitler” ve “ Özgürlük” sloganlarını kazıdılar. Bu sırada Prof. Kurt Huber tarafından beşinci bildiri kaleme alındı.

Beşinci bildiride Kurt Huber “Alman gençliğinin, halkımıza gelmiş geçmiş en büyük acıları çektiren, en çirkin insanla hesaplaşma vakti gelmiştir diyerek bütün Alman gençliğini direniş saflarına çağırmıştır. Huber aynı zamanda Stalingrad’da ölen Almanlardan bahseder ve halkı uyarmaya çalışarak; “Alman halkı ne yapıyor? Hiçbir şey görmüyor ve hiçbir şey duymuyor. Körü körüne uçuruma giden Hitler’in peşinde (…) Almanlar! Bizim Yahudilere yaptığımız şeyin sizin başınıza da gelmesini istiyor musunuz? Biz herkesin nefret ettiği ve insanların dışladığı bir toplum mu olacağız hep? Hayır (…) Yüreğinizdeki kayıtsızlık örtüsünü yırtın. İnsanlığa aykırı Nasyonal Sosyalist düşünceyi bırakın” diyerek Nazi ideolojisini bırakmaları gerektiğini vurgulamıştır…
Dokuz bin adet basılan bu bildiri Almanya ve Avusturya’da dağıtılır. 18 Mart 1943 günü Sophie bildirinin kalanını matbaadan alır ve dağıtmak için okula gelir. Ancak Gestapo tarafından takip edilmektedir. Üniversite de izini kaybettirir ve öğle arasında Hans ve Christoph ile birlikte bildiriyi dağıtırlar. Bu sırada okulun hademesi Jakob Schmied tarafından Gestapo’ ya şikâyet edilir ve tutuklanırlar.
Dört gün boyunca tutuklu kalırlar. Bu süre içinde işkenceden geçerler ama konuşmazlar. SS subaylarının Hans’ın evinde yaptığı aramada günlüklerine rastlarlar ve günlüklerden Willi, Alex ve Kurt Huber’in de işin içinde olduğunu anlarlar. Onlar da 20 Şubat 1943’te tutuklanırlar.
Gestapo, Sophie’ye suçlamaları diğerlerinin üzerine atıp kurtulmasını teklif eder ama Sophie bu teklifi kesin bir dille reddeder. O yaptığı işten son derece memnun ve gururludur. 22 Şubat 1943 günü mahkemeye çıkarlar. Hitler’in Şeytanı olarak bilinen Yargıç Roland Freisler “Savaş sırasında en tehlikeli propagandayı ve vatan hainliğini bunlar yaptı” diyerek “vatana ihanet, düşmanla işbirliği yapmak ve askerin moralini bozmak” suçlamasıyla karşı karşıya bırakır. Beyaz Gül üyelerinden Sophie, Hans ve Cristoph ilk duruşmada idama mahkûm edilir ve aynı gün saat 17.00’da giyotinle idam edilirler.


Sophie mahkemedeki savunmasında “Mutlaka birinin başlaması gerekiyordu. Bizim yazdıklarımıza ve söylediklerimize diğerleri de inanıyor. Onlar sadece kendilerini bizim yaptığımız gibi ifade etmekten çekiniyor.” diyerek yaptıkları işin kutsallığını açıklıyor. Yargıç’ın “Adalet istiyor musunuz?” sorusuna ise  “Dünyadan nasıl adalet bekleyebilirsiniz, davalarını hakkıyla savunmaya çalışan bu kadar az kişi varken? Ne kadar güzel, güneşli bir gün ve ben gitmek zorundayım. Ama benim ölümün niye sorun olsun ki, eğer insanlar bizim sayemizde uyanıp harekete geçecekse…” diyerek umut ışığı bırakıyor arkasında…
Sophie Scholl ve arkadaşları Alman faşizmine karşı ilk direnişi gerçekleştirip büyük bir miras bıraktılar.
Bütün dünya Hitler’i ve Nazizm’i nefretle anarken Sophie ve arkadaşlarına derin bir sevgi ve büyük bir saygı besliyor. Devrimciler unutulmaz ve asla yenilmezler.
Direnen bütün devrimcilere selam olsun!
(Beşinci bildiri Beyaz Gül sempatizanı Helmut von Moltke tarafından İskandinav ülkeleri üzerinden İngiltere’ye ulaştırılır. Çoğaltılarak anti propaganda amacıyla ‘Bir Alman Bildirisi-Münihli Öğrencilerin Manifestosu’ başlığıyla 1943 sonbaharında bütün Almanya’ya ve Alman işgali altındaki ülkelere bırakılır.)
Burak Küçükkaya

“Böyle bir hastanın anılarını ve tanıklığını ciddiye almak tıbben olanaklı değildir”



Tayyip Erdoğan Yeşilay toplantısında yaptığı konuşmada Atatürk’ün, manevi kızı Ülkü Adatepe kucağındayken bira içtiği fotoğrafını kastederek “Atatürk Orman Çiftliği’nde ellerine bira şişeleri tutuşturulmuş çocuk fotoğrafları görürsünüz.” demiş ve aklınca Atatürk’e laf atmıştı.
Bu ilk değildi.
Erdoğan, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nın 92’inci kuruluş yıl dönümü resepsiyonunda lafı döndürdü dolaştırdı Atatürk’e getirdi. “Fraklı, valsli, şampanyalı Cumhuriyet Bayramı kutlamaları yapıldığını” söyleyen Erdoğan “Cumhuriyet adına millet tariz ve hatta taciz edildi” dedi. Erdoğan, aynı konuşmasında “Kendisini köklerinden koparmak, kendisini başka bir kalıba sokmak isteyenlere karşı milletimiz her fırsatta değerlerini, kültürünü, özünü temsil edenleri destekleyerek bu mücadeledeki tercihini göstermiştir. 14 Mayıs 1950 işte böyle bir tavır koymadır
Başbakan Erdoğan, (28 Mayıs 2013)AKP’nin grup toplantısında yapmış olduğu konuşmada 'Hangi din olursa olsun bir din yanlışı değil doğruyu emrediyor. Doğruyu emrediyorsa, bunu din emrediyor diye karşısında mı duracaksınız. İKİ TANE AYYAŞIN YAPTIĞI YASA muteber oluyor da dinin emrettiği bir yasanın sizin için neden reddedilmesi gerekiyor' dedi
Başbakan Erdoğan, okullardaki tek tip önlük uygulamasına "faşizm" dedi. Tek tip kıyafet yani üniforma için Cizvit Papazlarını, Mussolini'yi, Hitler'i, İnönü'yü suçladı. "1945'de faşizm çok ağır bir yenilgi aldı, ama maalesef bizde faşist uygulamalar sona ermedi" dedi.
Hâlbuki bu uygulama 1924 yılında başlatılmıştı ve o zaman Atatürk Cumhurbaşkanı idi. Yani önlük uygulaması aslında Atatürk'ün uygulaması idi.
BDP Eşbaşkanı Demirtaş'ın "Öcalan'ın heykelini dikeceğiz" demesini fırsat bilen Tayyip Bey, Öcalan heykelini CHP döneminde dikilen Atatürk heykellerine benzetti. Erdoğan: "Bunların aklı sadece heykel dikmeye yetiyor. BDP, güneydoğunun CHP'si olma yolunda."
Bunlar yalnızca birkaç örnek.
Şevket Süreyya Aydemir Atatürk’ü şöyle tanımlar. ‘‘tarihi bir misyon yüklenmiş ve kendi yolunu çizerek tarihteki yerini alan” kişidir.  Gerçekten de Mustafa Kemal Atatürk; her yönüyle tarihe damgasını vurmuş soylu bir kişiliktir. Sevseniz de sevmeseniz de, yaptıklarıyla tarihe geçmiş bir kişilik hakkında üretilen yalanlarla o kişiyi silmeniz olanaksızdır.
Atatürk’e kin kusmayı neredeyse ibadet haline getiren Erdoğan, Başbakanlığı döneminde gazeteci Cüneyt Özdemir'le yaptığı bir röportaj sırasında "Kitap okumadığını, kitap özeti okuduğunu" söylemiş ve okuduğu kitap özetleri hakkında ise "Daha çok arkadaşlar tespit ediyor" ifadelerini kullanmıştı.
"Kitap okumadığını” söyleyen Erdoğan tarafından dillendirilen, yazının başlangıcında sıraladığımız “Atatürk ile ilgili yalanlar”, “Erdoğan’ın arkadaşları”  tarafından tespit edilip “özet” olarak Erdoğan’a verildiği anlaşılıyor.
Peki, bu yalanların kaynak kitapları nedir ve kimler tarafından kaleme alınmıştır?
Günümüzdeki birçok yalanın, iftiranın kaynağı, milletin zihnini yıllardır bulandıran ve Atatürk düşmanlarının bayrak olarak kabul ettiği isimler Rıza Nur( Hayatım ve Hatıratım) ve onun müridi, "Belli ölçülerde deliyim" diyen Kadir Mısırlıoğlu’ndan başkası değildir (Düzmece Mustafa ve diğer kitapları)
Eğer Cumhuriyet tarihini, Türk ulusuna tarihin her döneminde düşmanlık yapmış bir milletin, yani düşmanın yazmasına izin vermiş olsaydık, bu ikilinin verdiği yıkım kadar zarar veremezdi.
Hiçbir ulusun tarihinde bizimki kadar iğrenç tahrifatlar yapılmamıştır. Bir ulusa yapılacak en büyük kötülük onun tarihini yok etmektir. Buna alet olanlar ise tarihe en büyük hainler olarak geçecektir.
Cumhuriyet tarihi yalanlarının kaynağı bu iki hain hangi ruh hali içindedirler’ ki şeytana gerek bırakmayacak yalan ve iftiralar üretip, bunu “tarih!” diye millete yutturmaya kalkışırlar?
“Hayatım ve Hatıratım” kitabında Mustafa Kemal’e olmadık, iğrenç iftiralar atan Rıza Nur hakkında Dr. Hasan Behçet Tokol, şu tanılarda bulunmuştur:
“Bu kişide bir koğuş hastaya yetecek kadar hastalık var. Teşhisim; psikopatik bir zemin üzerinde paranoit reaksiyon, yani çok ağır bir ruhsal bozukluk tablosu. Bu tür hastalar, zekâ fakülteleri tamamen bozulmadığından kısa süreli de olsa olumlu işler yapabilirler. Anılarını; son duygu, düşünce ve yargılarına göre değiştirerek, geriye dönüp yeniden kurgulayarak, sanki gerçekmiş gibi aktarmış ki, bu tutum, bu tür hastalara özgü bir telafi ve tatmin yoludur. Böyle bir hastanın anılarını ve tanıklığını ciddiye almak tıbben olanaklı değildir.”
“Doktorun, Rıza Nur’da belirlediği hastalık adları da şöyle: İzolasyon (kendini çevreden soyutlama), depresyon (ruhsal yavaşlama, içe kapanma, çöküntü), homoseksüel eğilimli, Obsesif- kompülsiv sendrom (toz, mikrop korkusu), depersonelizasyon (aşağılık duygusu), agresif ve hostil (saldırgan ve kızgın), psikopat (kişilik bozukluğu), mitomani (yalan söyleme), fabulasyon (masal uydurma, hayali hikâyeci), fanteziler (hayal ettiği olayları gerçek sanma), megalomani (büyüklük fikirleri), narsisizm (kendine hayran olma), paranoid reaksiyon (takip edildiğini sanma duygusu, öldürülme korkusu), egosantirizm (kıskançlık, herkesi karalama, güvensizlik, devamlı övünme, sahte gurur).”
Atatürk’e ve Cumhuriyet’e sövmeyi bir ibadet haline getiren, “Osmanlıyı Atatürk yıktı” diyen Kadir Mısırlıoğlu'nun “DELİ Raporu vardır. 1983 'te Vatan hainliğinden Türk vatandaşlığından atılmıştır.1991 yılındaki yasayla tekrar Türkiye 'ye gelmiştir. Osmanlıyı Atatürk Yıktı Demek Selçuklu'yu Osman Gazi Yıktı demek kadar dangalakça bir şeydir. Ayrıca tarihçi değildir. Tarih bölümü okumamıştır”.
Kadir Mısıroğlu, son yıllarda İngiliz emperyalizminin Ortadoğu’yu işgal planlarını “diktatör rejimler devriliyor!” bahanesiyle adeta alkışlamaktadır.
Küffarın bu işgal planları karşısında sesi çıkmayan ve “diktatör rejimler devriliyor” diye sevinen Mısıroğlu diğer taraftan “Şia’nın İslam’a verdiği zarar Hıristiyanlardan daha çok olmuştur” diyerek bir tarih cehaleti sergilemeye devam etmektedir.
İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy’a "Serserinin teki" diyen Mısırlıoğlu’nun sanırım cezai ehliyeti de yoktur.
Erdoğan’ın Mustafa Kemal Atatürk’le ilgili ortaya attığı yalan ve iftiraların kaynağı “bir koğuş hastaya yetecek kadar hastalık” taşıyan bu ikilidir.
Dr. Hasan Behçet Tokol’ un “anılarını ve tanıklığını ciddiye almak tıbben olanaklı değildir” dediği kişileri kaynak alarak Atatürk’e saldıranların “çok ağır bir ruhsal bozukluk” içinde olup olmadıkları Psikiyatri uzmanlarınca tıbben değerlendirilecektir sanırım. 07 Mart 2016
Mahmut ÖZYÜREK