Adı lazım değil, bir ilçede, milletvekili
hazretleri, karşısında iki büklüm olmuş, belediye başkan aday adayları önünde
terör estiriyor… O yörede başkan adayını belirleyecek zat o… Kralın yaveri
yani. Genel başkana kimin adı giderse, önce adaylığı kesinleşecek, varını
yoğunu ortaya dökerek seçim kampanyalarına girişecek, sonra da eğer seçilirse,
“başkan” olup muradına erecek… E, o zaman biraz eğilme, bükülme, yalakalık etme
zamanı… Eller önde, ağız kulaklarda, aday adayı en şirin hallerde koltuğa giden
bileti almak için genel başkanı ya da karar sahibi zatı şahane önünde
marifetlerini döktürüyor… Bu aşamada milletin kimi başkanlığa uygun bulduğunun,
kime güvendiğinin hiçbir değeri olmuyor… Adaylar
parti baronları tarafından belirleniyor.
Genel seçimlerde de öyle. Milletin vekili
seçiliyor ama milletin istediği hiçbir aday kaale alınmıyor… Karar, batıdan gelen “tavsiyeler” doğrultusunda alınıyor.
“Uluslararası camia”ya yakışır isimler arasından aday belirleniyor. Türkiye
Büyük Millet meclisine “Sistem”in yani Emperyalizmin çıkarlarına uygun olan
adaylar ATAMA yoluyla geliyor…
Bu nasıl bir KUKLA TİYATROSU ALLAHIM?!
“Piyasa demokrasisi” diye adlandırmıştı
Attila İlhan, durumu. Bir “Cumhuriyet’in Demokrasisi” vardır diyordu, bir de
PİYASA’nın!
Piyasa mangır demektir… Herşeyi belirleyen
PARA’dır. Piyasa “demokrasi”sinde herşeyin ve herkesin fiyatı vardır… Bu
“sistem” kişileri, yönetimleri, vekilleri, başkanları “likit”leştirir!
“Önce PARTİM” ya da “ÖNCE BEN” diye
gevreyenler, içine döküldükleri kabın şeklini almak zorunda kalırlar…
SİSTEM onları sıvılaştırır. Kendisi olmaktan
çıkarır… Emperyalizmin ustaca kullandığı “Yumuşak Güç” budur işte. Kendi
halinde bir adamı, kibirle ve hırsla yıkar, “siyaset sahnesine” bir şebek
çıkarır.
Attila İlhan şöyle anlatıyor: “Cumhuriyetin demokrasisi, yönetime halkın el koyması, üretimi
halkın yönetmesi anlamına gelir. …Piyasa demokrasisi ise tam tersine, devleti,
güçlü bir azınlığın eline verir!”
İktidara her oturan parti, SİSTEM içindedir.
Dışa bağlı / bağımlı güçlü azınlığın çıkarlarını korumakla yükümlü “partiler
HALK’ın çıkarları aleyhinedir. Halka
Demokrasi içinde yaşadığı hissi verilmelidir… Bu seçimler sandıklar oylar
yoluyla “hissettirilir”. Oysa yaşam, Amerikan Avrupa çetelerinin para
piyasalarına bağlı olarak belirlenir. Sıvılaşmış parti baronları bu görevi
yerine getirir.
Tek çözüm HALKIN bu çifte oyunun farkına
varması, içerden ve dışarıdan gelen sahte demokrasi operasyonuna, MİLLÎ İRADE’siyle karşı durmasıdır. Bunu önlemek için ALGI OPERASYONU yapılmalıdır… Piyasa demokrasisinde bu basın yayın yoluyla sonuna kadar yapılır..
halk kör edilir gözleri kapatılır.. artık HAKKINI ARAMAYI düşünemeyecek kadar
YURTTAŞLIK BİLİNCİNDEN uzaklaştırılmıştır.
Bugün batının Türkiye için kurguladığı
DEMOKRASİ oyununda bir kukla tiyatrosu oynanmaktadır. Partiler vardır… Adeta her biri aynı lokomotife bağlı
vagonlardır… Raylar tüm vagonları lokomotifin çektiği yere taşır. Vagonların
her biri farklı renkte ve şekildedir… Üstlerinde A, B, C partilerinin adı
vardır… Ama hepsi aynı lokomotifin ardına takılıdır… Vatandaş vagonlardan
birine kanar… Hem kendi vagonunda hem de diğer vagonlardakilerle kavgalıdır…
Tren raylar üzerinde felakete yolalır.
Bu gidişe bir dur demek için bu trenin
durması şarttır… Ayrı
vagonlarda sarsılıp duran bu millet kendi iradesini göstermeli vagonlardan
inmeli, BİRARAYA gelmelidir. Milletin aydınları, işçiyle, köylüyle memurla
esnafla ÇIKARSIZ bir ilişki için örgütlenebilmelidir. İşte önce bunun yolu
bulunmalıdır.
Gazi Paşa, NUTUK’ta, “Müdafaayi Hukuk Cemiyeti siyasi bir harekettir” demiştir… Dediği
yıllarda da siyasi fırkalar vardır ve O, farklı bir yöntem denemiştir. Çünkü Cumhuriyet tam anlamıyla tesis edilememişse “demokrasi” de
mümkün değildir. Toplumun farklı kesimlerinin çıkarlarını
değil sadece tuzu kuruları temsil eden farklı adlar altında AYNI lokomotife
bağlı partiler vardır.
Türkiye’de siyasi partiler mafyası 1946’dan
beri sadece seçkin sınıfları kollamışlardır…
Çok partililiğin başlangıcı sayılan 1946
yılında 80’den fazla sendika bir gecede dağıtılmış, işçi sınıfının örgütlenme
hakkı ve emeğin haklarını savunan partilerin oluşumu askıya alınmıştır. Bizim
çok partili sistemimiz geleneğimiz işte böyle başlamıştır.
İşçi örgütlenmesi 1946’da engellenmiş,
Köylülük ne toprak reformundan nasiplenebilmiş ne endüstri devrimini
yakalayabilmiştir. Sonuçta demokrasi sadece “tuzukuru” batı muhibi tüccar ve
sanayiciye yaramıştır! 1960’larda ilk kez Türkiye İşçi Partisi işçi liderleri
öncülüğünde kurulmuş ama kısa sürede aydın çekişmesinin kurbanı olarak tarihe
gömülmüştür.
Daha sonra halktan kopuk birkaç “muhalif”
parti ortaya çıktıysa da çoğu, kendi krallıklarında, “ben ben” diyen genel
başkan ve kadrolarla binde bir yüzde bir oranlarda aldıkları oylarla ‘iktidara
ha geldik ha geliyoruz’ masalını çevrelerine anlatmışlardır!
Tek tük kenarda kalan aydınlar ise zaman
zaman dergiler, gazeteler, internet siteleri dernekler etrafında kümelenmişler,
ama çoğu halktan kopuk, seçkinci tavırları nedeniyle başarısız olmuş, dağılmış
ya da olgunlaşamadan büzüşen meyveler gibi kurumuşlardır.
Siyasi
Partiler, İktidardakiler ya da ana ve yavru “Muhalifmiş gibi görünenler”, belli
bir parti elitinin denetiminde, parti eliti de “Batı istihbaratının”
denetiminde olmuştur… Her partide, genel başkanların dudakları
arasına mahkûm, siyasi kadrolar, sadece kukla olarak sisteme giriş çıkış
yapmışlar. 60 küsur yıllık çok partili hayatta bir istisna hariç, Mecliste,
milletin iradesi hiç temsil edilememiştir.
İşte o nedenle bugün geldiğimiz korkunç
noktadayız!
Belki
de o nedenle Vekillik verdiklerimizden hesap sormalıyız… İşte o nedenle hızla
bizi felakete götüren bu treni durdurmak zorundayız. İşte o nedenle Vagonlara
hapsolmuş millet, VEKÂLETİ KENDİ VERMEDİĞİ birilerine artık ASİLLER olarak
ASALETEN kararını haykırmalıdır!
Toplumun her cenahından ama öncelikle çalışan
üreten işçi sınıfından öncüler, demokratik bir platformda PARTİLERDEN BAĞIMSIZ
bir HAKKI SAVUNMA TEŞKİLATI oluşturmalı ve tüm vatan sathında kendini yok
etmeye azmetmiş olanlara karşı mücadele yöntemlerini tartışmalıdır.
Böylesi
tabanı emeğe dayalı SİVİL bir teşkilatlanma, gerek HAKKIMIZI arama, gerekse
ALMA yönünde işçiye köylüye, memura esnafa, öğrenci öğretmen ve doktora
birlikte hareket imkânı sağlayacak ve milleti aptal yerine koyan siyasilere
gerekli uyarıyı yapacaktır.
Banu AVAR
10 Aralık 2013