BASIN AÇIKLAMASI
19. Milli Eğitim Şurası 02-06 Aralık 2014 tarihlerinde Antalya'da
toplandı. Milli Eğitim Şuraları, zaman içinde alınan kararların birçoğu
tavsiye olarak kalsa da eğitim sistemimize şekil veren en önemli kurullardır.
19. Milli Eğitim Şurasına yaklaşık 600
katılımcı davet edilmiştir. 600 katılımcıdan yalnızca 16'sı sendikacı,
eğitimcilerin oranı ise %10 yani
yaklaşık 60 kişidir. Eğitim sistemine
önümüzdeki yıllar içinde şekil ve yön verecek yaşamsal kararların alınacağı
şurada siyaseten bağımsız kişi ve kuruluşların oransal ağırlığı ise içler acısıdır. Şura katılımcıları arasında; referansı dinci
siyaset olan parti meclis üyeleri, muhtarlar, iktidar yandaşı dernek ve
vakıfların temsilcileri, parti kadın ve gençlik kolu üyeleri, milletvekilleri,
eski bakanlar, yandaş sendikanın temsilcilerinden çok sayıda var. Ama Şuraya katılabilen “EĞİTİMCİ” sayısı neredeyse bir elin
parmakları kadar. Bu yönüyle bakıldığında 19. Milli
Eğitim Şurasının adeta “Eğitim
Bir Sen Çalıştayı” olarak gerçekleşmiş olduğu bir tahmin değil, yaşanılan
bir gerçekliktir.
19. Millî Eğitim Şûrası; gündem Konuları, alınan tavsiye kararları, uygulamalar
noktasında önümüzdeki 3 yıla damgasını vuracaktır.
Milli Eğitim Şurasının gündemi ve alınacak kararlar önceden, Cumhuriyet'e yönelen ihanete “kılıf” amaçlı
olarak kurdurulan ‘Eğitim
Bir Sen’, AKP’nin önde gelen isimlerin üyesi olduğu ‘Türkiye
Gençlik ve Eğitime Yardım Vakfı’ (TÜRGEV), ‘İmam Hatip Mezunları Derneği’
(ÖNDER), Nakşibendilerin üye olduğu ‘İlim Yayma Cemiyeti’, ‘İlim
Yayma Vakfı ve Ensar Vakfı’ndan oluşan, “5’li Koordinasyon”
denilen bir oluşum tarafından belirleniyor.
Bu oluşum, değişik vakıf, dernek ve Milli Eğitim yöneticileri ve
bürokratlarla toplantılara yaparak eğitim politikalarını konuşuyor, yapılması
gerekenleri belirliyor. İşte bu “5’li
Koordinasyon” un önerileri “Şura Kararları”
olarak kabul edilmiştir.
19. Millî Eğitim Şûrasının Gündemi ve gündem başlığı
altında alınan kararlar şöyledir.
Gündem1. Öğretim
Programları Ve Haftalık Ders Çizelgeleri: Alınan
karalar;
a) Değerler
eğitimi bahane edilerek zorunlu dini eğitimin okul öncesini de kapsayacak
şekilde genişletilmesi,
b) Devlet
okulları talebi karşılamıyor bahanesiyle özel imam hatip ortaokulları ve
liselerinin açılması,
c) Alevilik başlığında müfredatların güncellemesi
ve anadilde eğitim tavsiyeleri,
d) TC.
İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük derslerinin ve 4. sınıfta 2 saat anlatılan İnsan
Hakları, Yurttaşlık ve Demokrasi dersi kaldırılarak, bu derslerin içeriklerinin
Sosyal Bilgiler derslerinin içine alınması,
e) Osmanlı
Türkçesi’nin liselerde zorunlu ders olarak bütün liselerin öğretim
programlarında yer alması
Gündem 2. Öğretmen Niteliğinin Artırılması; Alınan karalar;
a)
Öğretmen alımlarında
Eğitim Fakültesi mezunu olma koşulunun kaldırılarak yerine her lisans mezununun
öğretmen olabileceği bir siteme geçilmesi,
b)
Öğretmenlerin “nitelikleri” üzerinden
ayrımcılığa tabi tutulmalarını sağlayacak düzenlemeler yapılması, (yandaş olanı
tarafsız olandan ayırma çabalarına tavsiye kılıfı)
Gündem 3. Eğitim Yöneticilerinin Niteliğinin Artırılması; Alınan karalar;
a)
Eğitimci olmayanların da eğitim kurumu
yöneticisi olabilmesini sağlamak,
b)
Mülakat temelli görevlendirmelerine yandaşlık
zemininde meşruiyet kazandırmak,
c)
Verilen emri sorgusuz uygulayan kukla
idarecilerle öğretmenler üzerindeki baskıyı arttırmak
Gündem 4. Okul Güvenliği; Alınan
karalar; karma eğitimin
kaldırılmasına meşruluk kazandırmak amacıyla,
a) Karma
eğitimin, karşı cinse ilgiyi artırdığı, bu durumun ise güvenlik ve disiplin
sorunu yarattığı, okullarda şiddet ve akademik başarıyı engellediği ve kız
öğrencilerin okullaşma oranlarına olumsuz etkilediği gerekçesi ile Karma
Eğitimin kaldırılarak, ayrı kız-erkek okullarının açılması,
AKP iktidarı ‘eğitim üzerinden’ gelecek kuşakları
dincileştirerek, ülkeyi talibanlaştırma ve Ortaçağ karanlığına sürükleme
çabalarını karşı devrime, dinci faşizme dönüştürüyor. İktidar laikliğin olmaz
olmazı karma eğitimi kaldırma ataklarında bulunurken; Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’ne (AİHM) karşın kaldırmadığı zorunlu din dersini şimdi de
ilkokullara sokmaya hazırlanıyor. Kur’an derslerinin süresi artırılıyor.
Alınan kararlar öğrencilerin bilimsel eğitimden uzaklaştırılmasını, dinci –
faşist gericiliğin meşrulaştırılmasına ve iktidarın karşıdevrim
girişimlerine “mazeret” oluşturmaktadır.
AKP’nin ülkeyi imam hatipler, dini dersler, mescitler ile türbanı
ilkokula kadar sokarak talibanlaştırma çabalarına, Şura ile birlikte Osmanlıyı
canlandırma, dili Araplaştırma çabaları da eklenmiş oldu. Osmanlıcanın zorunlu ders haline getirilmesi harf ve dil
devrimlerine yönelik karşıdevrim girişimi olduğunu da anımsayalım.
Peki; 1923’lerde başlayan, 15 yıl içinde
devrimci bir atılımla dünyaya örnek bir eğitim sistemini yaşama geçiren
Cumhuriyet, Nasıl oldu da 19. Milli Eğitim Şurasında “dinci, karşı devrimci”
kararları alabilme noktasına sürüklendi?
Eğitimi, içinde bulunduğu sistemden bağımsız değerlendirme
yanılgısı bizi, yıllardır yerel ve uluslararası sermayenin toplumsal
yaşamın tüm alanlarında, ama ilkönce ve her şeyden önce eğitim alanında ördüğü/
örgütlediği Siyasal dinci-gericiliğin meşrulaştırılmasına ve dolayısıyla
emperyalizme bağımlılığın meşrulaştırılmasına götürür.
AKP iktidarının gerici ideolojiye yaslanan ve bunu derinleştiren
politikaları göz önüne alındığında, halkın bağımsız siyasetinin olmazsa olmaz
başlıklarından birisi gericiliğe karşı mücadeledir.
Siyasal dinci-gericiliğe karşı mücadele, siyasal dinci-gericiliği
besleyen, palazlandıran ana damar olan emperyalizmle karşı mücadele ile
özdeştir. Başka bir söylemle emperyalizmi alt etmeden siyasal-dinci
gericiliği alt etmek olanaksızdır. Hesaplaşmayı dinci-gerici siyasal sistemin
temel dayanağı olan emperyalizmle yapmayı göze alamayan her hareket ikincil
sorunları öne çıkarıp dinci faşist sistemin eğitimini aklayıp
meşrulaştırılmasına hizmet eder.
Diğer taraftan Eğitim sisteminin “hem kadrolarıyla hem müfredatıyla hem de
yaşam alanı olarak” dinci gericilik ekseninde yapılandırılması yalnızca
son 12 yıllık dönemin ürünü değildir. Elbette Yerel ve uluslararası sermayenin
koruyuculuğunda, devlet-siyasal iktidar, ticaret- cemaat-tarikat-vakıf
ilişkileri etrafında örgütlenen İslamcı gericilik, AKP ile birlikte aydınlanma
mirasının reddi ve tarihsel kazanımların tasfiyesi konusunda, kendinden önce
iktidar olan siyasal partileri çok gerilerde bırakmıştır.
Eğitim sistemi içinde siyasal dinci gericiliğin yaygınlaşıp,
kurumsallaşmasında dönüm noktası, Türkiye’de laikliğin geriletilmesinin ve
devlet eliyle dinselleşmenin doğum izi olan 1947 yılı, Türkiye’nin kaçınılmaz
olarak emperyalizmin kollarına teslim edildiği tarihtir. Milli
Eğitimimiz 27 Aralık 1947'de imzalanan ve “Fulbright Antlaşması” olarak anılan
”Türkiye
ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma’nın
sonucu olarak, bütünüyle Amerikalı uzmanlar ve CIA tarafından, Amerikan
çıkarları doğrultusunda biçimlendirildi.
Bu tarihten başlayarak, söz konusu gericileşme süreci boyunca, Köy
Enstitüleri kapatılmış, ezanın Türkçe okunması uygulamasına son verilmiş,
Kuran’ın Türkçe meallerinin yayınlanması eski hızını kaybetmiş, Kuran
kurslarının sayısı büyük ve baş döndürücü bir artış göstermiştir.
Bu tarihten başlayarak, imam-hatip liseleri kurulmuş ve
yaygınlaştırılmış, yasa dışı ve kaçak kursların açılmasına müdahale edilmemiş,
Cumhuriyet Devrimi Kanunları rafa kaldırılmış, tarikat yapılanmaları teşvik
edilmiş, tarikatların siyaset ve ülke yönetimi üzerinde çok büyük oranda söz
sahibi olmaları gündeme gelmiş, dinci partilerin sayısında bir patlama
olmuştur.
Türkiye daha 25 yıl önce, yani 1920'lerde kan ve can bedeli ülkesinden
kovduğu emperyalizme, gericileştirme operasyonu ile yeniden teslim
edilmiştir.
Öyleyse, mücadelenin hedefine emperyalizmi
koymayan, gözünü tam bağımsızlığa dikmeyen bir laiklik mücadelesinin başarılı
olacağına inanmak tam bir ham hayaldir, akıl tutulmasıdır ve siyasi karşılığı
yoktur.
Çünkü dinci gericilik emperyalist sistemden
bağımsız, ayrıksı bir olgu, bir aşırılık değildir. Dinci gericilik yerel
ve uluslararası sermaye egemenliğinin bütünlüğünü
temsil eder.
19. Milli Eğitim Şurası kararlarına
bakıldığında bu açıkça görülmektedir.
Büyük Ortadoğu Projesinin amaçlarına ulaşabilmesi için; Türkiye'nin
Ortadoğu'da emperyalist senaryoların içine çekilmesi, bu amaçla Sünniliğin
keskinleştirilmesine, Türk halkının kendini “yurttaşlık bilinci” ile değil “dinle” tanımlar konuma getirilmesine yakıcı
gereksinim vardır.
Aklın ve bilimin özgürleşmesi olan Laikliğe
bile şaşı bakan, hedefine
emperyalizmi koymayan/koyamayan Sözde muhalefet, dinci- faşist iktidara
muhalefet etmek için “gerçek Müslümanlar” adına konuşmayı
yeğlemektedir. Böylece, dinin yaygınlaşıp derinleşmesine, yurttaşlığın değil, dinin ortak
payda oluşturduğunun kabulü ve meşrulaştırılmasına en az dinci gericiler kadar
katkı koymaktadırlar. Bunun sonucu olarak 1920'lerin halkçı- devrimci Laiklik
anlayışı, Emperyalizmin hizmetine sunulmuş bir laiklik anlayışına
dönüştürülmüştür.
Emperyalist Kapitalist sistem tüm dünya çapında
olduğu gibi, Türkiye’de de tıkanmış, gelecek vaat edememeye başlamış,
gericileşmiştir. Yozlaşma ve çürüme bütün hızıyla devam etmektedir. Hayali
ihracat, rüşvet, yolsuzluk sürmekte, toplumsal çürüme giderek mistik akımların
ve dinselliğin yaygınlaşmasıyla, yoz kültürüyle, fuhuşla, uyuşturucu
kullanımının yaygınlaşmaktadır. Karanlık giderek yoğunlaşmaktadır. Ama unutulmamalı “Karanlığın en yoğun olduğu an,
şafağın en yakın olduğun andır.” Şafağın yakın olduğunu bizim kadar
iktidarı ele geçiren dinci- faşist siyaset ve ulus ötesi güçlerde biliyor. Bu
nedenle korkuları hezeyana dönüşmüştür. Bir biri ardınca çıkarılan faşist
yasalar, korunaklı saraylar korkularının
ürünüdür.
Şafağın ve sabahın sahibi olma
zamanıdır. Gelecek Ellerimizdedir!
Ancak bu zafer zorlu, sabırlı ve kararlı bir mücadele ile olanaklıdır. Çünkü dinci - faşizmin saldırıları gelip
geçici bir olay değil, “Bizi mahvetmek isteyen emperyalizmin ve
bizi yutmak isteyen kapitalizmin” yarattığı bir ahtapottur. Bu nedenle Kemalist, halkçı- devrimci güçler
artık sıradan bir “laiklik savunuculuğu”
ile yetinmemeli/yetinemezler. Başka bir söylemle "hafız ezberlediğini okumamalı",
kimi ezberler bozulmalıdır.
Dinci faşizme ve emperyalizme karşı mücadele
dün olduğu gibi bugün de Kemalist, halkçı- devrimci güçlerin omuzlarında
tarihsel bir görev ve borç olarak durmaktadır.
Zaman ağlama, sızlanma, teslimiyet değil, küllerinden yeniden doğma, yeniden Mustafa
Kemal olma zamanıdır. Türk ulusu “Ulusal Kurtuluş Savaşı” ile emperyalizmin
zincirlerini kırarak nasıl bağımsızlığını kazandıysa, bugün de aynı bilinç ve
kararlılıkla zincirlerini kıracak, kuşatmayı yaracaktır. Bundan kimse kuşkusu
duymasın. 05.12.2014
YÖNETİM KURULU ADINA:
Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL
EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI