Atatürk'ün 1 Kasım 1937 Meclis
Açış Konuşması Nasıl Cımbızlandı
Öncelikle peşinen söyleyeyim ki: bu yazıda amacım
bazılarının yaptığı gibi elime bir "iman ölçer!" alıp Atatürk'ün
imanını ölçmek değildir. Ayrıca bu kimsenin haddine de değildir. Atatürk
yapıp ettikleriyle her şeyden önce Türk insanının canını, namusunu, vatanını
kurtarmıştır. Bu ona minnet duymak için yeter de artar bile. Benim bu
yazıdaki amacım çokça çarpıtılan bir konuyu açıklığa kavuşturmaktır.
Son zamanlarda sözüm ona “Atatürk’ün dinsizliğine”
en büyük kanıt olarak onun 1 Kasım 1937 tarihli Meclis açış konuşmasının
sonundaki “Gökten indiği sanılan kitapların dogmaları!” sözü
gösterilmektedir. Atatürk’ün sürekli istismar edilen ve çokça çarpıtılan bu
sözünü açıklamanın zamanı geldi de geçiyor bile:
Öncelikle Atatürk’ün o sözünü –Atatürk’ü dinsiz göstermek isteyenlerin
yaptığı gibi cımbızlamadan- öncesiyle sonrasıyla ortaya koyalım:
İşte Youtube’da yayınlanan “o videoda” yer almayan bölümleriyle Atatürk’ün
1 Kasım 1937 tarihli Meclis açış konuşmasındaki o kısım:
“Aziz milletvekilleri,
Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız,
Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve
politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten
indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz,
ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış
bulunuyoruz.(Alkışlar)
Bizim yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt; bağrından çıktığımız Türk
ulusu ve bir de, uluslar tarihinin bin bir acıklı olay ve sıkıntı ile dolu
yapraklarından çıkardığımız sonuçlardır.
Elimizdeki programın ruhu, bizi sadece bir kısım vatandaşlarla ilgilenmekten
engeller, biz bütün Türk ulusuna hizmet ederiz. Geçen yıl içinde, parti ile
hükümet kuruluşunu birleştirmekle vatandaşlar arasında ayrılık tanımadığımızı
fiilen göstermiş olduk. (Var ol sesleri) Bu olayın bizim, devlet yönetiminde
kabul ettiğimiz, ‘Kuvvet birdir ve o ulusundur’ gerçeğine uygun olduğu
ortadadır.(Alkışlar) Gücün tek kaynağı olan Türk Milletinin seçkin
vekillerini, büyük mutlulukla, eğilerek selamlarım.(Bravo, yaşa sesleri,
şiddetli ve sürekli alkışlar)” (Millet Meclisi Tutanak Dergisi D.
V, C. 20, Sa. 3, 1 Kasım 1937).
O Sözler, "CHP Prensiplerinin
Hayattan Alındığı" Vurgusunu Güçlendirmek İçin Söylendi
Her şeyden önce Atatürk -tamamını buraya sığdıramayacağım
için koymadığım- 1937’deki bu Meclis açış konuşmasında daha önceki Meclis
açış konuşmalarında olduğu gibi Türk milletinin yükselmesi, ilerlemesi,
refahı, mutluluğu için neler yapılacağını açıklamıştır. Ağır sanayinin
kurulmasından, madenlerin işletilmesine, demiryollarından, kültür sanat
politikalarına kadar Türk milletinin kalkınmasını sağlayacak birçok farklı
alanda yapılanları ve yapılacakları sıralamıştır. Bütün bunları dönemin
hükümetinin, CHP’nin yapacağını ifade etmiştir. Daha sonra “Dünyaca
bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet
Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada
bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir.” demiş ve bu prensiplerin, yani
CHP’nin ilkelerinin (6 ilke) zamana göre değişebilirliğini çok etkili
bir şekilde vurgulamak için de “Fakat bu prensipleri, gökten indiği
sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı,
gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz”
demiştir. Böylece Atatürk CHP’nin prensiplerinin (ilkelerinin) dogma (donmuş,
kalıplaşmış, değişmez) olmadığını, bu prensiplerin hayattan alındığı
belirtmiştir. Yani Atatürk, “gökten indiği sanılan dogmalar” sözünü
kutsal kitapları aşağılamak amacıyla değil, CHP’nin prensiplerinin hayattan
alındığını, dolayısıyla dinamik/değişebilir/gelişebilir prensipler
olduğunu çok güçlü bir şekilde ifade etmek için söylemiştir. Bu söylem
tarzı (teşbih/benzetme) Atatürk’ün sıkça başvurduğu yöntemlerden biridir.
Atatürk konuşmalarında özellikle öne çıkarmak, altını çizmek istediği
noktaları böyle dikkat çekici, sarsıcı benzetmelerle, karşılaştırmalarla
belirginleştirmiştir. Burada da CHP’nin prensiplerinin hayattan alındığını,
bu prensiplerin değişebilirliğini, zamana uygunluğunu, dinamikliğini vurgulamak
için çok radikal bir şekilde bu prensipleri kutsal kitaplardaki
hükümlerle/dogamalarla karşılaştırmıştır. Ancak Atatürk bu karşılaştırmayı
yaparken –hep iddia edildiği gibi- asla dinlere, kutsal kitaplara hakaret
etmemiştir.Burada kutsal kitapları yanlış anlayan din bezirganlarına üstü
kapalı bir gönderme yapmış, onların yanlış kutsal kitap algılarını
"sanmak" diyerek eleştirmiştir. Çünkü Atatürk, kitapların gökten
indiğini "sananlardan" değildir, O kitapların "gökten"
inmediğini çok iyi bilmektedir!
Atatürk'ün "Vatan ve Türk
Ulusu" Vurgusu Görmezden Geliniyor
Çok daha önemlisi Atatürk, Atatürk karşıtı
psikolojik savaşçıların cımbızladıkları "o sözlerinden" hemen sonra
çok çarpıcı bir şekilde, yolunu çizen şeyin vatanı, Türk milleti ve tarihten
aldığı dersler olduğunu belirterek ayrım yapmadan bütün Türk ulusuna hizmet
etecekelerini şöyle ifade etmiştir: "Bizim yolumuzu çizen, içinde
yaşadığımız yurt; bağrından çıktığımız Türk ulusu ve bir de, uluslar
tarihinin bin bir acıklı olay ve sıkıntı ile dolu yapraklarından çıkardığımız
sonuçlardır. Elimizdeki programın ruhu, bizi sadece bir kısım
vatandaşlarla ilgilenmekten engeller, biz bütün Türk ulusuna hizmet ederiz.
Geçen yıl içinde, parti ile hükümet kuruluşunu birleştirmekle vatandaşlar
arasında ayrılık tanımadığımızı fiilen göstermiş olduk. (Var ol sesleri) Bu
olayın bizim, devlet yönetiminde kabul ettiğimiz, ‘Kuvvet birdir ve o
ulusundur’ gerçeğine uygun olduğu ortadadır.(Alkışlar) Gücün tek kaynağı olan
Türk Milletinin seçkin vekillerini, büyük mutlulukla, eğilerek
selamlarım." Görüldüğü gibi Atatürk, kendisini "din
düşmanı" olarak göstermek isteyen "cımbızcıların" görmezden
geldikleri bu sözleriyle "gücün tek yaknağının Türk milleti
olduğunu ve Türk milletine hizmet ettiklerini" ifade etmiştir.
Önemli olan da bu değil midir? Aslında 1937 Meclis konuşmasının en can alıcı
noktası "gökten indiği sanılan kitapların dogmaları"
sözü değil, ondan hemen sonra gelen "Bağrından çıktığımız yurt
(VATAN) ve TÜRK ULUSU" vurgusur.
Atatürk'ün, "Gökten İndiği
Sanılan Kitapların Dogmaları" Sözünün Şifresi
Sırayla gidelim:
1. “Gökten indiği sanılan kitaplar”
ifadesinde ilahi dinlere hakaret yoktur: Şöyle ki: Evet! Burada bir
eleştiri vardır, ancak bu eleştiri kutsal kitaplara değil, kitapların "gökten
indiği sanrısına" yönelik bir eleştiridir. Çünkü ilahi dinlerin
(Tanrısal kaynaklı-kitaplı dinlerin) kutsal kitapları "gökten
inmemiştir". Hele hele son İslam dininin “gökten indiğini iddia
etmek” abesle iştigal olur. Çünkü Kuran’ın gökten indiğini iddia etmek her
şeyden önce Allah’ı gökte sanmak olur ki bu büyük bir yanılgıdır.
İslam'da Allah mekan ve zaman üstüdür. Belli ki İslamın Semavi (göksel) din,
Kuran’ın Semavi (göksel) kitap olduğu şeklindeki genel kabulden hareket
edenler, yüzeysel bir bakışla, Kuran’ın gökten yere indiğini
düşünmektedirler. Aslında gökteki bir tanrı inancı Hem İslama inananların
hem de ona inanmayanların ortak bilinç altıdır. Oysa ki, İslama göre ne gökte
bir tanrı vardır, ne İslam semavi bir dindir, ne de Kuran gökten inen bir
kitaptır. Burada “inmek” sözüyle kastedilen “boyutsal” bir
durumdur. İslami kaynaklara göre Kuran İslam peygamberi Hz. Muhammed’e vahiy
şeklinde “ilham” edilmiştir, indirilmiştir, ama "gökten"
indirilmemiştir. Kuran’da geçen “İnme” sözcüğünün Arapçası “Nüzul”dur
ki, “Nüzul”(İnme) çok farklı anlamlarda kulanılmıştır,
kullanılabilir. Bir kaç örnek vermek gerekirse: Örneğin “Nüzul”
sözcüğünün kökü “NZL"dir. Buradan hareketle örneğin, “teNZiLat”
indirimdir, ama “gökten indirim değil”, fiyatlarda indirimdir! “NeZLe”
“sinüslerdeki akıntının akciğerlere inmesi” olayıdır. Burda "sinüs
akıntısının gökten inmesi" değildir kuşkusuz! Hatta birde “inme”
vardır, yani “felç”. Bilindiği gibi felç de gökten inmemiştir! Örnekleri
çoğaltmak mümkündür. Aslında bizzat İslam dininin ana kaynağı Kuran’da,
Kuran’ın indiği ancak gökten inmediği açıkça ifade edilmiştir. Şöyle ki. Kuran’da
(39-Zümer-1)’de “Tenzîlul kitâbi minallâhil azîzil hakîm(hakîmi)”.
(نزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللَّهِ
الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ ) yani “Bu kitabın indirilişi aziz ve hakim
olan Allah’tandır”. Elmalılı Hamdi Yazır başta olmak üzere bütün
Kuran tercümelerinde bu ayet burada verdiğim meale yakın bir şekilde
çevrilmiştir. Hiçbir tercüme de “gökten indirildi” ifadesi
yoktur. Daha doğrusu “gök” “gökyüzü” ifadesi
yoktur. Görüldüğü gibi Atatürk çok haklıdır. Gerçekten de kutsal
kitapların, özellikle Kuran’ın gökten indirildiği hakikaten de bir “sanrıdır”.
Demek ki, asıl dine hakaret “Kuran’ın gökten indirildiğini” sanmaktır. Demek
ki neymiş! Atatürk Kuran’a, bugün ona dinsiz damgasını yapıştıranlardan çok
daha fazla hakimmiş.
2. “Gökten indiği sanılan kitapların dogmaları”
cümlesindeki “dogmalar” ifadesi kutsal kitap sözlerine hakaret
değildir: Şöyle ki: bütün sözlüklerde “Dogma” sözcüğü “Kat'i
olarak ileri sürülen fikir.” anlamındadır. Sözcük Fransızca “Dogme”
sözcüğüne dayanmaktadır. “Dogma” sözcüğü Türk Dil Kurumu’nun
“Türkçe Sözlüğü”nde aynen şöyle tanımlanmıştır: “(Fr. Dogme. Yunan.
Fel.)Doğruluğu sınanmadan benimsenen, bir öğretinin veya ideolojinin temeli
yapılan sav, nas.” (TDK, Türkçe Sözlük, 9. bas. Ankara,
1998, s. 609). Dolayısıyla kutsal kitapların “dogma” olduğunu söylemek
gerçeği ifade etmektir. Bilindiği gibi Kuran’daki ilkelerin değişmez,
zaman ötesi ilkeler, Fransızca söylersek (dogme) olduğunu bizzat Kuran ifade
etmiştir, Müslümanlar da bu ilkeye inanmıştır. Asıl Kuran'ın
"dogma" (değişmez) olmadığını söylemek Kuran'a hakarettir! Bu
nedenle Atatürk “kitapların dogmaları” derken kutsal kitaplara ve özellikle
de Kuran'a hakaret etmemiş, gerçeği ifade etmiştir. Nitekim Atatürk, söz
konusu konuşmasında, “Bizim prensiplerimizi dogmalarla bir
tutmamalıdır” dedikten sonra, “Biz, ilhamlarımızı, gökten ve
gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz” demiştir
ki, burada da “dogma” sözcüğünün birebir sözlük anlamından, yani “Doğruluğu
sınanmadan benimsenen, bir öğretinin veya ideolojinin temeli yapılan sav,
nas.” açıklamasından hareket etmiştir. Atatürk, “Bizim prensiplerimiz
dogma değildir” derken, kendi prensiplerinin "gökten" veya
"gaipten" yani "bilinmeyen bir kaynaktan/görünmez
alemden" değil doğrudan doğruya bilinen, görülen yaşamdan alındığını,
yani dogmaların aksine “doğruluğunun sınandığını” yani
"bilimsel" olduğunu anlatmak istemiştir. Böylece devletin din
kurallarıyla değil hayattan alınan dünyevi kurallarla yönetileceğini,
doğrusunun bu olduğunu anlatmak istemiştir. Atatürk bu sözleriyle çok
güçlü, "sarsıcı", bir laiklik vurgusu yapmıştır. Tabi ki
devletin kutsal kitap kurallarıyla, din kurallarıyla yönetilmesini
isteyenlerin bunu anlaması olanaksızdır. Atatürk bu sözleriyle, kutsal
kitaplara/dinlere değil, sürekli değişken, dinamik bir yapısı olan devlet
yönetiminin "dogmalara" yani değişmeyen" kitaplara/dinlere
göre belirlenmesine ve bir de "kitapların gökten indiği sanrısına"
dayanan kutsal kitap yorumuna/anlayışına, itiraz etmiştir.
Tabi buradaki yanlış anlaşılmada zaman içinde
sözcüklerin içinin boşaltılması ve o sözcülere yeni anlamlar yüklenmesi de
etkilidir. Örneğin Atatürk'ün kullandığı "Dogma" sözcüğü
Fransızcadan dilimize yeni geçmiş bir sözcük olması bakımından "sözlük
anlamıyla" kullanılıyordu, ancak zaman içinde içi boşaltılıp, adeta
"dinlere hakaret" anlamında kullanılmaya başlanmıştır.
"Dogma" sözcüğünü bugun dinlere hakaret olarak kullananların
olması, 76 yıl önce Atatürk'ün o sözcüğü yukarıda verdiğimiz şekilde sözlük
anlamıyla kullandığı gerçeğini değiştirmez. Ama günümüzün Atatürk karşıtı
"psikolojik savaş uzamanları" bu tarz kurnazlıklarla gerçekleri çok
ustaca çarpıtabilmektedir.
Atatürk'ün Bütün Meclise
Ayakta Fatiha Okuttuğu Meclis Konuşması
Atatürk'ün 1937 Meclis konuşmasındaki bir sözünü
cımbızlayıp çarpıtarak "Atatürk'ü dinsiz" göstermeye çalışan din
bezirganları, Atatürk'ün diğer Meclis konuşmalarındaki dinsel vurgularını,
İslam dininden övgüyle söz etmelerini ve hatta bir keseresinde bütün
Meclisi ayağa kaldırıp fatiha okuttuğunu toplumdan gizlerler veya bunun
farkında bile değildirler.
Evet! Yanlış okumdanız, Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nın
hemen sonrasındaki 13 Ağustos 1923 tarihli Meclis konuşmasında Kurtuluş
Savaşı'nın nasıl güçlüklerle kazanıldığını ifade edip, milletvekillerini
şehitlerin ruhlarına Fatihalar okumaya çağırmıştır.
İşte bizim uyanık "cımbızcıların" hiç
dikkatini çekmeyen Atatürk'ün o Meclis konuşması:
"Sayın arkadaşlar, Açıklamalarıma son
vermeden önce hepinizi büyük bir göreve davet etmek istiyorum. Geçirdiğimiz
buhranlı günlerin onurlu kahramanlarını hep birlikte kutsayalım. (Alkışlar)
Onlar arasında, savaş alanlarında düşman silahları ile göğüsleri delinmiş
mutlu kişiler olduğu gibi, yangınlarda, ateşlerde yakılmış talihsiz çocuklar,
kadınlar ve ihtiyarlar da vardır.
Onlar arasında namusları saldırıya uğramış sonsuza dek ağlayacak genç kızlar
da vardır.
Onlar arasında yurtlarını kaybetmiş aileler, evlatlarını gömmüş analar vardır
ve yine onlar arasında savaştaki namus görevini onurla yaparak bu gün
memleketlerine dönmüş gaziler vardır.
Onlardan şehitlik mertebesine erişenlerin ruhlarına fatihalar armağan edelim.
(Ayakta fatiha okundu)". (13 Ağustos 1923 Millet Meclisi Tutanak Dergisi D.
II, C. 1, Sayfa 36)
Meclis tutanağına yansıdığı şekliyle Atatürk
şehitlerin ruhlarına fatihalar okunmasını isteyince milletvekilleri "ayakta
fatiha okumuştur."
Atatürk'ün 1923 Meclis konuşmasının ve sonrasındaki
davranışının arkasında bir şeyler arayanlar, "canım o strateji!"
diyenler, nedense 1937 konuşmasındaki sözünün arkasındaki gerçekleri, bunun
neden, hangi amaçla söylendiğini hiç araştırmadan, olduğu gibi anlama (yanlış
anlama) yoluna gitmişleridr. Hatta yukarıda anlattığım gibi o sözleri gerçek
zemininden koparıp, başını sonunu kesip (cımbızlayıp) çarpıtmışlardır
SONUÇ:
"...Fakat bu prensipleri (CHP ilkeleri), gökten
indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz,
ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış
bulunuyoruz.” diyen Atatürk’ün aslında ne demek
istediğini özetlersek:
1. Atatürk, bu sözü, CHP ilkelerinin değişebilir, zamana, hayata uygun
ilkeler olduğunu daha iyi vurgulamak için “anlam güçlendirici” olarak
kullanmıştır. Bu onun yöntemlerindendir.
2. Üstelik kutsal kitaplar, hele İslamın kutsal kitabı Kuran gökten
inmemiş, Allah tarafından indirilmiş/ilham edilmiştir. Bu konuda “Zumer
Süresi-1”de “Kuran’ın Allah tarafından indirildiği” ifadesi vardır, ancak
Kuran’ın “gökten indirildiği” ifadesi, daha doğrusu “gök” ifadesi yoktur.
Çünkü zaten İslam göre Allah gökte değildir. “Allah insana şah damarından
daha yakındır, Allah her yerdedir.” Allah’ın gökte olduğu inancı eski pagan
dönemlere (İslam öncesi zamanlara) ait bir kavramdır. Örneğin, eski Türklerde
Tanrı’nın gökte olduğunun düşülmesi ve “Gök-Tanrı” ifadesinin kullanılması
gibi. Yani Atatürk haklıdır, kutsal kitaplar, hele Kuran “gökten” inmemiştir.
Bunu düşünmek Atatürk'ün dediği gibi "sanmaktır", "sanrıdır".
3.“Kitapların dogmaları” ifadesi de çok doğru bir
kullanımdır. Çünkü “dogma” sözcüğü “değişmeyen kurallar” anlamına
gelmektedir. Bilindiği gibi Kuran da sonsuza kadar değişmeyen, değişmeyecek
bir kitaptır. Atatürk, sadeleştirilmiş haliyle, "bizim
prensiplerimizi değişmeyen kuralların yer aldığı kitaplarla asla bir
tutmamaldır" derken, kendi prensiplerinin "değişkenliğine"
vurgu yapmış, devletin değişmeyen değil, değişen, dünyevi kurallarla
yönetileceğini anlatmak istemiştir. Yani din ve devleti ayırmış, laiklik
vurgusu yapmıştır. Atatürk bu sözüyle dinleri, kutsal kitapları değil,
"sanmak" diye adlandırdığı yanlış kutsal kitap algısını ve doğru ya
da yanlış algılanmış "değişmez din kurallarının" (dogmaların)
devlet yönetimine egemen olmasını eleştirmiştir.
4. Atatürk, ölümünden yaklaşık bir yıl kadar önce bu
kısa cümleye adeta o büyük DEHASINI saklamış gibidir. Nereden bilebilirdi
cahil bırakılmış, dinle kandırılmış gelecek nesillerin onun bu kısa
cümlesinde saklı dehayı görmek yerine bu cümleyi anlayamayacağını, hatta
çarpıtacağını...
Görüldüğü gibi Atatürk, inansın, inanmasın, az inansın, çok inansın
günümüzün dindar geçinen Atatürk düşmanlarından çok daha fazla İslam dinine
ve o dinin kutsal Kitabı Kuran’a hakimdir. Atatürk düşmanları Müslüman
Türk insanının algıda seçiciliğine, derin bilinç altına hitap ederek,
Atatürk’ün 1937 Meclis konuşmasını cımbızlayıp, o konuşmada geçen bazı
ifadelerini -bütün cehaletleriyle- çarpıtarak “Atatürk’ün dinsizliğine kanıt”
olarak göstermişlerdir. Ancak ne demişler: Yalancının mumum yatsıya kadar
yanar. Yatsı vakti beyler!...
Ah Atatürk’ümüz ah! Nelerle uğraşıyoruz! Bıraktığın eserin anlamının ve
kıymetinin farkında olmayan cahil “din istismarcıları” senin sözlerini
çarpıtıp, sana nasıl iftiralar atıyor!Ah!..
|