Türkiye’nin yeri
Avrupa Birliği’dir. Kaybedecek zamanımız yoktur! Tren kaçıyor! Tamtam
çığlıklarıyla AB’ye girmezsek milli bütünlüğümüzün tehlikede olduğunu
söyleyerek, AB Muhipliği’ni ihanet boyutlarına ulaştıranlara tarih yanıt
veriyor.
1838 yılında İngiltere’yle imzalanan Serbest Ticaret
Antlaşması, günümüzdeki Avrupa Gümrük Birliği Protokolüne; 1839’da başlayan
Tanzimat uygulamaları ise, Avrupa Birliği uyum düzenlemelerine denk gelir. Konu
incelendiğinde, tarihin yüz yetmiş yedi yıl sonra bu denli yinelenmiş olması
çoğu kimseye şaşırtıcı gelecektir. Tarihten ders alınmadığı için, yaşananlar
yeniden yaşanmaktadır. Tanzimat Osmanlıyı çökertti, Avrupa Birliği Türkiye’yi
yok oluşa götürüyor.
1838 Osmanlı-İngiliz Serbest Ticaret
Anlaşması
“Islahat hareketlerinin babası ve 19.yüzyıl Osmanlı siyaset
adamlarının fikir ustası” 1
olarak tanınan Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa, 16 Ağustos
1838 günü, İngiltere’yle Serbest Ticaret Anlaşması imzaladı. Baltalimanı’ndaki
Reşit Paşa Yalısı’nda imzalanması nedeniyle Baltalimanı Anlaşması da
denilen bu anlaşma, ülkeyi “Avrupa’nın açık pazarı” 2
durumuna getirdi. Yol açtığı ekonomik çöküşle, Osmanlı İmparatorluğu’nu
dağılmaya götürecek süreci başlattı. Ticari ve siyasi ayrıcalıkların
(kapitülasyonların) kaldırıldığı Cumhuriyet’e dek, devlet siyasetine yön ve
biçim verdi.
1838’den sonraki 80 yıl boyunca uygulanan dışa bağımlı
politika; sürekli uygarlaşma, gelişme ve yenileşme söylemiyle
sürdürüldü ama her zaman ve kesin olarak ekonomik ödünler üzerine oturtuldu. “Islahat
hareketlerinin evrimi, her aşamada, ekonomik sömürgeleşmenin evrimini”
izledi. 1839 Tanzimat Fermanı, nasıl 1838 Balta Limanı Anlaşması’nı;
1856 Islahat Fermanı nasıl 1854 Borç Anlaşması’nı izlemişse; 1878
Berlin Anlaşması da, 1875 malî iflasın arkasından geldi. Ekonomik
her ödün, siyasi ödünlerle tamamlandı. Batılı devletler, ekonomik bağımlılığa
atılan her adımda, Osmanlı Devleti üzerindeki siyasi etkilerini daha çok
arttırdı. 3
Baltalimanı Anlaşması’nı, “Capo d’Opera” (şaheser)
diyerek coşkuyla karşılayan, dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Henry
Palmerston, 1839 başında İstanbul’daki büyükelçisine bir yazı göndererek şu
buyruğu veriyordu: “Serbest ticaret yoluyla Sultan’ın tebaasının servet ve
refahı artacak, sanayi önemli gelişme gösterecek. Türkiye bu anlaşmayı
uygulamakla, Batı uygarlığına girecek. Gereken kişilere bunları anlat”. 4
Büyükelçilik görevlileri buyruğun gereklerini yerine getirip,
devlet politikasına yön veren yetkililere bunları “anlatırken”, İngiliz
ekonomi uzmanları, ilişkilerde uygulanacak yöntemi saptıyordu. İngiliz
hükümetine, Türkiye’de nasıl davranacaklarını öneren raporlar verecek kadar
İngiliz yanlısı olan Dışişleri Nazırı Mustafa Reşit Paşa, ölüm
döşeğindeki Padişah’a, “serbest ticaret yoluyla hızla kalkınmanın zor
olmayacağını” anlatıyor, onu ikna etmeye çalışıyordu. 5
Anlaşma imzalandıktan sonra İngiltere’de, “Osmanlı
liberalizminin yüksek nitelikleri” dile getiriliyor, “Osmanlı rejiminden
Avrupalıların bile örnek alması” gerektiği söyleniyordu. Palmerston,
yapılan anlaşmalardan o denli hoşnut kalmıştı ki, aradan 10 yıl geçtiğinde,
1849’da; “Osmanlı Devleti ticari ilişkilerinde, dünyadaki bütün devletler
içinde, serbest ticareti en geniş biçimde uygulayan ülkedir” diyecektir. 6
Anlaşmanın Özü
1838 Osmanlı–İngiliz Ticaret Anlaşması, Türkiye zararına
işleyen tek yanlı ve bağlayıcı başlamlarla (maddelerle) doluydu. Bu anlaşmayla,
sürmekte olan kapitülasyon ayrıcalıklarına ek olarak; “Büyük Britanya
uyruklarına ve gemilerine” yeni imtiyaz hakları tanınmış ve bu imtiyazların
“şimdi ve sonsuza dek süresiz olarak geçerli” olduğu hükme bağlanmıştı.
İngiliz vatandaşları ve tüccarları, Müslüman olsun ya da olmasın, “iç
ticaretle uğraşan Osmanlı tebaasının en çok kayırılan sınıfının ödediği
vergilere eş vergi ödeyen” bir konuma getirilmişti.
Anlaşmaya göre dışalım (ithalat), dışsatım (ihracat) ve iç
ticaret tam olarak serbest kılınmıştı. Herhangi bir Türk ürünü, Britanyalı bir
tüccar ya da vekili tarafından dışsatım amacıyla satın alınırsa, bu ürünleri
satın alan Britanyalı tüccar ya da vekili, hiçbir ticari kısıtlamaya bağlı
olmayacak ve dilediği gibi davranmakta serbest olacaktı.
Günümüzdeki Avrupa Gümrük Birliği Protokolü’nün, yüz
yetmiş yedi yıl önceki sürümü (versiyonu) olan ve Tanzimat dönemini başlatan
1838 Baltalimanı Anlaşması’nın yol açtığı sonuçlar çok yıkıcıydı.
Devletin bağımsız dış ticaret politikası ortadan kalkmıştı. Hükümetler kendi
istençleriyle (iradeleriyle) ekonomik politikalar üretemiyordu. Osmanlı Devleti,
kendi gümrük vergilerini Avrupa devletleriyle birlikte belirlemeyi kabul
etmişti. Türk tüccarlar, kendi ülkesinde Avrupalı tüccarlar karşısında eşit
olmayan koşullarda çalışıyordu. Ticari ilişkilerde yabancılar, Türklere göre
daha ayrıcalıklı bir konuma gelmişti. Yurt içi ticarette Türk tüccar yüzde 12
vergi öderken, yabancı tüccar yüzde 5 vergi ödüyordu. 7
Osmanlı’nın Düzeni: Yitirilen Değerler
Baltalimanı Anlaşmaları’ndan önce Osmanlı İmparatorluğu’nun
kendine özgü ekonomik düzeni ve ticari işleyişi vardı. Gerileme döneminden
sonra bozulmalara uğrasa da ticaretin geçerli kuralları, kökleri eskiye giden
ve iyi işleyen geleneklere dayanıyordu. İmparatorluk, daha önce kimi alanlarda,
yabancılara kapitülasyon hakları vermişti ancak kendi ekonomisini ve tüccarını
da koruma altına almaya çalışmıştı. İç ticaret Osmanlı uyruklulara aitti.
Yabancı tüccar, iç ticarete girip rekabet edemezdi. Birçok
malın alım–satımı, bir ruhsat bedeli karşılığı, yerel unsurların tekeline
verilmişti (yed-i vahit). Bu işleyiş, yalnızca iç ürünlerde değil, dışalım
mallarında da uygulanmaktaydı. İç ticaretten, devletin önemli gelirleri vardı.
Malların bir şehirden ötekine taşınması ruhsat tezkeresini gerektiriyordu.
Bu da vergiye tabiydi. Türk–İngiliz Ticaret Antlaşması’nın imzalandığı 1838
yılında, Osmanlı İmparatorluğu’nun dış borcu yoktu. 8
Üretim Yok oluyor
Avrupa fabrikalarının rekabetinden en önce pamuklu sanayii
zarar gördü. 1838 öncesinde yalnızca Osmanlı İmparatorluğu’nun tüketimini
karşılamakla kalmayıp, tüm Doğu Akdeniz pazarlarının ve Avrupa’daki birçok
ülkenin gereksinimini karşılayan çok sayıda atölye ve imalathane, 1853 yılında
ortadan kalkmış ya da can çekişir hale gelmişti. 1812 yılında Tırnova’da 2000
müslin tezgahı varken, 1843 yılında tezgah sayısı 200’e düşmüştü. Anadolu’da
kadife ve satenleriyle ünlü Diyarbakır, ipekleri ile ünlü Bursa, eski
üretimlerinin artık yüzde onunu üretebiliyordu.9
Yünlü dokuma, 19.yüzyıl başlarından beri sürekli gelişen bir
üretim dalıydı. Osmanlı pazarının serbest ticarete açılmasıyla, yün
dokumacılığı kendini koruyamadı ve köylerdeki basit tezgahlar dışında yok olup
gitti. 1855 yılına gelindiğinde, yalnızca İngiltere’den yünlü dışalım, otuz yıl
önceye göre yüzde 1700 artmıştı. Fransa ve Avustralya yünlüleri, bu artışın
dışındaydı.10
İpekliler, Osmanlı Devleti’nde en çok korunan ve ülkeye
sokulması kesin olarak yasaklanan üretim dallarından biriydi. Şam, Halep,
Amasya, Diyarbakır ve Bursa’da çok sayıda ipekli dokuma tezgahı vardı. Ancak, “serbest
ticaretin” kabulünden sonra bu tezgahlar gitgide azaldı ve bu sanayi ayakta
duramaz duruma geldi. Bursa’da 1840 yılında 25 bin okka ipek işleyen 1000 kadar
tezgah varken, tezgah sayısı 1847 yılında 75’e, üretim miktarı da 4 bin okkaya
düşmüştü.11
İstanbul Islah-ı Sanayi Komisyonu raporunda, 1838’den sonraki
otuz yıl içinde 1868’de; Üsküdar’daki kumaşçı tazgahlarının 2750’den 25’e,
kemhacı (ipek ve kadife üreticisi) tezgahlarının 350’den 4’e, çatma yastıkçı
tezgahlarının 60’dan 8’e indiğini belirlemişti.12
Kendisini korumayı uzunca bir süre başarabilen, el işçiliğine
ve atölye üretimine bağlı sanayiler, ağır ağır ama kesin bir biçimde çöküyordu.
Basit iş aletleri ve bıçakçılık bunlardan biriydi. İngiltere’den bu alanda
yapılan dışalım, otuz yıl içinde yüzde 700 artmıştı.13 Deri sanayii
de hızla çöküyordu. Islah-ı Sanayi Komisyonu’nun 1866 yılında dericilikle
ilgili raporunda şöyle söyleniyordu: “Eskiden pek mamur, servet ve iktidarı
diğer esnafın fevkinde olan tabaka esnafı (dericiler), otuz yıldır
günden güne tenezzülâta (kötü duruma) düşmüş ve tabakhaneler külliyen
muattal (toptan işlemez) olmak derecesine gelmiştir”. 14
Madenler Kapanıyor
Madencilik alanında da durum ayrımlı değildir. 1853 yılında
yapılan bir araştırmaya göre, daha önce Anadolu’da tam kapasiteyle işleyen 82
maden ocağı vardı. Bu sayı 1852’de 14’e düşmüştü. Bu ocakların sağlayabildiği
üretim miktarı ise, eski üretimin ancak üçte birine ulaşıyordu.15
1808 yılında Tokat’ta, yılda 500 bin okkalık kalay
üretiliyordu. 1855 yılında İngiltere’den yapılan yıllık kalay dışalımı, 28 900
İngiliz Lirasına çıkmıştı. Dışalım, Tokat kalaycılığını yok etmişti. 1825 ile
1855 arasında yalnızca İngiltere’den yapılan demir dışalımı yüzde 1450, Kömür
dışalımı ise yüzde 9660 oranında artmıştı.16
Tarımda Çöküş
1838’de başlayan “serbest ticaret dönemi” yıkıcı
etkisini tarım alanında da göstermekte gecikmedi. Türk pamuk üretimi Amerikan
pamuğuna, Türk yün üretimi ise Avustralya ve Arjantin yünlülerine karşı ayakta
kalamadı. İngiltere bu ürünleri, elde ettiği ticari ayrıcalıklara dayanarak
yoğun olarak Türkiye’ye sokarken, Türkiye’den yaptığı dışalımı da sürekli
düşürdü.
Türkiye’nin İngiltere’ye yaptığı moher, tiftik ve deve yünü
ihracatı sıfırlanmıştı; koyun yünü dışsatımında ise, İngiltere’nin yün ithal
ettiği ülkeler arasında 16.sıraya düşmüştü. Türk kuru üzümü 1825 yılında
İngiltere dışalımında birinci sıradayken, 1855 yılında onuncu sıraya düşmüştü.17
Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere’nin 1839–1847 arasındaki
dış ticaret evrimi, Baltalimanı Anlaşmalarının ne anlama geldiğini
ortaya koyar. Osmanlı İmparatorluğu, 1838 yılında İngiltere’ye 1,81 milyon
sterlin tutarında dışsatım, 3,85 milyon sterlin tutarında dışalım yapıyordu;
dışsatımın dışalımı karşılama oranı yüzde 47’ydi. 1853 yılına gelindiğinde,
dışsatım 2,58 milyon, dışalım ise 8,95 milyon sterline çıkmıştı. Dış ticaret
açığı, o zaman için çok büyük bir miktar olan 6,37 milyon sterlindi; dışsatımın
dışalımı karşılama oranı yüzde 29’a düşmüştü.18
Tanzimat Nedir?
Tanzimat, o dönemde Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa’nın,
16 yaşındaki Padişah’ı (Abdülmecit) “kandırarak” başlattığı; halkın
sorunlarıyla ve toplumsal gerçeklerle bağı olmayan, özgüvenden yoksun, yüzeysel
ve içi boş bir “yenileşme” hareketidir. Oluşum ve uygulamalarının
kaynağı, Türkiye değil, Avrupa’dır.
Savaşlar ve ekonomik çöküntünün neden olduğu toplumsal
bozulma, Tanzimat uygulamalarıyla yaygınlaşmış ve Türk toplumunun tarihsel
değerlerindeki yozlaşma, bu dönemde hız kazanmıştır. Dinler ve etnik yapılar
arasındaki eşitliği sağlama ve ekonomik kalkınma adına yapılan değişiklikler,
devlet yönetim geleneklerinin yerine yeni bir şey koyamadığı gibi, bu
dengelerin dağılmasına neden olmuştur. Yayılan dinsel ve etnik ayrılıklar
İmparatorluğun çöküşünü hızlandırmıştır. Tanzimat, yenileşme değil kapsamlı bir
çöküş hareketi olmuştur.
Bu gerçeği, Türkiye’de uzun süre kalarak araştırmalar yapan
ve Tanzimat hareketi konusunda güvenilir eserler veren Fransız tarihçi E.D.
Engelhardt, “Tanzimat” adlı kitabında şöyle dile getirmiştir: “Tanzimat,
Avrupa’nın Osmanlı İmparatorluğu üzerinde gerçekleştirdiği manevi bir fetih
hareketidir”. 19
Tanzimat Dönemi, Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa’nın,
3 Kasım 1839 günü Gülhane Parkı’nda açıkladığı Gülhane Hattı Hümayunu
(Padişahın yazılı buyruğu) ile başladı. Tanzimat Fermanı adı verilen bu
açıklama, değişik alanlarda “yenileşme” isteklerini içeriyor ve yeni bir
“Batılılaşma” dönemini başlatıyordu. Tanzimat’ın mimarı olan Mustafa
Reşit Paşa, daha birkaç ay önce padişah olan 16 yaşındaki Abdülmecit’i,
Tanzimat’ın Osmanlı yönetimi için yaşamsal bir zorunluluk olduğu konusunda, “gizli
görüşmelerle” “ikna” etmiş ve genç padişaha, Tanzimat Fermanı’nı
imzalatmıştı.
Azınlıklara Yeni Ayrıcalıklar
Tanzimat Fermanı’na göre, vergi toplamada Müslüman–Hıristiyan
ayrımı ortadan kaldırılacak ve eşitlik sağlanacaktı. Yurttaşlık haklarından ırk
ve din ayırımı gözetilmeksizin herkes eşit olarak yararlanacak, Hıristiyanlar
da devlet memuru olabilecekti.
Tanzimat kararları, Türk toplum yapısıyla uyum göstermese de,
“gerilikten kurtulmak” gibi haklı bir gerekçe üzerine oturuyordu. Ancak,
bu garip ve kendine özgü rejimin ulaştığı sonuç, Osmanlı İmparatorluğu’nun “yenileşip”
güçlenmesi değil, kapitülasyonlar nedeniyle zaten ayrıcalıklı durumda olan
azınlıkların daha da ayrıcalıklı duruma gelmesi oluyordu.
Müslümanların, Hıristiyan ve Musevilerin eşit oranda vergi
vermesi, başlıbaşına bir eşitsizlikti. Ülkenin hemen her yerinde, mali ve
ticari işleyişi ele geçirmiş olan azınlıklar, Müslümanlara göre ekonomik olarak
çok daha üstün bir durumdaydı. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan beri devlete
karşı sorumlulukları, haraç ve cizye vergisi vermekle sınırlı
kalıyordu. Savaşlara katılmıyor ve büyük bir serbestlik içinde tüm güçlerini
ticari etkinlikler için kullanıyorlardı. Bu nedenle varsıllaşmışlar ve etkili
bir güce ulaşmışlardı.
Tüzel (Hukuki) Durum
Tanzimat döneminde tüze alanında gerçekleştirilen “yenileşme”
girişimi, tüzel düzeni tam anlamıyla bir karmaşa içine soktu. Geleneksel
mahkemeler yanında Konsolosluk Mahkemeleri, Karma Mahkemeler, Nizamiye
Mahkemeleri gibi değişik konum ve işleyişte birçok mahkeme ortaya çıktı.
Mahkemelerin çeşitliliği nedeniyle, insanlar arasında adli
eşitliği sağlayacak, herkesin kolayca yararlanabileceği bir hukuksal düzen
ortadan kalktı. Halk, sorunlarını, değişik yöntemlerle ve mahkemeye başvurmadan
kendince çözmeye başladı.
Müslümana Eşitsizlik
Tanzimat’ın getirdiği Müslüman–Müslüman olmayan eşitliğinin,
ekonomik yönden eşit konumda olmayan Müslümanlar için yeni bir eşitsizliğin
kaynağı durumuna gelmesi, halkın Tanzimat’a ve onun uygulayıcısı batıcı “aydınlara”
karşı tepki duymasına neden oldu. Daha önce, ekonomik yetersizliklerini yönetim
ayrıcalıklarıyla dengeleyen Müslümanlar, Tanzimat’la birlikte bu
ayrıcalıklarını da yitirdiler ve kendi ülkelerinde ekonomik güçten yoksun,
eğitimsiz ve örgütsüz ikinci sınıf yurttaşlar haline geldiler.
Tanzimat uygulamalarından Müslüman olanlar değil, Müslüman
olmayanlar hoşnut kalmışlardı; mali ve ticari güçlerini geliştirerek
zenginliklerini arttıranlar onlardı.
Halktan Kopuk Aydınlar
Tanzimat Fermanı’nın ortaya çıktığı 19.yüzyıl ortalarında,
yüzyıllar süren saray politikalarıyla toplumun kültürel kaynakları o denli
kurutulmuş, eğitim o denli ilkelleştirilmişti ki, Müslüman nüfus içinden ulusal
kimliğin beyni olacak aydınlar ortaya çıkmıyordu. Olayları ve gelişmeleri
gerçek boyutuyla ele alıp irdeleyecek siyasi kadro yoktu. Kolaycılıkla birleşen
boyun eğici ve öykünmeci (taklitçi) eğilimler yaygınlaşıyor, özgüvenden yoksun
ve kişiliksiz “aydınlar” ortaya çıkıyordu.
Tanzimat kararlarını, “bir anayasa çıkışı” olarak ele
alıp kendilerini “medeni batı dünyasıyla” bütünleşmeye yönlendirmiş bu “aydın”
türü, varlığını bugüne dek sürdürdü ve Batı işbirlikçiliğinin, temeli o zaman
atılan dayanakları oldu.
Tanzimat’la ortaya çıkan “aydın” türü, “kara cahil”
ve “sürü” olarak gördükleri halka hizmet etmek bir yana, ondan “tiksinti”
duyan ve uzak durmaya çalışan garip insan durumuna geldi. Batıcılık bir modaydı
artık ve bu moda tam anlamıyla bir Batı çılgınlığıydı.20
Lalaların yerini mürebbiyeler, geleneksel davranış
biçimlerinin yerini Batılı tavırlar aldı. Fransızca öğrenmek ve Fransız
jargonuyla (Jargon: bozuk, yanlış hatta anlaşılmaz konuşma) konuşmak, uygar
olmanın göstergesi haline geldi. Kültürel bozulma ve yozlaşma o denli
yoğunlaştı ki, Türk ve Türklük, geriliği ve ilkelliği temsil eden bir aşağılama
sözcüğü olarak kullanıldı.
Dönemin tanzimatçı “aydınlarından” Prens Sebahattinci
ve İngiliz yanlısı Abdullah Cevdet, işi, dışardan “damızlık erkek” getirilmesini
istemeye dek götürdü. “Batı medeniyeti, ona ancak uyulabilecek, karşı
durulursa yerle bir edici coşkun bir seldir... Neslimizi ıslah edip
güçlendirmek için, Avrupa ve Amarika’dan damızlık erkek getirmeliyiz” diyen
yazılar yazdı.21
DİPNOTLAR
1 “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye”
Stefanos Yerasimos 2.Cilt, Belge Yay., 7. Baskı, İstanbul-2001, sf.40-41
2 “Türkiye’nin Düzeni” Doğan Avcıoğlu,
1.Cilt, Bilgi Yay., 5.Bas. Ank.-1971, sf.71
3 “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye”
Stefanos Yerasimos 2.Cilt, Belge Yay., 7. Baskı, İstanbul-2001, sf.50
4 “Türkiye’nin Düzeni” D.Avcıoğlu,
1.Cilt, Bilgi Yay., 5.Bas., Ankara-1971, sf.73
5 a.g.e. sf.73
6 “Türkiye’nin Düzeni” D.Avcıoğlu,
1.Cilt, Bilgi Yay., 5.Bas., Ankara-1971, sf.70
7 “1938 Osmanlı-İngiliz Ticaret
Anlaşması: Çöküş” Prof. Dr. Cihan Dura, Gazete Müdafaa-i Hukuk,
26.01.2001, Sayı 36
8 a.g.e. sf.71
9 “Lettres sur la Turquie” A.Ubicini
Paris, 1853; ak. Stafanos Yerasimos, Belge Yay., 7.Baskı, 2001, sf.60
10 “British Policy and the Turkısh Reforme
Movement” F.E. BAILEY, Cambridge 1942, ak. Stefanos Yerasimos, Belge
Y., 7.Baskı, 2001, sf.61
11 “Voyage dans la Turquie d’Europe
1848–1855” VIQUESNEL, ak. a.g.e. sf.62
12 “Tanzimat ve Sanayimiz” Ö.C. Sarç,
İstanbul 1940, ak. a.g.e. sf.2
13 “Geri kalmışlık Sürecinde Türkiye”
S.Yerasimos, Belge Yay., 7.Bas., 2001, sf.62
14 “Tanzimat ve Sanayimiz” Ö.C. Sarç,
İstanbul, 1940, ak. Stefanos Yerasimos, “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye”
Belge Yay., 7.Baskı, 2002, sf.62
15 “Letters sur la Turquie”, A.UBICINI,
Paris 1853, ak. a.g.e. sf.62
16 “British Policy and the Turkish
ReformeMovement” Cambridge, 1942; ak. a.g.e. sf.63
17 “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye”
S.Yerasimos Belge Yay., 7.Baskı, 2001, sf.65
18 “British Policy and the Turkısh Reforme
Movement” F.E.BAILEY, Cambridge 1942, ak. Stefanos Yerasimos, Belge
Yay., 7.Baskı, 2001 sf.55
19 “La Turquie et le Tanzimat ou Histoire des
Reformes Dans L’Empire Ottoman Depuis 1826 Jasgu’a nos Jours; Paris C.I, 1882;
C.II, 1884” E.D.Engelhardt, ak. Prof.Dr. Çetin Yetkin, “Başlangıçtan
Atatürk’e Türk Halk Eylemleri” Ümit Yayıncılık, Ankara 1996, sf.263
20 “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler
Ansiklopedisi” İletişim Yay., 6.C.ilt, sf.1790
21 “Türkiye Tarihi 3-Osmanlı Devleti
1600-1908” Cem Yay., 4.Bas.İst-1995, sf.359 ve “Türkiye’nin Düzeni”
D.Avcıoğlu, 1.Cilt, Bilgi Yay.,
5.Bas., Ank.-1971, sf.162