3 Ocak 2017 Salı

Kaybedeceğimi bile bile “Isparta Şehir Hastanesi”



Akfen Holding tarafından kamu-özel sektör işbirliği (PPP) modeli ile755 yatak kapasiteli Isparta Şehir Hastanesi'nin proje tanıtımı 09 ve 10 Ekim 2014'de yapıldı.
Proje tanıtım toplantısına, Akfen Holding üst düzey yöneticilerinin yanı sıra Isparta Valisi, Kumu kurum ve kuruluşları, özel sektör, Sivil toplum Örgütleri, Meslek Odaları ve Basın Kuruluşlarının temsilcileri katıldı.  
Akfen Holding üst düzey yöneticilerinin verdiği bilgiye göre, özelleştirilerek kapatılan Sümer Halı Fabrikasına ait ve bedelsiz olarak Akfen Holdinge tahsis edilen 198 bin metrekare alana yapılacak olan Isparta Şehir Hastanesinin İnşaat süresinin iki yıl olacak.
Akfen Holding; projenin tasarım, finansman, inşaatı, donanım tedariği de dâhil olmak üzere işletmeye hazır duruma getirilmesi karşılığı olarak 25 yıl süre ile hastaneyi işletecek. Başka bir anlatımla, devlet hem bu binanın (hastanenin) kiracısı hem de hizmet satın alıcısı olacak. Yani kendi binasında kiracı, hizmetinde taşeron Sağlık Bakanlığı'nın "devlet hastanesini"Akfen Holding yönetecek.  
Akfen Holding'e biraz daha yakından bakalım.
Başında Hamdi Akın'ın olduğu Akfen Holding'in özellikle AKP hükümetleri döneminde gösterdiği hızlı gelişme dikkat çekiyor. İhsan Doğramacı'nın sahibi olduğu Bilkent Holding'le ortak kurulan TAV (Tepe-Akfen Ventures) ile çok sayıda havalimanı işletmesini alan Akfen, liman özelleştirmelerinin de değişmez ismi oldu.
Akfen aynı zamanda, Irak işgaliyle semiren ve ABD ordusuna hizmet için yanıp tutuşan şirketlerin başında geliyor. Akfen'e ait tanıtımlarda okuyana, işbirlikçiğin ve onursuzluğun bu kadarı da olmaz, dedirten şu ifadeler kullanılıyor: "Akfen İnşaat Irak'ta Amerikan Askerlerine hizmet vermekte olup, Kellogg, Brown & Root firması ile yapmış olduğu sözleşmeye istinaden; atık arıtma, çelik konstrüksiyon işleri yapmakta, yemekhane, çamaşırhane işletmekte ve yüksek kalite internet teknolojisi kullanımını sağlamaktadır. Firmamız, Amerikan Ordusunun Askeri Kamplarına tam destek vermek ve büyük ölçekli Hükümet Projelerinde yer almak, deneyimlerini daha geniş bir yelpazede sunmak arzusundadır."
İşgal güçleri Irakta sömürü amacıyla yıkım-yağma-ölüm saçacak, yüzbinlerce insanı katledecek, AKFEN HOLDİNG bu katliama "yeşil dolarlar kazanmak" adına sınırsız destek sağlayacak, hizmet sunmak için yanıp tutuşacak… Bizde Isparta "Şehir Hastanesi'nin ölü soyucusu Akfen Holding tarafından inşa edilecek olmasını alkışlayacağız öylemi?
Akfen Holding konusunda bu kısa açıklamadan sonra konumuza dönelim ve soralım.
Peki, nedir bu  Kamu Özel Ortaklığı? Kamu-Özel Ortaklığı, uluslararası alanda bilinen adıyla PPP (Public Private Partnership), bir finansman modelidir. Devletin sunacağı mal ve hizmetlerin, yapım işlerinin bütçe yetersizliği nedeniyle ertelenmesinin veya yapılamamasının önüne geçmek amacıyla kullanılmaktadır.
Kamu Özel Ortaklığı'nın fikir babası emperyalizmin kurnaz mimarlarından biri olan Milton Friedman'dır.  Friedman,  Emperyalist sistemin tıkandığı, geniş halk yığınlarının sömürüye karşı başkaldırdığı 70'li yıllarda, "kitleler uyanmadan" sömürü çarkının yürütebilmesinin "inceliklerini"ortaya koyduğu modelin adıdır  "Kamu Özel Ortaklığı"
Friedman'ın ortaya atıp olgunlaştırdığı bu yok etme projesinin ilk labratuarı ise 11 Eylül 1973'te faşist ve kanlı darbe ile Salvador Allende'yi katleden Şili diktatörlüğü oldu. Friedman,  Askeri Diktatör Pinochet'nin danışmanı olarak ilk elden uygulamayı denetledi.
Şili diktatörlüğünde test edilen "Kamu Özel Ortaklığı"  projesine,  Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB) ve Avrupa Birliği(AB)  Uluslararası kaynak desteği sağladılar.  İşte Türkiye'deki Sağlıkta Dönüşüm Programı, "Kamu Özel Ortaklığı"  projesi RTE'nin  "8 yıllık rüyası"  değil, bir IMF, DB ve AB projesidir..
Bu çıkarsamayı doğrulamak için Türkiye'nin AB'ye verdiği taahhütlerden oluşan, adına neden "Ulusal Program" dendiği belli olmayan belgeden okuyalım.  "Sağlık Bakanlığının yeniden yapılandırılması, devlet hastanesi, sigorta hastanesi ve kurum hastanesi ayırımının kaldırılarak tüm hastanelerin tek çatı altında toplanması ve hastanelerin idari ve mali yönden özerk bir yapıya kavuşturulmasına yönelik olarak başlatılan çalışmaların tamamlanması amaçlanmaktadır."(Ulusal Program, 2002)
Şimdi anlaşıldı sanırım bu "Kamu Özel Ortaklığı"nın kimin rüyası olduğu.
Türkiye'de Kamu Özel Ortaklığı;  21.02.2013 tarihinde kabul edilen,08.03.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6428 sayılı "Kamu Özel İş Birliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması" hakkındaki kanuna göre yürütülmektedir.   
Ancak "Kamu Özel Ortaklığı"  projesini yalnızca bu yasa ile ele almak bizi yanılgıya götürür. Yasal dayanakları, kuruluş amaçları bakımından  "Kamu Özel Ortaklığı"  projesi,  AB'nin kurnaz mimarlarınca dayatılan, aynı zamanda "bölgeselleşmiş devlet" projesi olan "Kalkınma Ajanslarının"önemli, ayrılmaz ve vazgeçilmez bir parçasıdır.
AB'nin 15 üye Ülkesinde toplam 65 milyon insan, fakirlik sınırındaAB'nin 25 üye ülkesinde bugün yaklaşık 20 milyon işsiz, AB'nin 15 Üye Ülkesinde toplam 37 milyon yardıma muhtaç fakir bedensel ve zihinsel engelli, AB'nin 15 üye ülkesinde 3 milyon evsiz insan dururken, İspanya'da 20 bin, İtalya'da 78 bin, Almanya'da 7.789, Belçika'da 3.445, Fransa'da ise 1.200 doktor işsizken AB'nin kurnaz mimarları niçin, Türk halkının sağlığına yatırım yapılması için kredi musluklarını sonuna kadar açar?
Türk halkının sağlığı Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB) ve Avrupa Birliği(AB)nin hiç umurunda değil. .Türkiye'de sağlık ciddi, bakir bir rant kapısıdır.
Türkiye'de bir yıl içinde özel-kamu tüm sağlık kuruluşlarına 2010'da 539 milyon başvuru gerçekleşirken, 2011'de bu sayı 72 milyon artarak 611 milyona çıkmış.
2013 yılında kamu hastaneleri kurumuna toplamda günlük ayaktan başvuran hasta sayısının 766 bin, acil servise gelen sayısının ise 232 bin.  
Yalnızca 2011 yılında hastanelerde yapılan muayene ve reçetelerden alınan katkı payı 3 milyar 512 milyon TL dolayında.
 Katkı paylarına yapılan %23,6 oranındaki artış sonucunda 2012 yılında vatandaşın cebinden 831 milyon 329 bin TL fazladan para çıkmış. Böylece toplanan katkı payı miktarı 4 milyar 344 milyon TL ye ulaşmış.
2014 Ocak-Haziran döneminde sağlık hizmetlerine ulaşma yüzde 4.26 zamlandı. SGK anlaşmalı özel hastanelerde hastadan alınan fark  %200 artırıldı. 
Türkiye'de sosyal devletin çökertilmesi ile ortaya çıkan bu tablo, dizginsiz bir şekilde azami kar elde etmek hırsıyla dünyanın her yerinde kan döküp, savaş çıkaran emperyalizmin doyumsuz iştahını kabartmaktadır.
Demek ki "Isparta Şehir Hastanesi" Isparta ve bölge halkına sağlık hizmeti sunmak amacı ile değil ;
Birincil olarak; Bölgemizdeki parasız tüm sağlık hizmetinin tasfiyesi, devlete ait sağlık kurumlarının tümüyle özelleştirilerek sağlık alanının yerli ve yabancı büyük sermaye açısından kârlı bir yatırım alanı haline getirilmesi ve böylelikle bütçeden bu kamu hizmetine ayrılan kaynakların da büyük sermayeye farklı biçimler halinde aktarılması amaçlı kurulmaktadır.
İkincil olarak,  sağlık emekçileri(doktor, hemşire ve diğer) iş güvencesinden yoksun, sözleşmeli, esnek çalışmaya uyum sağlamış ucuz işgücü haline getirilecektir.
Konuya biraz daha yakından bakalım.
1.    Akfen Holdinge 198 bin metrekare hazine arazisi (Kapatılan Sümer Halı Fabrikasının arazisi) 25 yıllığına ücretsiz tahsis edildi.
2.     Akfen Holding yapacağı hastaneyi donatacak, ancak cerrahi branşlardan, morg, restoran işletmesi, hastalara dağıtılan yemekler, hastaneye ulaşım, güvenlik, temizlik, kantin, otel, eczane, radyoloji hizmetleri ve gasil hane vb. hizmetler ihaleyi alan Akfen Holding tarafından verilecektir
3.    Akfen Holdinge 25 yıl boyunca hem bina kirası hem de bu "kamu hizmetleri" karşılığında hizmet bedeli ödenecek. (Burada kısa bir açıklama yapalım. Akfen Holding 25 yılda sabit yatırımlarının 5,5 ila 11,5 kat kadarını devletten "kira" adıyla alacak. Yani Akfen Holding 30 ay içinde veya en geç 60 ay içinde sabit yatırımlarını amorti edecek.) Anlayacağınız devlet 2,5-5 senelik "kira" ücretiyle aslında bu binaları ve donanımları kendisi yapabilirdi.
4.    Akfen Holding hastanenin etrafında yapacağı taksi durağından kreşe kadar tüm ticari alanları da işleterek gelir elde edecek.
5.    Yetmiyor. Akfen Holding, hizmet ve mal alımları dâhil olmak üzere KDV'den, Damga Vergisinden ve harçlardan muaf tutuluyor.
6.    Yetiyor mu? Yetmiyor, Akfen Holdingin bu binaları yapmak için aldığı/alacağı uluslararası kredilere devlet tam Hazine garantisi sağlıyor.
7.    Yetiyor mu? Yetmiyor. Devlet, "Isparta Şehir Hastanelerinin" yüzde 70 doluluk oranıyla çalışacağını, yani "müşteriyi" garanti ediyor. Eğer doluluk %70 in altına düşerse, boş yatak bedelleri Devlet tarafından ödenecek..
8.    Yetiyor mu? Yetmiyor. Akfen Holding hastanede kullanacağı tıbbi teknoloji, ilaç, vb. hepsini dışarıdan getirecek. Bu işlem Holding için ayrıca bir "rant" sağlayacaktır.
9.    Yetmiyor. Şehir hastanesi hizmet vermeye başladığında,  Rakip olmaması için Isparta Devlet Hastanesi ve Eski SSK hastaneleri kapatılacak, tüm bina ve arazileri Akfen Holdinge bedelsiz tahsis edilecektir. Akfen Holding bu arazileri büyük bir olasılıkla AVM veya 7 yıldızlı otel yapımı için kullanacaktır.
Peki, bu paralar kimin cebinden çıkacak? Bizim ödediğimiz vergilerden sağlanacak. Neden dünyanın en pahalı benzinini kullandığımızı sanıyorsunuz?
Daha bitmedi. Şehir hastanesi hizmet vermeye başladığında, Isparta halkının sağlık giderleri 4-5 kat artacak. Neden diye soracağınızı biliyorum.  Çünkü: Sistemin gereği olarak Hastane ticarethaneye, hasta ise müşteriye dönüştürülmüştür. Bu durumda daha fazla para kazanma hırsıyla hastalara gereğinden fazla tetkik ve ameliyat dâhil tedavi yöntemleri uygulanacak,  hastalar hastanelerde gereğinden fazla yatırılacak.
Artık devlet Koruyucu sağlık hizmetlerine yatırım yapmayacak. Bu nedenle de artık adını unuttuğumuz Salgın hastalıklar( verem, tifo, tifüs, sıtma, çiçek vb.) yeniden hortlayacak.
Diğer taraftan Şehir hastanesi açıldıktan sonra özel hastaneler ile SGK arasındaki anlaşma İptal edilecek. SGK Getirisi fazla olmayan klasik bazı branşlar dışındaki, muayene ve tedavi giderlerini özel hastanelere ödemeyecek. Örneğin  (KVC, onkoloji, organ nakilleri vs. ) Böylece ilimizdeki özel hastanelerin birer birer kapılarına kilit vurulacak. Buralarda çalışan sağlık personeli ya işsiz kalacak, ya da en düşük ücreti kabul ederek şehir hastanesinde (bulabilirse) çalışacak. Büyük bir olasılıkla bu açıklama 2015 seçimi sonrası yapılacaktır.
İşin en acı yanı bütün bu planlar ülkemiz insanlarının geleceğini daha sağlıklı kılmak için değil,  İnsanımızın daha fazla hasta olması, ulus ötesi sermayenin ve Türkiye'deki taşeronlarının daha fazla kazanması için yapılıyor. Hâlbuki çok basit ve ucuz tedbirlerle çok daha sağlıklı bir Türkiye oluşturulabilir.
" Her şey daha iyi ve güya ucuz" diyerek yurttaşlarımız "sağlıkta dönüşüm", şehir hastaneleri" hapı ile uyutuluyor. Kaba yalanlarla, gerçekler alçakça çarpıtılarak, soygun ve sömürünüm kanlı dişlisi çevriliyor.
Kamu Özel Ortaklığı adı altında "torunlarımızın bile ödeyemeyeceği" katrilyonlarca liralık borçların altına imzalar atılarak sağlığımız uluslararası konsorsiyumlara kurban ediliyor.
Daha önce Ispartalıların bir kesimi, hatta kimi sözde Atatürkçüleri tarafından  "Kalkınma Ajanslarına karşı çıktı", "Kent Konseylerine de karşı çıktı" diyerek şiddetle eleştirildiğimi, hatta kınandığımı biliyorum. "Isparta Şehir Hastanesine" bu karşı çıkışım da eleştirilecek. Ancak tüm bunlara Özdemir Asaf'ın özlü bir sözü ile yanıt vereyim. "Kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun dedi, öleceğini bile bile yaşadığını unutmuştu o an…Bozmadım"  05.01.2015 Isparta
Mahmut ÖZYÜREK

2 Ocak 2017 Pazartesi

Yılbaşı gecesi katliam ve toplumsal çatışma tehlikesi – Dr. Mustafa Peköz




      Türkiye’de yapısal bir değişim yaşanmaz ve gerekli önlemler alınmazsa, IŞİD ve El Nusra gibi radikal İslamcı örgütlerin militan yetiştirme merkezinin Türkiye olacağı unutulmamalıdır.
      Toplumsal çatışmayı derinleştirecek bu tür saldırıların önü alınmazsa, çok açıktır ki, önümüzdeki süreçte tahmin edilenden çok daha karmaşık ve iç savaşı tetikleyecek katliamlar zemin hazırlar. Bugün Noel kutlamalarına veya yılbaşı gecelerine saldıranlar, yarın Kiliselere saldırabilir.


Türkiye 2017 yılına bir katliamla girdi. Reina isimli bir gece kulübünde gerçekleştirilen katliam önümüzdeki süreçte karşı karşıya kalacağımız kaosa dair bir fikir veriyor. Sorun tahmin edilenden çok daha ciddi ve karmaşık görünüyor. İktidarın her saldırıda olduğu gibi “terörü ezeceğiz, diz çökmeyeceğiz, korkmayacağız” gibi klasik söylemlerinin kar etmediği ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Bu saldırıdan doğrudan “uluslararası güçleri” sorumlu tutup işin içinde sıyrılma çabası bir önem taşımaz. Bu nedenle meselenin esas kaynaklarını doğru analiz etmeden ve doğru politik sonuçlar ortaya çıkarmadan, doğru çözümler bulmak mümkün değildir.
Radikal İslamcı Hareketlerin toplumsal dayanağı güçleniyor
Türkiye’nin içte karşı karşıya kaldığı ve birbiriyle doğrudan bağlantılı olan birden çok tehdit halkası bulunuyor. Bunlardan ilki sıklıkla dile getirdiğimiz Türkiye’nin izlediği Suriye ve Irak merkezli Ortadoğu stratejisidir. Artık bütünüyle başarısızlığı ortaya çıkmış ve kendi bölgesel iradesini Rusya’ya teslim etmek zorunda kalmış olan devlet, çöken politik stratejide ısrar ediyor ve İslamcı örgütlerle ilişkilerini sürdürüyor.
Hatay’dan Kilis hattına geniş bir bölgeyi halen kontrol eden IŞİD ve El Nusra, militanlarının bir kısmını Türkiye’nin büyük kentlerinde örgütlenmek ve eylem yapmak için görevlendiriyor.
Bir diğer nokta, Türkiye’nin içerisinde sahip oldukları toplumsal güçtür. Uluslararası kuruluşlar tarafından yapılan anketler, radikal İslamcı örgütlerin toplumsal tabanı hakkında bize bir fikir veriyor. Örneğin 2013 yılında yapılan bir ankette IŞİD’e sempati duyanların oranı yüzde 8, yani yaklaşık 6 milyon kişidir. 2015 yılında ise bu oran yüzde 14 civarında olup yaklaşık olarak 9,2 milyondur. IŞİD’in yapmış olduğu uygulamaları doğru görenlerin oranının AKP tabanı içerisinde yüzde 24 civarında olduğu tespit edilmiş. IŞİD ve El Nusra’nın bu düzeyde toplumsal bir tabana sahip olduğu ülke Türkiye’dir. Bunların yaklaşık olarak yüzde 70’ini genç nüfus oluşturuyor. Geniş bir kitleyi etkileyen radikal İslamcı örgütlerin, dünyanın başka bir yerinde değil, Türkiye’nin içinde kolayca militan yetiştirme potansiyeline sahip olduğu ortadadır.
Türkiye’de kaç bin genç Irak’ta ve Suriye’de radikal İslamcı örgütler safından savaşıyor? Bunlardan ne kadarı yaşamını yitirdi? Ne kadarı Türkiye’ye dönüş yaptı? Elimizde somut bir rakam olmamakla birlikte, muhtemelen gerçek rakam tahminlerden çok daha fazladır. Özellikle savaş tecrübesi edinip geri dönenlerin metropollerde eylem yapmak için konumlandıkları açıktır. IŞİD ve El Kaide’ye (El Nusra) sempati duyan yaklaşık olarak 9 milyonluk bir kitle içinde eyleme geçebilecek bin kişilik aktif bir potansiyelin olması kuvvetle muhtemeldir ve bu da yaşanacak politik ve toplumsal kaosun boyutları bakımından bize bir fikir vermektedir.
Sorunun esas boyutu şu; Nasıl oldu da Radikal İslamcı Hareketler bu düzeyde güçlü bir pozisyona geldiler. Bu yönelim esasen devletin izlemiş olduğu politik bir stratejidir. Kendiliğinden oluşan bir olgu değildir.
İki yönü bulunuyor.
Birincisi, toplumun İslamlaştırılması stratejisidir. Son derece önemli olan bu konu, çok yönlü bir araştırmayı gerektiriyor. Birkaç küçük bilgi bize bir ön fikir verebilir: Örneğin, 2012-2013 yılında Kuran kursuna yaz okulları dâhil giden çocuk sayısı 2,5 milyonun üzerindedir. 4-6 yaşında olan çocuklar için açılan Kuran kursları, 2014-2015 eğitim-öğretim yılından itibaren ülke genelinde uygulanmaya konuldu. Küçük yaşta çocukların İslamcı anlayışa göre yetiştirilmesindeki amaç jenerasyon değişim sürecini tamamlamaktır. Bir başka önemli konu Diyanet İşler Başkanlığı’nın ekonomik, politik ve sosyal olarak bütün toplumsal ilişkileri kontrol etme noktasına gelmiş olmasıdır. 2016 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi 6 milyar 482 milyon 979 bin liradır. Bilim ve Sanayi, İçişleri, Kültür ve Turizm, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Gençlik ve Spor ile Dışişleri Bakanlıklarının da bulunduğu 12 bakanlıktan daha fazla bütçeye sahip. Bu veriler Türkiye’nin sosyolojik-politik değişimi bakımından bize çok somut bir fikir veriyor.
İkincisi, devletin doğrudan veya dolaylı olarak Radikal İslamcı Hareketlerin gelişmesine gerekli desteği ve olanağı tanımasıdır. 21 Ağustos 2012 tarihinde sendika.org sitesinde kapsamlı olarak ele aldığım makalede Selefi kökenli örgütlerin Türkiye genelindeki örgütlenmesine dair geniş bilgiler sunmuştum. IŞİD esasen Irak El Kaidesi olarak ortaya çıktı ve sonra farklılaşmakla birlikte aynı ideolojik kaynaktan besleniyorlar. Bugün El Nusra ve IŞİD’de temsil edilen Selefiler, başta Kürt illeri olmak üzere İzmir, İstanbul, Konya, Ankara, Adana, Mersin, Antalya, Hatay Manisa, Bursa, Kayseri, Konya Kocaeli ve Trabzon gibi illerde yoğun olarak örgütleniyorlar. Peki, Türkiye’de Selefi grupları kimlerden oluşuyor? Somut örneklerden yola çıkarak bu soruya yanıt vermek mümkün.
Selefi örgütler faaliyetlerine kesintisizce devam ediyor
Selefilerin önde gelen isimlerinden biri Malatya doğumlu Feyzullah BİRIŞIK, Selefi olup Suudi İslam geleneğine çok yakındır. 1998 yılına kadar tekstil işleriyle uğraşır ve bu işi beceremez, bırakmak zorunda kalır. Daha sonra o da modaya uyar ve Beyazıt/İSTANBUL-Beyazıt’ta Polen ve Karınca yayın evlerini kurar.
Selefi grubunun İzmir kanadı, İLİM DER adı altında örgütleniyor. Ama grubun lideri Türkmen kökenli Abdullah YOLCU, 1958’de Kerkük’te doğmuş ve 1986 yılında İstanbul’a yerleşir. 1992 yılında İstanbul/Beyazıt’ta Gureba yayınevini kurar ve daha sonra İzmir’e yerleşir. Selefi grubunun Antalya’daki lideri Mehmet BALCIOĞLU veya kod ismi Muhammed Ebu Said El YARBUZİ’dir. Antalya’nın Akseki ilçesi, Yarbuzi beldesinde Külliye yaptırdı. Medresesi var, küçük bir ilçede bine yakın öğrencisi olduğu biliniyor.
Adana Selefi grubunun başında Molla Ömer bulunur. Almanya’dan sınır dışı edilen Molla Ömer, Adana-İskenderun-Hatay hattını yoğun olarak geziyor. El Nusra militanlarının Suriye’ye gönderilmesini örgütleyenlerden biri olduğu iddia ediliyor. İslamcı çevrelerde Ebu ENES olarak tanınan biri var. Kürt kökenli olup, babasının 1980 öncesi Batman Beşiri Belediye Başkanlığı yaptığı, Almanya’da ikameti bulunan ve El Nusra’ya yakın olduğu söylenen ENES sık sık Türkiye’ye giriş yaptığı ve Suriye’ye gidip geldiği dile getiriliyor.
Diğer bir isim Ebu SAİD, Ankara’da kalıyor, Ancak yaygın bir örgütlenme ağına sahip, Bursa, Kocaeli, Balıkesir gibi illerde çalışmalar yürütüyor. Kendisi tarafından kurdurulan Huzur Vadisi Derneği ve Paris Nasihat Derneği’nde konferanslar verir.
Selefi grubunun Antep sorumlusu olan Ubeydullah ARSLAN, 1991-1994 yılları arasında Pakistan’da İslamia College Peshawar’da din eğitim dersleri almış biri. Burada El Kaide militanlarıyla yakın ilişki kurdu. 2006 yılında bir grup arkadaşı ve öğrencileriyle kurduğu “Asr-ı Saadet İlim Araştırma Yayma Derneği”nde dersler veriyordu.
Murat GEZENLER, Selefilerin, devleti ‘kafir’ gören radikal kanadında yer alır. Murat GEZENLER’in babasının bir savcı olduğu söylenir. Şehadet yayınları, Konya’da Neva Kitabevi, Ankara’da Mehmedi Bahaddin Canbaz’ın yönettiği Deha Kitap Dağıtım Şirketi bulunuyor. 8 Subat 2002’de, Konya’da Selefilere yönelik operasyonda GEZENLER ve 6 arkadaşı gözaltına alınır ve tutuklanır. GEZENLER’in Suriye’de Şam’a gidip dil öğrenme merakı ortaya çıkar. 16 Mayıs 2009 tarihinde Suriye’de, İslamcı örgütlerle olan ilişkisi gerekçesiyle Suriye istihbaratı tarafından gözaltına alınır. GEZENLER’in serbest bırakılması için Dışişleri devreye girer.
Abdullah PALEVİ veya Aladdin PALEVİ, Kürt kökenli ve Konya’da yaşar. Kendisi tarafından kurulan Takva Yayınları, Selefilerin propagandasını yapan kitaplar yayınlıyor. Ebu Hanzala ve Metin Ekinci gibi mevcut sisteme karşıdırlar. “Müslümanlar, devletin mahkemelerine gitmeli midir?” sorusuna şu yanıtı verir: “Müslüman bir kimse elindeki tüm imkânları kullanarak bu mahkemelere muhakeme olmaktan kaçınmalıdır.”
Bir başka grubunun temsilcisi olan Alparslan KUYTUL, 1965 yılında Adana’da doğmuş. Çukurova Üniversitesi Mimarlık Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği bölümünü bitirir ve daha sonra Mısır’ın El-Ezher Üniversitesinde ‘İslam Hukuku’ üzerine eğitim yapar. Örgütsel faaliyetlerini Furkan Eğitim ve Hizmet Vakfı, Furkan Derneği ve Furkan Nesil Dergisi üzerinde yürütmektedir.
El Kaide’nin Sinagoglar saldırısında yer alan Azad EKİNCİ’nin abisi olan Metin EKİNCİ. Suriye’de El Kaide adına yürüttüğü savaşta yaşamını yetiren Metin EKİNCİ’nin Bingöl’de kurduğu İlim Derneği, Selefilerin faaliyet merkezlerinden biri olarak işlev görüyordu. Ayrıca Bingöl’deki medreselerde binlerle ifade edilen çocuk El Kaide/El Nusra ve IŞİD felsefesine göre eğitiliyor. Cihat için Suriye’de savaşmak gerektiğini belirten El Kaide çizgisindeki Ebu HANZALA’nın veya gerçek ismiyle Halis BAYANCUK’un kökü Kürt illerindedir. Hizbullah davasında yargılanıp ömür boyu ceza alan ve ilginç bir şekilde serbest bırakılan Hacı Bayancuk’un oğlu Halis Bayancuk (Ebu-Hanzala) IŞİD militanı olarak yargılandı ve serbest bırakıldı. (Daha sonra Hanzala ile IŞİD arasında bir ihtilaf olduğu da öne sürüldü.) Bir video kaydında İslam’da esir alınan birinin yakılmasının caiz olduğunu belirtmesi, IŞİD’in iki Türk askerini yakmasının ardından yeniden gündeme geldi.
Devletin bilgisi ve örtük onayı ile faaliyet yürüten Selefi kökenli El Nusra ve IŞİD’e yakın oldukları bilinen bu örgütler Türkiye’nin hemen her ilinde örgütlenmektedirler. İslamcılaşma eğilimi oldukça güçlenmiş toplumun, söz konusu Radikal İslamcı Örgütler için doğal bir taban oluşturduğu açıktır. Bu nedenle Radikal İslamcı Örgütlerin Türkiye’de eylem yapması için özel olarak dışarıda militan getirmesine gerek yoktur. Türkiye’deki örgütsel yapıları ve oluşturdukları taban, bu tür eylemler için son derece uygundur. Türkiye toplumunun sosyo-politik dünyasındaki değişimin boyutları dikkate alınmadan toplumun yaşam tarzına neden müdahale edildiği yeterince bilince çıkartılamaz.
Katliama davet yayınları
Dikkat çeken önemli bir başka nokta da, Reina isimli gece kulübünde gerçekleştirilen katliamdan önce, İslamcı ve devlete yakın basının Noel kutlamalarını ve yılbaşı etkinliklerini hedef alan çok kapsamlı yayınlar yapmalarıdır. Bunlardan birkaçını sıralarsak;
Suriye’deki radikal İslamcı örgütlerle yakınlığı bilinen Yeni Şafak gazetesinin muhabiri Yılmaz Bilgen’in yılbaşı kutlamalarının başlamasından önce attığı tweet’te yer alan bir görselde Noel Baba kılığında İslamcı bir savaşçı belinde kaleşnikof tüfek omzunda roketatarla Noel Baba’yı hedef alıyor. Yılbaşı gecesi İstanbul’da Reina’ya Noel Baba kılığına giren bir cihatçı da elinde kaleşnikofla bir katliam gerçekleştiriyor.
Milli Gazete ise yılbaşı kutlamaları için 31 Aralık sabahı “Bu uyarı son uyarı” manşetini attı ve ayın gün gece yarısı Reina katliamı yapıldı.
Diyanetin hazırladığı Cuma hutbesinde yılbaşı eğlencelerini hedefleyen açıklamalar yapıldı: “Unutmayalım ki ömür sermayesinden geçen bir yılın sonunda kendini ve yaratılış̧ gayesini unutarak değerlerimizle örtüşmeyen, insan hayatına katkısı olmayan gayri meşru tutum ve davranışlar sergilemek bir mümine asla yakışmaz Hesabını veremeyeceğimiz bir hayat yaşamaktan hepimizi muhafaza eylesin.”
Nazilli’de Alperen Ocakları üyesi efe kıyafeti giyen bir grup genç, 28 Aralık’ta Belediye Meydanı’nda temsili bir oyunla Noel Baba’ya önce saldırıyor sonra da başına silah dayıyorlar. Alperen Ocakları Aydın İl Başkanı Burak Yaşar eylemin ardından yaptığı açıklamada, “Tamamen Hıristiyan adetlerince Noel kutlanmasının karşısında olduğumuzu, bizim kendi manevi olarak, milli olarak bayramlarımızın nasıl kutlanması gerektiğini hatırlatmak amaçlı böyle bir organizasyon düzenledik.”
Bayram Zilan’ın sunduğu ‘Kitabın Ortasından’ isimli programda konuşan Milat Gazetesi yazarı Serdar Arseven, Yılbaşına sonuna kadar karşıyız. Yılbaşı kutlamaları, yılbaşında içki içilmesi sonuna kadar kumardır. Biz bununla sonuna kadar mücadele edeceğiz. Kim ortalığı havaya kaldırırsa, uçurursa uçursun” dedi.
Çok net olarak ifade etmek gerekirse: Bir süredir yapılan yayınlarla Reina gece kulübünde gerçekleştirilen bu katliamı teşvik ettiler ve yönlendirdiler. Adalet Bakanı Bozdağ ise, katliamı teşvik edenlerden Twitter atmamaları ricasında bulunuyor.
Bu özet verilerden yola çıkarak iktidara birkaç soru sormak gerekiyor:
1.      Olağanüstü Hal rejimi uygulanıyor. Muhalif olan binlerce dernek kapatıldı. Yukarıda adı geçenler tarafından yönetilen dernekler veya kurumlar kapatılacak mı? El Kaide/El Nusra ve IŞİD örgütlenmesinin altyapısını oluşturan Selefi kökenli örgütlenmeler hakkında yürütülen bir soruşturma var mı?
2.      Muhalif gazeteciler, yaptıkları eleştirilerden dolayı bir anda bütünüyle birbirinden farklı olan ‘terör’ örgütlerinin propagandası yapmaktan tutuklanırken, aynı şekilde hem IŞİD ve El Nusra gibi örgütlere destek sunan ve katliamı teşvik eden yayın kuruluşların kapatılması kararı alınacak mı? Katliamı çok açıkça savunan ve teşvik eden ‘gazeteciler’ hakkında herhangi bir işlem yapılacak mı?
3.      Muhalifler genelde Twitter’da yaptıkları açıklamalar gerekçe gösterilerek gözaltına alınıyor. Şimdi gece kulübündeki katliamı övenler, destekleyenler hakkında bir soruşturma yapılacak mı?
Türkiye’de yapısal bir değişim yaşanmaz ve gerekli önlemler alınmazsa, IŞİD ve El Nusra gibi radikal İslamcı örgütlerin militan yetiştirme merkezinin Türkiye olacağı unutulmamalıdır.
Toplumsal çatışmayı derinleştirecek bu tür saldırıların önü alınmazsa, çok açıktır ki, önümüzdeki süreçte tahmin edilenden çok daha karmaşık ve iç savaşı tetikleyecek katliamlar zemin hazırlar. Bugün Noel kutlamalarına veya yılbaşı gecelerine saldıranlar, yarın Kiliselere saldırabilir.
Alevi inancını meşru görmeyip hakaret edip tehdit edenler, Alevilerin ibadetlerini yerine getirdikleri Cemevlerine saldırabilir. Alevi toplumunu saldırıların hedefine koyabilirler.
Gece kulübüne yönelik yapılan saldırıyı teşvik edenler, destekleyenler, meşru görenler hakkında gerekli işlemler yapılmaz, olası bir toplumsal çatışmayı örgütleyecek radikal İslamcı örgütlere karşı gerekli hukuksal ve idari önlemler alınmazsa, yarın çok daha büyük katliamlarla karşı karşıya kalınır. O zaman ok yaydan çıkmış olur. Hiç kimsenin beklemediği toplumsal gelişmeler yaşanır.
Saldırıların önünün alınmasının önceliği toplumun iç dinamiklerini canlı tutmak ve toplumsal örgütlenmeyi oluşturmaktır. Halkların dini temelde birbirine düşman edilmesi sadece sistemin güçlenmesine hizmet eder.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen Türkiye toplumu gerekli sosyo-psikolojik duyarlılığı gösterecek ve halklar arasındaki çatışmaya destek vermeyecektir.
mustafapekoz65@gmail.com