10 Aralık 2016 Cumartesi
8 Aralık 2016 Perşembe
Türk Millî Eğitimini, Gayrı millî yapan Anlaşma " FULBRİGHT ANLAŞMASI”
Türk Milli Eğitim sistemini altüst eden, Türkiye’yi parçalayacak
alt yapıyı oluşturan ve Atatürk’ün Türk Milliyetçiliği fikir sistemini yok
etmeyi planlayan bir anlaşma da ABD ile 27 Aralık 1949 tarihinde imzalanan "Fulbright”
Anlaşmasıdır.
ABD Fulbright bürosu, Fulbright komisyonu, Fulbright bursu,
Fulbright kredisi, …vb. çok sayıda ad altında, yalnız Türkiye’de değil,
hemen bütün ekonomik, siyasal işgali altındaki ülkelerde çalışmalarını
sürdürmektedir.
27 Aralık 1949 tarihli;
"Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu
Kurulması hakkındaki Anlaşma”nın en önemli özelliği; Türkiye’de kazanılacak Amerikan yanlısı
kadroların eğitilme biçiminin saptanması ve bu iş için gerekli giderleri
karşılama yöntemlerinin belirlenmesidir. Belirlemeler aynı zamanda, Amerika’nın
Türkiye’ye göndereceği uzman, araştırmacı, öğretim üyesi adı altındaki personel
için de yapılmaktadır. ABD’ye, Türkiye’de "yardım” edip
"işbirliği” yapacak, geleceğin "Türk” yöneticilerini yetiştirmek
üzere, Amerika’ya götürülecek Türk öğrenci, öğretim üyesi ve kamu
görevlilerinin konumları da bu anlaşmayla belirlenmektedir.
Sözü edilen Anlaşmanın birinci maddesi şöyleydi:
" Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu adı altında
bir komisyon kurulacaktır. Bu komisyon, niteliği bu anlaşmayla belirlenen ve
parası T.C Hükümeti tarafından finanse edilecek olan eğitim programlarının
yönetimini kolaylaştıracak ve Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik
Devletleri tarafından tanınacaktır.
Kurulacak komisyonun yetki, işleyiş ve oluşumu ile ilgili olarak
1.1 ve 2.1 alt maddelerinde ise şunlar vardır;
"Türkiye’deki okul ve yükseköğrenim kurumlarında ABD
vatandaşlarının yapacağı eğitim, araştırma, öğretim gibi eğitim faaliyetleri
ile Birleşik Devletlerdeki okul ve yükseköğrenim kuruluşlarında Türkiye
vatandaşlarının yapacağı eğitim, araştırma, öğretim gibi faaliyetlerini;
yolculuk, tahsil ücreti, geçim masrafları ve öğretimle ilgili diğer
harcamaların karşılanması da dâhil olmak üzere finanse etmek…
Anlaşmanın 5. maddesi, Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim
komisyonunun kuruluşunu belirlemektedir. (Burası çok önemli)
"Komisyon; dördü T.C vatandaşı, Dördü de ABD vatandaşı (ki
ikisi mutlak C.I.A ajanı olmuştur)olmak üzere sekiz üyeden oluşacaktır. ABD’nin
Türkiye’deki diplomatik misyon şefi, komisyonun fahri başkanı olacak ve
komisyonda oyların eşit olması halinde kararı komisyon başkanı verecektir.
Bu anlaşmayla, Milli Eğitim Bakanlığı’nda bugün çalışmalarını
"etkin” bir biçimde sürdüren, personel politikalarından ders
programlarına, pek çok konuda stratejik kararlar önerebilen, "Milli
Eğitimi Geliştirme” adlı bir komisyon vardır. 1994 yılında 60 personeli olan
bu komisyonda çalışanların üçte ikisi Amerikalıydı.
Amerikalıların Türk Milli Eğitimine 1949’dan beri süregelen
ilgileri günümüze dek hiç eksilmedi.
Bu durum, 2007'de de böyledir ve FULBRİGHT COMMİSSİON adı altında
Türk Milli Eğitimini biçimlendiren kurulun başında 2007'de Amerikan Büyükelçisi
oturmaktadır. (bu gün de o kadar taviz verdiğimize göre bu şartlar muhtemelen
aynı şekilde, belki de daha da ağır şekilde devam etmektedir. Bundan daha ağır
ne olacaksa?)
Yalnızca Milli Eğitim’in değil, diğer pek çok bakanlıkların
1949'dan başlayarak Amerikalı uzmanlar güdümlendiğine ilişkin acı gerçek,
Türkiye’yi Amerikan yarı- sömürgesi durumuna düşürerek Türk Milleti’nin alnına
bu lekeyi süren ve bu anlaşmada imzası olan İsmet İnönü tarafından, yıllar
sonra, 1963'de "timsah gözyaşlarıyla” şöyle itiraf etmişti.
"Daha bağımsız ve kişilik sahibi dış politika izlemesini
istiyoruz. Herkes aynı şeyden söz ediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar
vereceğim ve işi teknisyenlere havale edeceğim. Onlar ayrıntılı çalışmalar
yapacaklar ve öneriler hazırlayacaklar.
Yapabilirler mi bunu?
Hepsini çevresinde uzman denen yabancılar dolu. İğfal etmeye
çalışıyorlar. Başaramazlarsa işi sürüncemede bırakmaya çalışıyorlar. O da
olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum sonucu bana gelmeden,
Washington’un haberi oluyor. Sonucu memurlardan önce sefirden öğreniyorum.
...
Böyledir bu işler, peygamber edasıyla size dünyaları vaat ederler.
İmzayı attınız mı ertesi günü gelmişlerdir. Personeli gelmiştir, teçhizatı gelmiştir,
üsleri gelmiştir. Ondan sonra sökebilirsen sök. Gitmezler. Ancak bu sorunun
üzerine vakit geçirmeden gitmek gerek. Yoksa ne bağımsız dış politika ne
bağımsız iç politika güdemezsiniz. Havanda su döversiniz. Fakat sanmayın ki bu
kolay bir iştir. Denediğinizde başınıza neler geleceği bilinmez…”
Türkiye’nin Şubat 1948'de 705 bin dolar olan döviz varlığını, Mayıs
1950'de eksi 12 milyon dolara; 1946'da 214 ton olan altın varlığını 1949
sonunda 123 tona indiren, ülkenin dağarcığında yeterince altın ve döviz
bulunmasına karşın Amerika’dan borç alarak ülkeyi Amerikan güdümüne sokan İsmet
İnönü’nün bu yüz kızartıcı açıklamaları karşısında:
"Madem bunları biliyordunuz, öyleyse niçin Amerika ile
antlaşmalar yaparken Türkiye’ye Amerikalı uzmanlar dolmasına neden olacak
maddelere imza attınız?” . Demek
gerekiyor.
İşin gerçeği bu tür Amerikan patentli anlaşmaya Amerikancı diye
idam edilen Menderes yerine İnönü’nün imza atması oldukça gariptir.
Eğer bu yazıyı uzun demeden okuduysanız zannediyorum,
Neden "Tarih bize yanlış öğretilmiş” dediğimizi,
Neden Ülkemizde ABD yurttaşlarının, Bakan hatta Başbakan
olabildiğini,
Neden bizlere gerçek Atatürk’ün anlatılmadığını; artık anlıyorsunuz
demektir.
İşin garibi ise, 1949’dan bu yana gelen hiçbir hükümetin bu
anlaşmayı yürürlükten kaldıralım dememesidir.
Türk Gencine gerçek Türk Tarihi’ni öğretmek boynumuzun borcu
olmalıdır zira Türk Genç’inin cesaretinin de, ferasetinin de, idrakinin de,
inancının da kaynağı gerçek Türk Tarihi’dir.
"Türk genci atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için
kendinde güç bulacaktır."
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
Selam ile…
Murat ÇALIK
Not: Bu yazıda Cengiz Özakıncı’nın "Türkiye’nin Siyasi
İntiharı Yeni- Osmanlı Tuzağı ”adlı kitabından ve Metin Aydoğan‘ın
"Türkiye Üzerine Notlar” kitabından alıntılar yapılmıştır.
AKP'den laiklik dilenecek halimiz yok, yeniden kazanılacak bir laiklik var
AKP’nin
ve o kafadakilerin meşru kabul ettiği tek hukuk İslam hukuku. Dolayısıyla laik
değiller.
Bunu
ben söylemiyorum. Kendileri her fırsatta vurguluyorlar.
Anayasa
Mahkemesinin kararı var. 2008’de Anayasa Mahkemesi “AKP’nin laiklik karşıtı
eylemlerin odağı” olduğuna karar verdi. Ceza olarak da “Hazine yardımını”
kesti!
Karar
kesindir, geçerlidir, halen yürürlüktedir. AKP adlı islamofaşist parti, Türkiye’de
laiklik karşıtı eylemlerin odağı, laikliğin düşmanı bir partidir. Bu yalnızca
siyasi bir tespit değil, Anayasa Mahkemesi kararıdır.
Sadece
bu değil. AKP, bu özelliğini hiç gizlemedi. Bu partinin milletvekili olan TBMM
Başkanı İsmail Kahraman, anayasada laiklik ilkesinin olmaması gerektiğini
savundu.
Şimdi
de eylemlerine devam ediyorlar: Evlilik yaşını islam hukukunun öngördüğü
biçimde düzenlemek istiyorlar. Dinsel nikahı, resmi nikahın yerine geçirmek
istiyorlar. Ülkemizi en köktenci, en radikal biçimde islamize etmeye
çalışıyorlar. Tarikatları, cemaatleri toplumsal yaşamın her alanında hakim
kılmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Bu
partinin kurucularından 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 1980 yılında kendisi 30
yaşındayken, 15 yaşında bir çocukla evlendi… Öyle ya, Türk Ceza Yasası 18
yaşını doldurmamış herkesi çocuk kabul eder. Hayrünnisa Özyurt, 30 yaşındaki
Abdullah Gül’le evlendiğinde henüz 15 yaşında bir çocuktu.
AKP’den,
AKP zihniyetinden, hukuk deyince akıllarına yalnızca islam fıkhı ve hukuku
gelen anlayıştan, laikliği ve laik düşünceyi düşman belleyenlerden “çocuk
yaştaki evlilikleri durdurmalarını” bekleyemeyiz.
Son
bir hafta içinde yaşananlara bakın… Yasa dışı, hukuk dışı, laiklik dışı,
insanlık dışı bir öğrenci yurdunda, bir tarikat yurdunda 12 kişi cayır cayır
yandı… Cin hastanesi adı altında bir şarlatanlık merkezi çıktı ortaya… Hemen
ardından çeşitli kentlerden hacamat tedavisi, sülük tedavisi, cin çıkarma adı
altında bir takım umut pazarlama merkezlerinin açıldığı haberleri geldi... Diyanet’in
kuracağı afet ve acil müdahale merkezlerinde çadır, battaniye, ısıtıcının yanı
sıra sarık, cübbe, tesbih ve ilmihal de olacağını öğrendik!
İzmir’in
hastanelerinde “Hastalık bir definedir. Hastalık bir sabun gibi günahlarınızı
temizler” diyen broşürler dağıtılıyor. Tarikatların sağlık alanındaki vahşi
talanını ve saldırısını örtmek, gizlemek için “propaganda” adı altında düpedüz
baskı yapıyorlar…
Fal
kahveleri pıtrak gibi çoğalıyor… Gazeteler, televizyonlar, internet, sosyal
medya, kitaplar, dergiler fal, muska, büyü, cinler, dualar, parapsikoloji,
ruhçuluk, medyumluk, telekinezi gibi safsataların mecrası haline getirildi…
Toplumsal
bir cinnet bu, uçsuz bucaksız bir çıldırı hali!
Böyle
bir ucubeliği yaratan, bu cinneti hazırlayan bir partiden, laiklik dilenilir
mi, aydınlanma beklenir mi, bilimsel düşünce istenir mi?
Aklın
sınırlarını zorlayan bu gelişmelerle ilgili kimi milletvekilleri “soru
önergesi” verip bakanlara soruyorlar: Bu laikliğe aykırı değil mi, şu
bilimselliğe aykırı değil mi…
Karşımızda
laikliğe düşman, bilimsel düşünceyle savaşan, kamusal insanı yok eden bir
zihniyet var zaten. Böyle bir zihniyetten laiklik, bilimsellik, kamusallık
talep edilebilir mi?
İnsan
aklının aydınlığını söndürmek isteyen AKP’den akılcılık beklenebilir mi?
“Ben
çobanım siz sürü” diyen bir anlayıştan yurttaşlık, cumhuriyet, erdem
istenebilir mi?
Anadolu’da
“Ananı belleyen kadı, kimi kime şikayet edeceksin” diye bir laf vardır…
Tarihsel olarak laikliğe, ilericiliğe, aydınlanmacılığa düşman kadrolardan
laiklik, ilericilik, aydınlanmacılık beklemek de ne ola ki!
Ve
bu karanlık dönemi, emperyalizmden ayırmak olası ve olanaklı değil.
Karanlık
dönemde, insan aklının aydınlığı söndürülmek istenir. Yapan, eyleyen, düşünen,
yaratan, değiştiren, dönüştüren insan yok edilmek istenir.
Mistifiye
edilmiş, itaat eden, boyun eğen, sorgulamayan, itiraz etmeyen, şükreden, boyun
eğen insan modeli üretilir ve yüceltilir.
İşte
bu nedenle…
Emperyalizm
ile dinsellik iç içedir. Dinsellik, emperyalizmin kolaylıkla yöneteceği insanı
yaratır; emperyalizm de yeniden ve yeniden dinselliği yaratır. Bu sarmal döngü,
birbirinden beslenerek böylece sürüp gider.
Emperyalizm,
insanı sürekli güçsüzleştirmek zorunda olduğu için dinseldir. Emperyalizm,
insanı sürekli edilgenleştirmek istediği için dinseldir. Emperyalizm, insanın
yaratıcı ve eyleyici potansiyelini yok etmek istediği için dinseldir.
Özgüvenin,
sorumluluğun, eylemselliğin, iradenin, özgür aklın olmadığı bir düzen,
kaçınılmaz olarak dinseldir.
Çünkü
emperyalizm, dinselliği, genişletilmiş ve derinleştirilmiş bir biçimde sürekli
ve yeniden üretmektedir.
İşte
“Emperyalizm özsel olarak dinseldir” derken, kastettiğimiz budur.
Emperyalizmin
olduğu yerde tarikatlar, tarikatların olduğu yerde acı, vahşet, kan ve gözyaşı
vardır.
"Ya
tarikat düzeni ya sosyalizm" diyoruz
ya hani... Tam da şunu diyoruz aslında: Ya Küba'daki gibi bebek ölümlerini
sıfırlarsın ya da Türkiye'deki gibi "Ölen bebeğiniz sizi cennete
götürecek" diye hastanelerde broşür dağıtırsın!
Dolayısıyla
AKP’den dileneceğimiz, AKP’den bekleyeceğimiz, AKP’den isteyeceğimiz bir
laiklik yok. AKP’yle ve AKP’nin temsil ettiği gerici değerlerle savaşarak,
mücadele ederek kazanacağımız bir laiklik var.
08/12/2016
Perşembe Ahmet Çınar
twitter.com/_ahmetcinar_
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)