16 Ekim 2016 Pazar

RAHMETLİ EKREM AMCA'NIN NEOLİBERAL HAYATI




Az sonra imam, “Merhumu nasıl bilirdiniz?” diye soracak. Peşinen vereyim yanıtımı: İyi bilirdim vallahi. Dededen kalma bahçeli bir konakta otururdu, bizi bakkalın önünde gördüğünde Bakkal Nejat Abi’ye, “Çocuklara birer gazoz, birer de bisküvi ikram et, hesabı da bana yaz” derdi. Yazın bile çıkarmadığı ceketi ve her zaman özenle ön cebine tıkıştırdığı ışıltılı ipek mendilleri vardı. Velhasıl çok tanımasam da mahalledeki ilginç ve zararsız insanlardan biriydi benim için Rahmetli Ekrem Amca.

Ama cenaze töreninde herkes benim gibi düşünmüyordu. Oğulları üzüntü değil tam tersine öfke içindeydiler. Önce anlayamadım bu tavrın nedenini, sonra eski arkadaşlarım anlattılar.

Meğer bu Ekrem Amca dünyanın en müptezel insanıymış. Atadan kalma konağı on yıl kadar evvel bir müteahhitte satmış. Böyle bir satıştan normalde yirmi daire alması gerekirken, bu, “Sen bana on daire parası ver, yaşadığım müddetçe de bir daha kapımı çalma, ölünce tüm arsa senin” demiş. Ölüm haberini alınca müteahhit de elinde evraklarla cenaze evinin kapısını çalmış.

Bu kadarla da kalmamış, on dairenin parasını eski borçlarını kapatmaya harcayan Ekrem Amca, bir yandan da yepyeni borçlar yapmış. Öyle böyle borç değil, torunları bile bu borcu ödeyemezler.

Uzun lafın kısası, yıllardır imrendiğimiz o ipek mendilli, gazoz ısmarlayıcı Ekrem Amca büyüklerinin seksen yıllık birikimini tükettiği yetmezmiş gibi çocuklarına ve torunlarına seksen yıl ödeyemeyecekleri bir borç bırakmış miras olarak. Cenaze töreninde artık iyice yaşlanmış bakkal Nejat Abi’yi gördüm, “Dünyanın borcunu bıraktı da gitti, deyyus” dedi. İçtiğimiz o beleş gazozları anımsayıp garip bir suçluluk duygusuyla gözlerimi kaçırdım.

Rahmetli Ekrem Amca gibi insanlar her mahallede, hatta her ailede en az bir tane vardır. Bu insanlar kendi üç günlük konforları için gelmişlerini, geçmişlerini satmaktan çekinmezler.

Ekrem Amca’nın hayatı, 1980’li yıllardan sonra neoliberalizm olarak dünya çapında nam salmış bir fikre dayanıyor: “Geçmişini sat, geleceğini borçlandır, bugün ye iç, yarına Allah kerim.”

Bu düşünce halk dilinde, “Koy ..tüne”, “S.. anasını”, “Kefenin cebi yok”, “Battı balık yan gider” gibi sözlerle karşılık bulur. Herkes “bugün”ü yaşama telaşına girer, devletler borçlanır, milletler borçlanır, maması taksitle alınan kediler bile borçlanır ama o an için gazozlar beleş dağıtıldığından kimse durumu sorgulamaz.

Neoliberalizm kendine en uygun ortamı Reagan ve Thatcher dönemlerinde buldu. Aynı dönemde Türkiye’de de Turgut Özal iktidara geldi, “memleket bolluk gördü.” Özal’ın ardından DYP ve ANAP birbirlerini yok edene kadar bir on yıl oyalandılar. Ve ardından tek başına iktidar olarak AKP sahne aldı. O gün doğan bebeler bugün on beş yaşında gençler, AKP bir ömür kadar uzun süredir tek başına ve en neo şekilde liberal takılıyor.

Tıpkı Ekrem Amca gibi AKP de pek şık. Görüntüsü yerinde, mendili cebinde. Yediği nesillerin ihtişamlı servetinden arta kalan kırıntılarla çoluk çocuğa gazoz da ısmarlıyor, o ölene dek alacaklıların da kapıyı çalacağı yok. Öldükten sonra kalanlara Allah kuvvet versin.

Liberal hükümetler tüm dünyada ne yaptıysa, Türkiye’de onu yaptılar. Okurlara kolaylık olsun diye “enter”ı bol biçimde aktarayım:

1 – Önce ülkenin tüm fabrikalarını, iletişim kuruluşlarını, limanlarını satarsın. Bu fabrikalar (genellikle çimento, çelik, şeker gibi temel üretim kollarıdır) senden önce nesiller boyunca yapılan tasarruflarla yokluk yıllarında açılmıştır. Ama bir gece alınan bir kararla ve komisyonu ihmal etmeyen eş dost müteahhitlere satılıverirler. Nenen deden, anan baban aç gezmiş bu fabrikalar yapılmış ama sen bir gecede sattın hepsini. Fetih törenlerinde havai fişek gösterisi var, hiçbir masraftan kaçınılmamış, sponsoru da şu büyük holdingmiş diyorlar, gidelim mi kız?

2 – Her ülkede her kamu kuruluşu ve çalışan birliğinin sigorta fonları vardır. Bu fonlarda işçi ve emekçinin alın terinden zorla alınan paylarla büyük paralar birikir. İşte liberal hükümetler bu birikimleri de birkaç yıl içinde tüketirler. Mesela şu pek sevilen Obama, iktidara gelir gelmez bankaların trilyon dolarlık borçlarını böyle fonlarla kapatmıştı. Milyonlarca Amerikan işçisinin yetmiş yıllık birikimi yine bir gecede Amerikan bankalarına pompalanmıştı. Türkiye’de ise biliyorsunuz, deprem fonları bile harcandı. Bu fonların harcanacağı tek yer, fon sahiplerinin, yani halkın eğitimi, sağlığı, refahı olacakken, halkın bu hırsızlıklardan haberi bile olmadı.

3 –Enerji ve maden işletmeleri hemen özelleştirilir. Enerji için ekolojik uyum değil verimlilik esasıyla en pervasız hamleler yapılır. Bu kez birkaç neslin değil, insanlığın ve tabiatın binlerce hatta milyonlarca yıllık birikimi beş on yıllık servet yağması için bir kalemde yok edilir. Siz tabiat ananın Artvin’i kaç yılda bu hale getirdiğini sanıyorsunuz? Ama bakın Ali Cengiz sadece milletin değil, tabiatın da anasını bellemeye hazırlanıyor.

Madenlere gelince, hani yirmi yaşlarında yoksul çocuklarımız bu vatan için şehit oluyor ya, vatan dediğin yerin altındaki madeni de kapsıyor. O madenler o yoksul çocukları daha da yoksul kılacak bir sistem için bir avuç bezirgâna peşkeş çekilince, bir düşünün bakalım şehitler niye şehit oluyor?

Limanı, madeni, gelmişi geçmişi sattık. Sattıklarımızla Mercedes’ler aldık, nüfus artışına oranla zerre fazla yol yapmadık ama yol yaptığımızın reklamını yaptık; önce gazetecileri, sonra gazeteleri satın aldık, dilini çıkaranın gırtlağını kestik, televizyona da bastık yarışma programını keyfimiz gıcır, öyle mi? Öyle ama hazıra mal dayanmaz kardeşim. Ekrem Amca’ya atalarının mirası yetti mi? Yetmedi. O halde liberale de sadece geçmişi yemek yetmeyecek. Şimdi bir başka şeyi yemeye geldi sıra: Geleceği.

4 – Her liberal iktidar döneminde vatan ve millet elele verir ve bir borçlanma yarışı başlar. Dünyada bir tek dürüst iktidar yoktur ki, halkını genelevde çalışan seks işçilerine yapıldığı gibi borçlandırsın. Ancak pezevenk iktidarlar halka bu kötülüğü yaparlar, çünkü bu pezevenkler halkın borçlanmasından iki yönlü kazanç elde ederler:

Birincisi doğrudan kazanç: Uluslararası fonlardan %2 faizle 1 milyar dolar alır, sonra asgari ücretli garibana 10.000 TL limitli kredi kartını dağıtırsın. Yani uluslararası tefecilerden düşük faizle aldığın krediyi, halka yüksek faizle dağıtır ve tefeciliğin en iğrencini yaparsın. Gariban zaten yanıyordur, bu sarmalın içine hemen girer ve %20 faizle borçlanır, ödeyemediği yerde malını mülkünü, çocuğunun rızkını, bebeğinin süt parasını, hiç olmadı canını alırsın, milyonlarca insanın böyle kanını emersin, paraya para demez, saraylara taşınırsın; yetimin feryatlarını geçirmez altın kaplamalı duvarlar yaptırırsın.

İkincisi dolaylı kazanç: Boğazına kadar borçlu işçi, memur, köylü, esnafın tek korkusu vardır, istikrarın bozulması ve borçlarının katlanması. Bunun için hepsi sana sessizce itaat ederler. Zamanla hiçbir şeye itiraz etmeyen kölelere dönüşürler. Bir taşla iki kuş vurmuş olursun: Halkın hem boynunu sıkar, hem boynunu bükersin. İnsanlık onurunu paspas gibi ezersin ve senden iyisi olmaz. Bir düşünsenize, halkı borçlandırmak kadar kazançlı bir iş var mı bu dünyada?

Ama sadece millet değil, devlet de borçlanır. Bir örnek vereyim: Türkiye’de altı yüz bin araç varken birinci köprü ve E5 otoyolu yapıldı. Bu yol ve köprü neredeyse tamamı peşin parayla yapıldı, kalan bakiye de kısa sürede kapatıldı. Ki o yıllarda bu ülke hala Osmanlı’nın Dolmabahçe Sarayına yaptırdığı avizenin borcunu ödüyor ve İstanbul’da sadece üç buçuk milyon kişi yaşıyordu. Aradan kırk üç yıl geçti, motorlu araç sayısı otuz beş kat artıp yirmi bir milyon oldu, İstanbul nüfusu Suriyeliler hariç on yedi milyona ulaştı ve neoliberal hükümetimiz üçüncü köprü yaptı, hem de kredisine kefil olduğu müteahhit arkadaşa on yıl ileriye doğru borçlanarak.

“Benden önce hiçbir şey yoktu” edebiyatıyla iki köprüyü, iki otoban hattını yok saydı ve biz geçsek de geçmesek de sekiz yıl daha o köprünün borcunu ödeyeceğiz. Alkış lütfen, alkış yetmez davul ve zurna getirin… Bu arada yıllar önce bitmesi gereken İstanbul İzmir otobanı hala bitmedi, dünyada bu kadar büyük nüfus ve ekonomi merkezinin birbiriyle otobanla bağlı olmadığı tek ülke Türkiye. Ama hesapta yol yaptılar, Ekrem Amca da gazoz ısmarlardı, ne işimize yaradıysa?

Geçmişin birikimlerini bir çırpıda vakumlanırken, aynı hızla geleceğe borçlanmak neoliberal iktidarların ortak özelliği. Fakat bir aptalsan ve sadece şu ana bakarsan sanki bir şeyler değişmiş ve ilerlemiş gibi görünebilir, yollar aynı da olsa Mercedes’ler, BMW’ler hayli çoğaldı değil mi? Nasıl da parıldıyor namussuz otomobiller, Tıpkı Ekrem Amca’nın ipek mendillerinin göz alıcı parıltıları gibi.

Ekrem Amca ailesinde kendinden önce yaşayan iki, hatta üç neslin birikimini kısacık bir sürede tüketti; kendinden sonra iki hatta üç nesil ödenemeyecek bir borcu da geride kalanlara miras bıraktı. Andropoz döneminde azıp kuduran bu amca kim bilir hangi anlamsız lüksler için yüz elli yılın birikimini on beş yılda yok etti.

Şimdi ne yapacağız? Bu on beş yılda iki gazoz içtik diye, Ekrem Amca’ya teşekkür mü edeceğiz? Yoksa öfkeli oğullarının kucaklarındaki küçük torunlarına bakıp iç çekerek, tevekkül mü edeceğiz?

İmam geldi, mahalleli saf tutuyor… Hadi cemaati Müslümin, safları sıklaştıralım. Buyurun cenaze namazına.

A.   İlyas Bassoy

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder