22 Nisan 2016 Cuma

“TÜRK MÜSÜN MÜSLÜMAN MISIN?”



TAYYİP ERDOĞAN’IN SON ÇIKIŞI : “TÜRK MÜSÜN MÜSLÜMAN MISIN?”

AKP’nin VE RTE’nin Türk Düşmanlığının Tarihsel Ve Toplumsal Dinamikleri

Erdoğan’ın “sahaya çıktığı” ilk dönemlerde “hem laik, hem Müslüman olunmaaaz” açıklamasını birçoğumuz biliriz. Laiklikten sonra, Tayyip Erdoğan son dönemde milliyetçiliği hedef tahtası haline getirmiş durumda.

Cumhurbaşkanı RTE Diyanet İşleri Başkanlığı’nca Sinan Erdem Spor Salonu’nda düzenlenen "Hz. Peygamber, Tevhid ve Vahdet" temalı Kutlu Doğum Programı’na katıldı.

Programda yaptığı konuşmanın bir bölümünde, babası ile arasında geçen bir diyalogu aktaran R.Tayyip Erdoğan "Laz mıyız, Türk müyüz?" sorusuna, babasının "Müslümanız de geç." şeklinde yanıt verdiğini belirtip, dünyadaki üç büyük tehlikeden birinin de "ırkçılık" olduğunu belirtti.

Hemen ardından ise "terörle mücadelede kararlılık" beyanında bulundu Tayyip Erdoğan.

Duruma objektif olarak yaklaşıp, bu açıklama hakkında kısa bir analiz yapalım.

Öncelikle, Türkiye'de yaşayan Türklerin büyük çoğunluğu kendisini Müslüman olarak tanımlamaktadır. Buna kimsenin itirazı tabi ki yok. Ancak kendisini Müslüman olarak tanımlayan Türk Ulusunun ezici çoğunluğu, kendisini Milli temelde TÜRK olarak tanımlamaktadır. Biri diğerinin alternatifi ya da seçeneği olmamaktadır burada. Çünkü biri dini kimlik, diğeri milli kimliktir. Biri vicdani, diğeri tarihsel, kültürel ve sosyal zeminde kendisini ortaya koyar.

Yani Müslüman olmak, Türk olmayı öteleyen dahası ret ve inkar eden bir inanç değil. Bununla beraber Orta Asya, Kafkaslar, Avrupa’nın doğusunda kalan ülkelerin büyük kısmında kendisini Hıristiyan, Şaman veya Musevi olarak adlandıran ve farklı inançlara sahip olan Türklerin varlığını mutlaka göz önünde bulundurmak esas olmalıdır.

“Tayyip Erdoğan’ın bu açıklamasında ne var ki?” diyebilirsiniz. Belki bu açıklamayı tek başına aldığımızda sorun teşkil etmeyebilir. Ancak, politik analiz yapmak için yalnızca son sonuçtan hareket edemeyiz. Mevcut açıklamayı ve öne sürülen düşünceyi, daha önceki açıklama ve düşünce sistemi içerisinde, bütünün bir parçası olarak değerlendirmek, daha sağlıklı sonuçlara ulaşmamızı sağlayacaktır. Farklı bir ifade ile kurulan cümlelerin arka planını, ileri sürülen fikrin dinamiklerini hesaba katmamız şarttır.

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNE AÇILAN SAVAŞ

Türkiye’deki milli güçler olarak, Ulus Devlet yapısına karşı açılan savaşın, özellikle 1938’den itibaren başlatıldığını ve 1946’dan sonraki dönemde hızlanarak devam ettiğini bilmekteyiz. AKP iktidarı döneminde Türk Ulus bilincine ve sosyal yapısına yönelik Batı merkezli başlatılan mücadele 93 yıllık Cumhuriyet döneminin, son 60 yıllık sürecine yansıyan, yapısal bunalımın en keskin hatlarını oluşturuyor. Daha farklı bir ifade ile AKP iktidarının 14 yıllık süreci, son 60 küsür yıllık yapısal bunalımın dinamikleri ile oluşan bir “dışa vurumdur.”
1938’de İngiltere ve Fransa ile yapılan Üçlü İttifak Anlaşması.

1939’da ABD ile yapılan Dış Ticaret Anlaşması

1946’da Milletler Cemiyeti’ne girmemizin ön şartı olarak “çok partili sisteme geçişin” öne sürülmesi.

1946’da Marshall Planı ile ekonomimizin tamamen dışa bağımlı olması.

1951’de ABD üslerinin Türkiye’de açılmaya başlanması.

1952’de NATO’ya girişimizle beraber, Milli Savunmamızın da ABD’ye bağlanarak, ortadan kaldırılması.

1949'da TSK'nın Milli Savunma Bakanlığına bağlanması süreci, Menderes dönemi ile "kurumsallaşma düzeyinde" gerçekleşmiştir..

Milli Eğitim sisteminin Marshall Planı çerçevesinde ABD’ye uyumlu olarak değiştirilmesi ve ABD’ye uyumlu “yeni bir kuşak” yetiştirilmesinin amaçlanması.

Basın – yayın organlarının büyük çoğunluğunun, Batı’lı birkaç aileye bağlı şirketler tarafından dizayn edilmesi. ( Tasarımlanması )

Özellikle 24 Ocak kararlarından sonra milli ekonominin arta kalan dinamiklerinin ortadan kaldırılması ve devamında KİT’lerin yabancı devletlerin şirketlerince yağmalanması, özelleştirmelerle devletçi ekonominin dinamiklerinin ortadan kaldırılmasına olgun bir zemin sundu. TEKEL, PETKİM, TÜPRAŞ, TÜRK TELEKOM gibi milli kaynakların ve muhabere denetiminin tamamen yabancı devletlere bağlanması gibi akla ilk gelen örnekler ve öncesinde belirttiğimiz gibi ABD ile yapılan tek taraflı anlaşmalar, Türkiye’deki ekonominin, eğitimin, savunmanın milli köklerinden koparılmasına neden oldu.

AKP’NİN VE RTE’NİN TÜRK DÜŞMANLIĞININ TARİHSEL VE TOPLUMSAL DİNAMİKLERİ

Yukarıda saydığımız dinamikler, AKP iktidarı döneminde olgunlaşan Atatürk ve Türk milliyetçiliğine düşmanlığın ekonomik, sosyal ve siyasal zeminini oluşturmuştur. Batı emperyalizmine bağımlı olmaya başladığımız süreçten itibaren ABD, kendi siyasal yapısına uygun bir toplumsal iklim yaratma uğraşına girmiş; ekonomisi, eğitimi, savunması dışa bağımlı olan bir ülkede bu tek yanlı bağımlılığa uygun kültürel bir zemin “kendiliğinden” oluşmuştur.
Çünkü emperyalizmin bir ülkeyi kendisine bağlaması yalnız ekonomik – siyasal sonuçları ile ortaya çıkmaz. Batı nüfuz ettiği ülkede:

Toplumsal davranışlar bütünlüğünü ve eğilimini bozar.

O ulusun ortak değerlerini ifade eden kurumları işlevsizleştirir. ( 2003 – 2015 döneminde TSK’ya karşı başlatılan Ergenekon, Balyoz gibi tertip ve kumpaslar. )

Psikolojik eğilimler ve bağdaşma temellerini dinamitler.

Egemenliği altına aldığı ülkenin siyasal –askeri hamlelerini “kendi hamlelerine” uygun hale getirir. (Üretilmiş muhalefet buna verilecek en güzel örnektir.)

Batı, o toplumun davranışlar bütünün bozmak için günümüzde medyayı etkin olarak kullanmaktadır. Türk kültürüne ve geleneklerine uygun olmayan yarışma programları, televizyon dizileri birçok sömürge ülkede olduğu gibi tek merkezden planlanan bir projenin ürünü olarak ülkemizde piyasaya sürülmektedir. Bu programların temel amacı aile bağlarını ortadan kaldıran, dostluk ve sosyal dayanışma anlayışını yok eden, evlilik kurumunu baltalayan içeriği ile milli – toplumsal dokuyu bozmaktır. ( Yukarıda verdiğim, Toplumsal davranışlar bütünlüğünü ve eğilimini bozmak örneğini hatırlayınız.)

Erdoğan ve AKP’nin Türk milliyetçiliğine karşı başlattıkları savaşı bu kadar cüretkâr olarak öne çıkarmalarını, yukarıda saydığımız tarihsel, sosyal iklim zemininde değerlendirmek gerekiyor. Farklı bir ifade ile Türkiye’nin Batıya 60 yıllık tek yanlı bağlanma süreci, 14 yıllık AKP’nin Türk milliyetçiliğine savaş ilan etmesine uygun bir alt yapı sunmuştur.

Yoksa ekonomisi, savunması, eğitimi milli olan bir ülkede, ne AKP gibi bir parti iktidar olur ne de iktidar olan bir parti “Türklüğü ayaklar altına alan” bir propaganda yapabilirdi.
AKP’nin diğer liberal – Batıcı projelerden farkı ise, Türk düşmanlığını İslamcı kimliği ile öne sürmesidir. RTE ve AKP iktidarı Türk ulusuna öyle bir algı dayatmasında bulunmaktadır ki, belli topluluklar adeta “Türküm” demenin Müslüman olmayı reddetmek anlamına geleceği yanılgısına düşmektedir. RTE tek başına milliyetçiliğe karşı çıkmanın oluşturduğu tepkiyi analiz etmiş, bu yüzden şimdiki süreçte Türklüğü, Müslümanlık üzerinden inkar etmek gibi bir taktik politika geliştirmiştir.

Fakat biz yakın zamanda RTE ve AKP’nin Türk milliyetçiliği üzerine öne sürdükleri karşı – propagandayı yine de hatırlayalım.
Ahmet Davutoğlu Dış İşleri Bakanı olduğu dönemde Hürriyet Gazetesine 17.09.2012'de vermiş olduğu röportajda "ulusçulukla hesaplaşmanın zamanı geldi." şeklinde bir ifade kullandı.

18 Şubat 2013. Yer Mardin. Başbakan olduğu dönemde Tayyip Erdoğan "Kimse bizim karşımıza Türklükle çıkmasın. Biz her türlü milliyetçiliği ayaklar altına almış bir iktidarız." dedi.

8 Temmuz 2014'te Erzurum'da yaptığı konuşmada Erdoğan, "Türkçülük ayrımcılıktır" şeklinde bir açıklama yaptı.

29 Eylül 2015. C.Başkanı olan Erdoğan muhtarlarla yaptığı toplantıda "Türküm diyebilirsin bu senin en tabii hakkındır. Ama Türkçüyüm dersen ayrımcısın" şeklinde konuştu.

Erdoğan'ın bir gazeteyi işaret ederek Atatürk'ün ifade ettiği "Türkiye Türklerindir!" vurgusuna dair, “Gazetenin bir tanesi yazmış ‘Türkiye Türklerin’ diye. Ahlaksız bu, hayasız. " çıkışı ise bilincimizdeki tazeliğini koruyor.

Son olarak yine Davutoğlu'nun Mardin'de yaptığı bir konuşmada ulusçuluk fikrinin yerine İbrahimi millet veya milleti İbrahim kavramını ikame etmeye çalışması ve ulusçuluk fikrinin "ayrımcı" olduğunu iddia etmesi ise Türkiye'de Türk milliyetçiliğine yapılan son merkezi saldırılardan biri oldu.

Politik iktidarla aynı ölçekte Türk milliyetçiliğine düşman olan bir başka odak ise bölücü terör örgütü PKK’dır. Bölücü terör örgütüne göre ise milliyetçilik = faşizm. Türk Devletinin kurucu ilkelerinden milliyetçilik, gericiler ve bölücüler açısından "faşizm" olarak nitelendirilmiş ve Batı merkezinden başlatılan milliyetçilik karşıtı propaganda belli aralıklarla öne çıkmıştır.

AKP iktidarı döneminde başlatılan "Çözüm Süreci" , 2006 Oslo Görüşmeleri, "Dolmabahçe Mutabakatı", Habur rezaleti gibi eylemler milliyetçilik düşmanlığının vücuda gelmiş hali olarak karşımıza çıkarıldı. Bölücü örgütle müzakere ve mutabakat yapanlar, aynı dönemde temel milli kurumlarımızdan olan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı Pentagon merkezli tertip ve kumpaslar yapmaktaydılar.

Recep Tayyip Erdoğan’ın Türk milliyetçiliğine karşı açtığı savaşın “sosyal ve siyasal” zemini hali hazırda dururken, diğer yandan “ABD modeli, idari federalizme dayanan başkanlık sistemi” ni sürekli gündemde tutması, Başkanlık sistemi ile birlikte “Türksüz Anayasa” nın Türk milletine dayatılması, kendi içerisinde bir bütünlük oluşturmaktadır.

Yukarıda kısa bir şekilde özetini sunduğumuz ABD’ye tek yanlı bağımlılık süreci ile birlikte Milli kurumsal ve siyasal yapımızın dinamitlenmesi, AKP iktidarı ile birlikte bu yapısal zemin üzerinde yükselen Atatürk ve Türk düşmanlığı ile “Yeni Anayasa” , “İdari Federalizme Dayanan Başkanlık Sistemi” bir bütünün parçalarıdır.

Burada “sırıtan”, “ekleme parça” gibi duran nokta ise bölücü terör örgütüne karşı yürütülen mücadeledir. Terörle mücadele, kapsamı açısından ayrı bir çalışma konusu. Ancak şu iki noktanın altını çizmekte fayda var:

Bir: Başbakan Davutoğlu geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada “Mayıs 2013 sürecine dönülürse, müzakereler başlayabilir” dedi. Bu kapsamda terörle mücadelenin, askeri açıdan tabi ki doğru bir zeminde olduğu, fakat politik iktidarın, doğru olan bu askeri operasyonları kendi siyasi yönelimine göre değerlendirmek istediği gerçeğinin atlanmaması gerekiyor. Operasyonların başladığı ilk dönemde ne diyordu Tayyip Erdoğan : “Çözüm sürecini buzdolabına koyduk.” Buzdolabına koyulan ürünleri, ileride yeniden değerlendirmek için, çürümesin diye buzdolabında bekletiriz değil mi? Tayyip Erdoğan da Çözüm Sürecinden tamamen vazgeçmediğini, “ileride değerlendirmek için, çürümesin” diye beklettiğini dolaylı yoldan ilk süreçte ifade etmiş bulundu o dönemde.

İki: Terörle mücadele askeri zeminde doğru bir seyir izlerken, politik iktidarın Ulus Devleti tamamen ortadan kaldıracak bir anayasal modeli tasarlaması ve başkanlık sistemi ile de federalizme dönük adımlar atacağını ifade etmesi, pratikte yürütülen terörle mücadeleyi destekleyen değil, fakat terörle mücadele ile çelişen bir yönelimi ifade eder. Ulus Devlet – Üniter Devlet yapısını lağvetmeyi hedefleyen bir anayasal – yönetim modeli ile ortaya çıkıp aynı anda bölücülükle mücadele ettiğinizi söylerseniz, buna kimse inanmaz. Çünkü mücadele ettiğinizi iddia ettiğiniz terör örgütü de aynı anayasal modeli ve yönetim sistemini hedefliyor. Aynı zamanda, aynı terör örgütü de “Türk milliyetçiliği “ ni, yani Cumhuriyetin kurucu temel ilkelerinden birini 1978’den beri hedef almaktadır.
Türkiye’de yönetici odak olan gücün, son dönemde TSK’nın terörle mücadelesini desteklediğini bu açıdan düşünmek yetersiz ve arka planı olmayan bir düşünce sistemi üretmenin sonucudur. AKP ve RTE kendi içerisinde son derece tutarlı adımlar atmaktadır. Türk’ün olmadığı bir anayasa ile birlikte Başkanlık Sisteminin İdari Federalizmle birlikte düşünülmesi, yıllarıdır art arda yapılan açıklamalarla
“Parçalayıcı ulusçuluk” ,
 “Biz Türk milliyetçiliğini ayakları altına almış bir iktidarız”, “Müslümanım de geç” gibi söylemlerle, son olarak da Kurtuluş Savaşı Ve İnkılap Tarihi derslerinin müfredattan tamamen kaldırılmak istenmesi ile AKP iktidarı ve RTE, PKK’yı da “Kara Gücü” olarak gören ABD’ye zaten uyumlu hareket etmektedir.
Türkiye’de kimi zaman at izi ile kurt izinin birbirine karıştığı düşünülse de bizce hala saflar net:

Bir tarafta ABD ve Batı emperyalizmine uyumlu hareket eden iktidar partisi ve diğer siyasi partiler, bölücü terör örgütü, yine Batı’dan beslenen sivil toplum örgütleri ve ana akım medya var.
Diğer yanda her türden siyasi partiye oy vermiş ancak ortak paydalarda bir araya gelen, ortak sorunları olan, kaygıları ortak olan, siyasi partilerin denetiminden uzak Milli Güçler ve Türk Milleti var.

Batı’nın çarkından ayrı hareket eden Milli Güçler ile Türk milleti buluştuğu zaman, biz Türk Devrimine kaldığımız yerden devam edeceğiz. O zaman bizim de kendi içimizde “bölünmez bir bütünlüğümüz olacak.”

Mithat Akar – Gaziantep

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder