Bu topraklar benim vatanımdır .
Ben vatanımda gömüleceğim diyenlere yönelik bir çığlık .
Bir çığlık bazen bir çığ
başlatır.
Lütfen okuyun
...
Eeeeey! Şehitlerden, gazilerden, temiz emeklerden miras
kalan, içlerinde sevgilimin de yaşadığı kutsal topraklarda, saygı, sevgi ve şefkatle
bağımlı olduğum insanlar …
Eeeey! Bencileyin, kırgınlıklara yenilmeden, uğradığı
hukuksuzluklar yüzünden inkâr ve isyana da, dostların güçsüzlük veya
korkaklıktan doğan sessizliğinin yol açtığı şaşkınlığa da teslim olmadan,
vatanı sevmenin; davranışlarını , sevgiyle mayalayıp ekmeğe aşa dönüştürmenin
çabası ve heyecanı ile yaşayanlar…
Eey, niyeti, annesinin sütü kadar ak, babasının teri kadar
helal olan vatan karındaşlarım…Eey! Ata ruhlarının mesajlarını, çağrılarını
duyabildikçe, gerili yaydaki ok gibi, bütün bağlantılardan kopup, hedefi enerjisiyle
vurmaya hazır kardeşlerim…
Ey! Tarih içinde akıp giden zamanın ve şartların oluşturup
geliştirdiği millî benliğine ve kimliğine sahip çıkmayı -–çoğunlukla-- unutan
yoldaşım…İstemese de peşine düştüğüm gönüldaşım, bir parçası olduğuna inandığım
diğer parçam:
VALLÂHİ seni seviyorum…
Seni, ben, ağıtların, şarkıların, türkülerin, oyun
havalarının ezgi ve sözlerinde sevdim… Ben, seni anlatmayı başarabilmişlerden, Han Duvarları’nın, Bingöl Çobanları’nın, Bu
Vatan Kimin’in, Hancı’nın, Süleymaniye’de Bayram Sabahı’nın
mısralarında sevdim… Seni ben, Müftüoğlu Ahmet Hikmet’in Üzümcü adlı, bilinçli aydınlara tercüman olan ve kelimelerle
çizilmiş, dev tabloya modellik yaptığın için sevdim…
Hırsları ve aç gözlülükleri tescilli, operasyonlu
hırsızlıkları örtülmüş insanları bağışlayan saflığına; seni riyalarıyla,
yolsuzluklarıyla, şarlatanlıklarıyla aldatanlar karşısındaki hoşgörülü hamâkatine
rağmen, seni sevmeyi sürdürdüm.
Dolar milyoneri sözde sosyalistin, her yıl
arabasını, beş yılda bir evini yenileyen sözde sosyal demokratın, senin
devletini, milletini ve vatanını parçalamaya kararlı teröristlerle oynaşan, destek
veren TV mürşitlerinin, köşe yazarlarının, seni kandırmanın zevkiyle kendinden geçtiklerini
gördüğüm anlarda, sana çok kızdım, sevmekten vazgeçmedim.
Otuz katlı otelin bilmem kaçıncı katındaki
süit daireden Kâbe’ye bakıp umre yapan ve/veya hacı olanların, seni
küçümsediğini gördüğüm zaman, sana öfke duydum; ama sevmekten vazgeçemedim… Senin
paranı soymanın adını taahhüt koyup—üstüne üstlük-- sana küfür edenler; ’Türk
yoktur’ diyebilen yüzsüzler karşısında, medenî ve hukukî hakkını kullanmadığın
zaman, sana çok kızdım; sevgimin acısıyla ve kızgınlıkla, “Allah sana,
Cumhuriyet savcısına gidecek güç ve idrak versin” dedimse de, seni uykularımda bile , sevmeye
devam ettim.
Din, iman, ibadet adına sömürüldüğün,
cehennem adına korkutulduğun zaman, cehaletine kızdım, sendeki korkunun kimleri
dünyalıklı yaptığını kavrayamayışına
ve/veya göz yumuşuna darıldımsa da, aşkım eksilmedi.
Maddî veya idarî gücüne dayanıp sana
eziyet, hatta zulüm edenler karşısındaki çaresiz öfkeni, bir küfür veya
bedduada eriyen razı olmanı, üzülerek sevdim.
Seni hırsları ile gülünç duruma
düşürdüklerinde de, şarlatanlıklarıyla aptal yerine koyduklarında da, Ferhat’ça
sına sevmeyi sürdürdüm. Aynı insanla iki
kere, bir de başkasıyla üçüncü kez evlendiğinde, şaşkınlık da, sersemlik de
denebilecek bu yanlışını görmek/bilmek, benim dengemi sarstı, az daha, ağır bir
bunalıma gireyazdım; o durumlarına rağmen, seni Mecnuncasına sevmekten
usanmadım.
Emperyalizm, senin atalar bilgisinden ve heyecanından
uzaklaşıp, ifrat ve tefritle boğuşmanı planlamıştı, ısrarla uyguladı: Kızın veya
oğlun senden farklı, torunun ise, çok farklı olduklarını sana yaşattıkları
zaman, onların köksüzlüklerine tahammülünü ve sabrını sevdim. ‘Yoksulluk
tanımasınlar!’ diyerek, yemeyip içmeyip çocuklarına, torunlarına yedirdin, giydirdin.
Onların, bencilliklerle, biyolojik ve psikolojik hastalıklarla iç içe
yaşadıklarını görüp, açıklama bulamadığındaki
şefkat, muhabbet, safiyet ve
samimiyetini sevdim.
Sen de biliyorsun: Bendeki sevginin
mayası, ruh sadakati ve samimiyettir. Sen —kutsal bildiklerin aşkına-- beni şu
üç silahtan biri ile vurma: Ruh sadakatsizliği,
samimiyetsizlik ve nankörlük… Şefkat, merhamet ve ruh sadakatimin mayası, yaşama
arzu ve umudumun taşıyıcı hücresi olan SEVGİMİ , bu zehirlerden biriyle
öldürme, ne olur… Seni kıskanmama, korumama ve sevmeme karşı çıkma, ne olur!
Seni, çaresiz; yoksul; seni, arkasız, mazlum
ve makhur; seni, razı olmaya mahkûm anlarında gördüğümde ise, kendimi şöyle
deyip avuttum:
İki kanadı kırık bir kartal uçamaz, avlanamaz… Avcının, tuzağına düşen
aslanın --erkek veya dişi— pençeleri kızgın demirle dağlanmışsa, kafeslenmişse,
sevgilisine de, sevdiği yerlere de, özgürlüğe de, sadece rüyalarında ulaşacak,
lâkin bedeni, kibirli bir zalimin emrinde olacak… Çaresizlik ve aczinden
mutlaka kurtulacağına olan inanç ve umudunu koruması şartıyla, en büyük hekim olan
zamanın geçmesi ve bedenen ruhen iyileşmesi için, sabredecek; zaman, şimdiki
çaresize dostluk elini uzattığında da, özgüven duygusuyla, eli yakalayacak... Sonrasını
bekleyip görelim: Yaralı kartalı ve zincirli aslanı küçümseyenler, kibirliler,
gafiller, hainler ,bakalım yarın ne yapacaklar ???
Bilirim ki, seni en çok üzen, bunaltan, vatan
konusundaki duyarsızlık; vatanı paylaştıklarının vatansever olmayışı… Senin
ataların, vatanı ana bellemiş, uğrunda ölmeyi cennet/uçmak saymış insanlar idi.
O ruhlar, tarihin ve toprağın ruhuyla bütünleştiler… Sen vatanseverliğin
gereğini yapmayanlara, gafillere olan kızgınlığını, söze dönüştürüp boğazında
düğümlenenleri—bir gün- şöyle haykırmak niyetindesin: Vatan ve millet için üretilen
çözümler, bulunan çareler, benim aklıma ve gönlüme göre değil…
Sen biliyorsun şu hikmeti: Bölünmediğimiz,
ayrışmadığımız, fitne ve nifakı önleyebildiğimiz sürece, sevmek bir nimet, huzur
bir ödül, bütünlük bir hayırlı netice olacaktır… Allah’ın elçisinin “birbirinizi
sevmedikçe iman etmiş olmazsınız.” hükmündeki hikmetin ilhamı ile
tekrar edeyim ki, ben, seni seviyorum, seveceğim… Dinimizden olmayan bir yüce
bilgenin, Halil Cibran’ın, elli yıla yakın bir zamandır ezberimdeki şu sözünü
çığlığımın parçalarından sayar mısın?
“Bana kulak verirsen, sözlerde eriyen sesimi
duyabilirsin; söyleyebildiklerimin içinden söyleyemediklerimi de duymayı
becereceksen, bana kulak ver…”
Beni şefkatsiz, merhametsiz, adaletsiz,
samimiyetsiz ve akılsız bırakmadığı için, Allah’ımıza hamdediyor, şükrediyorum…
Bencilliğin ve tatminsizliğin egemen
olduğu dünyamızda, Allah’ım bana ve sana,
kalb-i selîm, akl-ı selîm ve hiss-i selîm versin; ayrışmacı münafıklardan, hâinlerden ve
eşkıyadan emin eylesin… Amiiin…
Hırs, haset ve kibir sahiplerinin
saldırılarını da, sabrıyla ve özgüveniyle etkisizleştirdiği yalnızlığı da,
‘onun bir zaafını yakalamışlar’ diyebildiğim Brutüslükleri de tada gelmiş bir
insan olarak fısıldayayım : Senin liyakatini bir kenara bıraktırıp benim duygu,
düşünce ve hayalimi, senin sevginle
bezediği için de, Allah’a hamdedip şükrediyorum…Benim gibi seni seven on
binlerce kişi çığlık atıyor… Duyuyor musun?
Sadık Kemal TURAL
* Bu metin, değerli romancı D. Kuveloğlu’nun ilettiği Joseph Stiglitz adlı
bir bilge bilginin Ben Kapitalizm başlıklı yazının etkilerinin sonucudur (2-14 Aralık
2015).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder