7 Ocak 2016 Perşembe

BANA KULAK VER DİYORUM, KULAK ASMIYORSUN SEVDİĞİM



Bu topraklar benim vatanımdır . Ben vatanımda gömüleceğim diyenlere yönelik bir çığlık .
Bir çığlık bazen bir çığ başlatır.
Lütfen okuyun ...
                                                                                    İsmet GÖRGÜLÜ
BANA KULAK VER DİYORUM, KULAK ASMIYORSUN SEVDİĞİM*

Eeeeey! Şehitlerden, gazilerden, temiz emeklerden miras kalan, içlerinde sevgilimin de yaşadığı kutsal topraklarda, saygı, sevgi ve şefkatle bağımlı olduğum insanlar …
Eeeey! Bencileyin, kırgınlıklara yenilmeden, uğradığı hukuksuzluklar yüzünden inkâr ve isyana da, dostların güçsüzlük veya korkaklıktan doğan sessizliğinin yol açtığı şaşkınlığa da teslim olmadan, vatanı sevmenin; davranışlarını , sevgiyle mayalayıp ekmeğe aşa dönüştürmenin çabası ve heyecanı ile yaşayanlar…
Eey, niyeti, annesinin sütü kadar ak, babasının teri kadar helal olan vatan karındaşlarım…Eey! Ata ruhlarının mesajlarını, çağrılarını duyabildikçe, gerili yaydaki ok gibi, bütün bağlantılardan kopup, hedefi enerjisiyle vurmaya hazır kardeşlerim…
Ey! Tarih içinde akıp giden zamanın ve şartların oluşturup geliştirdiği millî benliğine ve kimliğine sahip çıkmayı -–çoğunlukla-- unutan yoldaşım…İstemese de peşine düştüğüm gönüldaşım, bir parçası olduğuna inandığım diğer parçam:
VALLÂHİ seni seviyorum
Seni, ben, ağıtların, şarkıların, türkülerin, oyun havalarının ezgi ve sözlerinde sevdim… Ben, seni anlatmayı başarabilmişlerden, Han Duvarları’nın, Bingöl Çobanları’nın, Bu Vatan Kimin’in, Hancı’nın, Süleymaniye’de Bayram Sabahı’nın mısralarında sevdim… Seni ben, Müftüoğlu Ahmet Hikmet’in Üzümcü adlı, bilinçli aydınlara tercüman olan ve kelimelerle çizilmiş, dev tabloya modellik yaptığın için sevdim…
     Hırsları ve aç gözlülükleri tescilli, operasyonlu hırsızlıkları örtülmüş insanları bağışlayan saflığına; seni riyalarıyla, yolsuzluklarıyla, şarlatanlıklarıyla aldatanlar karşısındaki hoşgörülü hamâkatine rağmen, seni sevmeyi sürdürdüm.
    Dolar milyoneri sözde sosyalistin, her yıl arabasını, beş yılda bir evini yenileyen sözde sosyal demokratın, senin devletini, milletini ve vatanını parçalamaya kararlı teröristlerle oynaşan, destek veren TV mürşitlerinin, köşe yazarlarının, seni kandırmanın zevkiyle kendinden geçtiklerini gördüğüm anlarda, sana çok kızdım, sevmekten vazgeçmedim.
     Otuz katlı otelin bilmem kaçıncı katındaki süit daireden Kâbe’ye bakıp umre yapan ve/veya hacı olanların, seni küçümsediğini gördüğüm zaman, sana öfke duydum; ama sevmekten vazgeçemedim… Senin paranı soymanın adını taahhüt koyup—üstüne üstlük-- sana küfür edenler; ’Türk yoktur’ diyebilen yüzsüzler karşısında, medenî ve hukukî hakkını kullanmadığın zaman, sana çok kızdım; sevgimin acısıyla ve kızgınlıkla, “Allah sana, Cumhuriyet savcısına gidecek güç ve idrak versin”  dedimse de,  seni uykularımda bile  ,  sevmeye devam ettim.
     Din, iman, ibadet adına sömürüldüğün, cehennem adına korkutulduğun zaman, cehaletine kızdım, sendeki korkunun kimleri dünyalıklı yaptığını kavrayamayışına ve/veya göz yumuşuna darıldımsa da, aşkım eksilmedi.
      Maddî veya idarî gücüne dayanıp sana eziyet, hatta zulüm edenler karşısındaki çaresiz öfkeni, bir küfür veya bedduada eriyen razı olmanı, üzülerek sevdim.
      Seni hırsları ile gülünç duruma düşürdüklerinde de, şarlatanlıklarıyla aptal yerine koyduklarında da, Ferhat’ça sına sevmeyi sürdürdüm.  Aynı insanla iki kere, bir de başkasıyla üçüncü kez evlendiğinde, şaşkınlık da, sersemlik de denebilecek bu yanlışını görmek/bilmek, benim dengemi sarstı, az daha, ağır bir bunalıma gireyazdım; o durumlarına rağmen, seni Mecnuncasına sevmekten usanmadım.
     Emperyalizm, senin atalar bilgisinden ve heyecanından uzaklaşıp, ifrat ve tefritle boğuşmanı planlamıştı, ısrarla uyguladı: Kızın veya oğlun senden farklı, torunun ise, çok farklı olduklarını sana yaşattıkları zaman, onların köksüzlüklerine tahammülünü ve sabrını sevdim. ‘Yoksulluk tanımasınlar!’ diyerek, yemeyip içmeyip çocuklarına, torunlarına yedirdin, giydirdin. Onların, bencilliklerle, biyolojik ve psikolojik hastalıklarla iç içe yaşadıklarını görüp, açıklama bulamadığındaki şefkat,  muhabbet, safiyet ve samimiyetini sevdim.
     Sen de biliyorsun: Bendeki sevginin mayası, ruh sadakati ve samimiyettir. Sen —kutsal bildiklerin aşkına-- beni şu üç silahtan biri ile vurma: Ruh sadakatsizliği, samimiyetsizlik ve nankörlük… Şefkat, merhamet ve ruh sadakatimin mayası, yaşama arzu ve umudumun taşıyıcı hücresi olan SEVGİMİ , bu zehirlerden biriyle öldürme, ne olur… Seni kıskanmama, korumama ve sevmeme karşı çıkma, ne olur!
      Seni, çaresiz; yoksul; seni, arkasız, mazlum ve makhur; seni, razı olmaya mahkûm anlarında gördüğümde ise, kendimi şöyle deyip avuttum:
     İki kanadı kırık bir kartal uçamaz, avlanamaz… Avcının, tuzağına düşen aslanın --erkek veya dişi— pençeleri kızgın demirle dağlanmışsa, kafeslenmişse, sevgilisine de, sevdiği yerlere de, özgürlüğe de, sadece rüyalarında ulaşacak, lâkin bedeni, kibirli bir zalimin emrinde olacak… Çaresizlik ve aczinden mutlaka kurtulacağına olan inanç ve umudunu koruması şartıyla, en büyük hekim olan zamanın geçmesi ve bedenen ruhen iyileşmesi için, sabredecek; zaman, şimdiki çaresize dostluk elini uzattığında da, özgüven duygusuyla, eli yakalayacak... Sonrasını bekleyip görelim: Yaralı kartalı ve zincirli aslanı küçümseyenler, kibirliler, gafiller, hainler ,bakalım yarın ne yapacaklar  ???
    Bilirim ki, seni en çok üzen, bunaltan, vatan konusundaki duyarsızlık; vatanı paylaştıklarının vatansever olmayışı… Senin ataların, vatanı ana bellemiş, uğrunda ölmeyi cennet/uçmak saymış insanlar idi. O ruhlar, tarihin ve toprağın ruhuyla bütünleştiler… Sen vatanseverliğin gereğini yapmayanlara, gafillere olan kızgınlığını, söze dönüştürüp boğazında düğümlenenleri—bir gün- şöyle haykırmak niyetindesin: Vatan ve millet için üretilen çözümler, bulunan çareler, benim aklıma ve gönlüme göre değil
      Sen biliyorsun şu hikmeti: Bölünmediğimiz, ayrışmadığımız, fitne ve nifakı önleyebildiğimiz sürece, sevmek bir nimet, huzur bir ödül, bütünlük bir hayırlı netice olacaktır… Allah’ın elçisinin “birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız.” hükmündeki hikmetin ilhamı ile tekrar edeyim ki, ben, seni seviyorum, seveceğim… Dinimizden olmayan bir yüce bilgenin, Halil Cibran’ın, elli yıla yakın bir zamandır ezberimdeki şu sözünü çığlığımın parçalarından sayar mısın?
    Bana kulak verirsen, sözlerde eriyen sesimi duyabilirsin; söyleyebildiklerimin içinden söyleyemediklerimi de duymayı becereceksen, bana kulak ver…”
     Beni şefkatsiz, merhametsiz, adaletsiz, samimiyetsiz ve akılsız bırakmadığı için, Allah’ımıza hamdediyor, şükrediyorum… Bencilliğin ve tatminsizliğin egemen olduğu dünyamızda, Allah’ım bana ve sana, kalb-i selîm, akl-ı selîm ve hiss-i selîm versin;  ayrışmacı münafıklardan, hâinlerden ve eşkıyadan emin eylesin… Amiiin…
     Hırs, haset ve kibir sahiplerinin saldırılarını da, sabrıyla ve özgüveniyle etkisizleştirdiği yalnızlığı da, ‘onun bir zaafını yakalamışlar’ diyebildiğim Brutüslükleri de tada gelmiş bir insan olarak fısıldayayım : Senin liyakatini bir kenara bıraktırıp benim duygu, düşünce ve hayalimi, senin sevginle bezediği için de, Allah’a hamdedip şükrediyorum…Benim gibi seni seven on binlerce kişi çığlık atıyor… Duyuyor musun?   
Sadık Kemal TURAL


* Bu metin, değerli romancı D. Kuveloğlu’nun ilettiği Joseph Stiglitz adlı bir bilge bilginin Ben Kapitalizm başlıklı yazının etkilerinin sonucudur (2-14 Aralık 2015).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder