19 Aralık 2015 Cumartesi

DOĞU CEPHESİ VE MUSTAFA KEMAL- 1 - Metin AYDOĞAN




Mustafa Kemal Diyarbakır’a geldiğinde, bir kolordu değil; açlık ve hastalıktan kırılan, sahipsiz, donanımsız ve “tarifi güç bir sefalet içinde” yaşamaya çalışan bir küme ordu artığı buldu. Enver Paşa’nın, felaketle sonuçlanan Sarıkamış serüveninden sonra, Doğu cephesi tümüyle savsaklanmış (ihmal edilmiş), topları ve işe yarar birlikleri başka yerlere çekilmişti. Sekiz bin kişilik bir birliğe yalnızca bin tüfek düşüyordu; asker, üniforma olarak giydiği paçavralar içindeydi. Sağlık örgütü yoktu; binlerce asker tifüs, dizanteri ve açlığın yol açtığı hastalıklardan ölmüştü, ölmeyi de sürdürüyordu.


Siyasi Oyunlar
Mustafa Kemal Çanakkale’den 10 Aralık 1915’te İstanbul’a geldi. Hasta ve yorgundu. Bir süre dinlenecek ve yeni bir görev alarak başka cepheye gidecektir. İstanbul’da, devlet katında beklemediği bir ilgisizlikle karşılaşır. Üst düzey yetkililer, Çanakkale’de savaşın yazgısını değiştiren komutan sanki o değilmiş gibi davranmaktadır. İttihatçıların ileri gelenlerinden Hariciye Nazırı Halil Bey, görüşmek için onu saatlerce bekletir.1
İstanbul’da, kendisiyle ilgili siyasi oyunlar dönmektedir. Çanakkale’deki başarısı ve yayılmaya başlayan ünü, Enver Paşa başta olmak üzere İttihat ve Terakki önderlerini rahatsız etmişti. Aydınlar ve özellikle genç subaylar üzerinde, büyük bir saygı ve hayranlık yaratmıştı. Yazı ya da yorumlarda adı, “İngiliz zaferini, son dakikada önleyen komutan”2 diye geçiyor, ondan “Çanakkale Boğazı ve Payitahtın kurtarıcısı” diye söz ediliyordu.3
Ordu ve aydınlar arasında yayılan saygınlığın halka yansımasını önlemek için, sansür kurulu, gazetelerde, “adından söz edilmesini, resminin basılmasını” yasaklamıştı.4 Ancak, gazeteciler, Çanakkale’deki “meçhul kahramanın”5 kim olduğunu bilmekte, onun peşine düşmektedir.
Adını, halk da duymaya başlamıştır. Yunus Nadi’nin başyazarı olduğu Tasviriefkar gazetesi, sansür yetkilisini kandırarak resmini basar. Ortalık karışır, yetkili “yukardan gelen bir emirle” üç gün hapis cezasına çarptırılır.6
Gazete ve dergiler o denli sıkı denetleniyordu ki, bir savaş kahramanı değil, sanki bir savaş suçlusuydu. Harbiye Nezareti’nin çıkardığı Harp Mecmuası’nda, “Çanakkale Kahramanı” diyerek resminin kapağa koyulduğu duyulduğunda, baskı durdurulmuş ve kapağa Halil Paşa’nın resmi konmuştu. Enver Paşa o günlerde, “başarı askerindir, kişileri sivriltmeye gerek yok” diyordu.7
Uyarılar, Öneriler
Yurt savunması için verilen ölümlerle dolu büyük bir savaşın “kutsal” ortamından, küçük hesaplarla dolu Bizans oyunlarının içine düşmüş, “eli kolu bağlı bir huzursuzluk içinde”8 annesinin evinde sağlığını düzeltmeye çalışıyordu. Ancak fazla duramadı ve arkadaşlarıyla görüşüp tartışmaya, yetkililerle bağ kurmaya çalıştı. Savaş’a ve geleceğe yönelik yorumlar yapıyor, önerilerde bulunuyordu. Çanakkale’deki başarısı, “gözlerini kamaştırmış değildi”.9 Herkesle konuşuyor, herkese ulaşmaya çalışıyordu. Savaş’ın “Türkleri felakete sürüklediğini”, Alman generallerin, “işleri daha da kötüye götürdüğünü” ileri sürüyordu.10 “ Öz konuşuyor ve her zaman doğruyu söylüyordu”.11
Hükümete, görüşlerini belgelerle destekleyen ayrıntılı yazanaklar (raporlar) yazdı. Komutanlar ve bakanlarla görüştü. “İşlerimiz kötü gidiyor, ülkenin geleceği tehlikede. Almanya ile ittifaktan ayrılmalı ve tek başına bir barış anlaşması yapılmalıdır... Harbiye Nezareti’nin bütün denetim aygıtları Almanların elindedir; bu önlenmelidir” diyor, söylediklerini yapmak için yetki ve sorumluluk almaya hazır olduğunu bildiriyordu.12
Söylediklerinin hiçbiri dikkate alınmadı. Alınmadığı gibi; soğuk davranışlar, bakan kapılarında bekletmeler ve gönülsüz dinlemelerle karşılaştı. Kimse gerçekleri duymak istemiyor, doğruları söylemek hoş karşılanmıyordu. Önerilerinin değerlendirilmesi bir yana, giderek daralan, çekinceli amaçlar içeren bir izleme altına alınmıştı.
Enver Paşa, onu, kendisine suikast düzenlediği gerekçesiyle idam ettirdiği Yakup Cemil’le ilişkilendirmeye çalıştı. Ancak, delil bulamadığı için bir şey yapamadı. Hiçbir soruşturma ve korkutma girişiminden çekinmiyor; çekememezlik, bilinçsizlik ve aymazlığa varan duyarsızlıklar karşısında öfkesini gizlemiyordu. “Bunların hepsi kör mü, yuvarlanmakta oldukları uçurumun nasıl farkında değiller, her şey bittikten sonra mı bana başvuracaklar” diyordu.13
Yeni Görev
İstanbul’un sıkıcı ortamından bunaldı. Fethi (Okyar) Bey ve kimi dostları, onu konuk etmek için çağırıyorlardı. Ocak 1916 başında Yaveri Cevat Abbas’a (Gürer), “Vatan tehlikede, en küçük bir müfreze komutanlığı bile verseler, kabul edeceğimi söyler, bana da hemen haber verirsin” diyerek Sofya’ya gitti.14 Birkaç gün sonra, Cevat Abbas Başkomutanlık’tan çağrıldı ve Mustafa Kemal’in Merkezi Edirne’de bulunan 16.Kolordu komutanlığına atanmasının düşünüldüğü, kabul edip etmeyeceği soruldu. Cevat Abbas, kendisine verdiği buyruğu iletince atama yapıldı. Durum kendisine iletildikten bir gün sonra İstanbul’a geldi.15
Birkaç gün içinde hazırlanıp yola çıktı ve 27 Ocak'ta Edirne'ye geldi. Çanakkale'den getirilen iki örselenmiş tümenle oluşturulmaya çalışılan 16.Kolordu'ya komutanlık yapacaktı. Ordu örgütlemek, eğitip savaşa hazırlamak onun işiydi ve 16.Kolordu'yu, 19.Tümen gibi kuracak, düzenleyecek ve cepheye götürecekti.
Edirne’de beklemediği bir coşkuyla karşılandı. Halk, Çanakkale’de yaptıklarını duymuş, genç yaşlı demeden onu karşılamak için “yollara dökülmüştü”. Yenilgiler içinde sürekli acı çeken, daha birkaç yıl önce işgal görüp Balkan felaketini yaşayan Edirneliler, onuruna düşkün bir ulusun insanları olarak, dünyanın en büyük gücünü dize getiren Selanikli Komutanı bağrına basıyordu. Genç kızlar atının boynuna “çiçeklerden çelenk geçiriyor”; ak yaşmaklarıyla gözyaşlarını silen yaşlı kadınlar, duygulu gözlerle, onu ve 12.Tümen’in askerlerini sevgiyle izliyordu. Savaş alanları dışında, komutan olarak halkla ilk karşılaşması, içten ve duygulu bir ortam içinde olmuştu.16
Doğu Cephesi
Edirne’de çok kalmadı. 22 Şubat 1916’da 16. Kolordu karargahıyla birlikte Doğu Cephesi’ne atandı; önce Kafkas Kolordu Komutanı, daha sonra, karargahı Diyarbakır’da bulunan 2.Ordu Komutanı oldu. “Sürgün anlamına gelen”17 bu atamayla öyle bir yere gönderilmişti ki “onu, başkentten daha fazla uzaklaştırmak mümkün değildi.”18
Enver Paşa, Edirne’de gördüğü ilgiden ürkmüş, önce terfisini geciktirmiş, sonra belki de kabul etmeyeceğini düşünerek, uzak bir yere atamıştı. Görevi kabul edince, gecikmiş terfisi, İstanbul’dan ayrıldıktan sonra yapıldı ve mirlivalığa (tuğgeneral) yükseldiğini, Diyarbakır’a geldikten birkaç gün sonra öğrendi (1 Nisan 1916).19 Enver Paşa, ona karşı olumsuz tutumunu, Başkomutanlık yetkisini elinde bulundurduğu 1918 sonuna dek sürdürecek, askerlik yaşamını bir ‘sinir savaşı’ durumuna sokacaktır.
Sefalet Ortamı
Diyarbakır’a geldiğinde, bir kolordu değil; açlık ve hastalıktan kırılan, sahipsiz, donanımsız ve “tarifi zor bir sefalet içinde”20 yaşamaya çalışan bir küme ordu artığı buldu. Enver Paşa’nın, felaketle sonuçlanan Sarıkamış serüveninden sonra, Doğu cephesi tümüyle savsaklanmış, topları ve işe yarar birlikleri başka yerlere çekilmişti. Sekiz bin kişilik bir birliğe yalnızca bin tüfek düşüyordu21; asker, üniforma olarak giydiği paçavralar içindeydi. Sağlık örgütü yoktu; binlerce asker tifüs, dizanteri ve açlığın yol açtığı hastalıklardan ölmüştü, ölmeyi de sürdürüyordu.22
Doğu cephesindeki yoksunluk üst düzeydeydi ama bu durum, 2.Ordu’yla sınırlı olmayan genel bir durumdu. Osmanlı İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı boyunca 2 milyon 850 bin kişiyi silah altına almış, Mondros Mütarekesi sırasında, elinde yalnızca 560 bin kişi kalmıştı.23 Bu büyük insan yitiğinde, hastalık ve açlık önemli bir yer tutuyordu. Ülke gerçekleriyle çelişen, emperyalist bir savaşa bulaşılmış; toplum, kaldıramayacağı bir yük altına sokulmuştu.
Başta ordu olmak üzere, halkın en temel gereksinimleri en alt düzeyde bile karşılanamıyordu. Cephelerdeki insan yitiğinden ayrı olarak; yoksulluk, açlık ve sayrılık (hastalık), Anadolu insanını adeta tüketiyordu. On iki milyonluk Anadolu’da, eli silah tutan hemen tüm erkek nüfus askere alınmıştı. Bu da nüfusun dörtte birinin savaşa sürülmesi demekti ve böyle bir oran savaş tarihinde belki de yoktu. Zorunlu askerlik yaşı, alttan 17’ye düşürülmüş, üstte 55’e çıkarılmıştı.
Ordu, Mustafa Kemal’in tanımıyla, “17-20 yaşındaki kavruk çocuklarla, 45-55 yaşındaki işe yaramazlara (amelimanda) kalmıştır”.24 Benzer saptamaları yabancılar da yapıyordu. İngiliz gizmeni (ajanı) Albay Lawrence’ın görüşlerini aktaran, 3 Kasım 1919 tarihli bir Amerikan istihbarat belgesinde: “Şu anda Türkiye yorgun düşmüş durumdadır. Anadolu’daki Türk nüfus 7 milyondan fazla değildir. Bunlardan ancak 350 bini asker olabilir. Bu da, onların 7 yıl gibi bir süre için askere alma yöntemlerinden ileri gelmektedir. Ordu, hastalıklar ve doğal olmayan koşullar nedeniyle çürümüştür. Doğum oranı çok düşüktür” deniyordu.25
İkinci Düşman; Sayrılık
Trabzon’daki Alman Konsolosu Dr.Bergfeld, 2 Mart 1915 tarihli yazanakta, “Şehrin bütün hastaneleri lekeli tifüs hastalarıyla doludur. Bulaşıcı hastalık, bir afet durumunu almıştır. 900-1000 kadar hasta askerden, her gün 30-50 kişi ölmektedir”der.26
Kızılhaç doktorlarından Colley ve Zlosisti, 3 Mart 1915’te Erzincan’dan yolladıkları yazanakta şunları söyler: “Tesis ve malzeme eksikliği nedeniyle tedavi yapılamamakta, Türk ve Alman hasta askerler, görülmemiş derecede bir hızla ölmektedirler”.27 Harput’tan (Elazığ) bir doktor, 24 Aralık 1916 tarihli notlarında “Buraya getirilen hastalar cidden acınacak durumdadır. Kirli ve bitli olmaları bir yana, daha kötüsü açlıktan ölmek üzeredirler. Aylık ortalama ölü sayısı 900 kadardır”28 derken, bir Alman doktor; “zayıflamış ve güçten düşmüş insanların, ne ölçüde dayanıksız oldukları, en basit olaylarda bile görülüyor. İnsanları ameliyat etsek ölüyorlar, ameliyat etmesek yine ölüyorlar” diyordu.29
Orduya Çekidüzen
Zaman yitirmeden, elindeki birlikleri yerel olanaklarla düzenlemek ve savaşa hazırlamak için bir şeyler yapmaya girişti. Burada, ilerde birlikte Kurtuluş Savaşı’na girişeceği iki yetenekli yardımcı, İsmet (İnönü) ve Kazım (Karabekir) Beylerle çalıştı.30
Birliklerin askeri eğitimini düzene sokmak ve askerin temel gereksinimlerini karşılamaya çalışmakla işe başladı. Levazım örgütünü denetim altına aldı, hırsızlıkları önledi; hekim ve ilaç buldu, sağlık koşullarını iyileştirdi. Yitirilmiş olan sıkıdüzeni (disiplini) yeniden kurdu. Yoğun ve yorucu çabalardan sonra, birlikleri savaşabilecek duruma getirdi.
1916 baharında başlayan Ermeni destekli Rus saldırısında, yaptığı iyileştirmelerin sonucunu aldı. Saldırıyı durdurdu ve Rus birliklerinin, Osmanlı Ordusu’nun “en önemli garnizonunun” bulunduğu Diyarbakır’a girmesini önledi.31 Van, Muş ve Bitlis’i geri aldı.32
Her zaman olduğu gibi burada da, askerin içinde, kimi zaman önünde savaşa katılmıştı. Kozmo Dağı saldırısında, çatışmanın en yoğun olduğu yerde, süngü savaşının içindeydi. Lord Kinross, Atatürk adlı yapıtında bu savaşı şöyle anlatır: “Bir ara askerleriyle birlikte, çevresini neredeyse bütünüyle kuşatan bir ‘süngü ormanı’ arasında, büyük bir piyade kuvvetine karşı göğüs göğüse dövüşmek zorunda kaldı. Soğukkanlılığı ve kendi süngüsünü bütün gücüyle kullanması sayesinde, bu çarpışmadan sıyrıldı ve böylelikle olası bir ölümden ya da tutsaklıktan kurtulmuş oldu”.33
Doğudaki Tek Yengi (Zafer)
Rus saldırısının durdurularak üç büyük ilin kurtarılması, Doğu cephesinde, “birbirini izleyen yenilgiler içinde” “tek Türk yengisi” ydi.34 Ordu örgütleme ve savaştırma konusundaki yeteneğini, burada da göstermiş ve içinde bulunduğu olanaksızlıklara karşın başarılı olmuştu. Başarısına karşılık, “Altın Kılıç” madalyasıyla ödüllendirildi ancak hemen ardından, Batum üzerine yürümeye hazırlanırken, İstanbul’dan Suriye’ye hareket etmesini isteyen ivedi koşullu bir buyruk aldı.35
Aynı gün, komutayı Kazım Paşa’ya (Karabekir) devretti. Enver Paşa, bu kez Doğu Cephesi’ndeki başarısından rahatsız olmuştu. Onu önce 2.Kolordu Komutan Vekilliği’ne, hemen sonra Hicaz’la (Arabistan Yarımadası batı bölgesi) Diyarbakır arasında görev yapacak Hicaz Kuvve-i Seferiyesi (Hicaz Gezici Ordusu) komutanlığına atadı.
 DİPNOTLAR

1              “Tek Adam” Ş. S. Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., 1983, sf.281-282
2              “Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.70
3              a.g.e. sf.70
4              “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İstanbul-1998, sf.73
5              a.g.e. sf.75
6              a.g.e. sf.75 ve 77
7              “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.276
8              “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.127
9              a.g.e. sf.127
10         a.g.e. sf.127
11         General Hans Kennengiesser; ak. Osman Pamukoğlu, “Ey Vatan” İnkilap Yay., İstanbul-2004, sf.29
12         “Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Yay., Ankara-1997, sf.120
13         a.g.e. sf.120
14         “Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İstanbul-1998, sf.85
15         “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt., Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.278
16         a.g.e. sf.85
17         “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.128
18         “Mustafa Kemal” Benoit Mechin, Bilgi Yay., Ankara-1997, sf.121
19         “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.129
20         “Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.74
21         “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.128
22         “Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.75
23         “Enver Paşa” Ş. S. Aydemir, III.Cilt, Remzi Kit., İst.-1978, sf.98
24         “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, III.Cilt, İst. Mat.-1974, sf.952
25         “Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları” Orhan Duru, T.İş Ban.Kültür Yay., İst.-2001, sf.62-63
26         “Türkiye’de Beş Yıl” L.Von Sanders, I.Cilt, Cum. Kit., İst-1999, sf.70
27         a.g.e. sf.70
28         “Milli Kurtuluş Tarihi” D.Avcıoğlu, III.Cilt, İst. Mat.-1975, sf.950
29         a.g.e. sf.950
30         “Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001, sf.75
31         “Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyetin Doğuşu” Dietrich Gronau, Altın Kit., 2.Bas., İst.-1994, sf.107
32         a.g.e. sf.77
33         “Atatürk” L.Kinross, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.130
34         a.g.e. sf.131
35         “Kurt ve Pars” Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İstanbul-2001, sf.77

“Ulusal Eğitim Derneği Isparta Şubesi “CUMARTESİ SÖYLEŞİLERİ” etkinliğimiz sürmektedir.”



Bulgar devrimci Dimitrov "Öğrenmek gerekli yoldaşlar. Her zaman, her adımda, mücadele sürecinde, içerde ve dışarıda hep öğrenmek, öğrenmek, öğrenmek ve savaşmak, savaşmak ve öğrenmek." (Dimitrov. Kadrolar üzerine) diye yazar.
Gerçekten de ülkemiz, okumanın, araştırmanın, incelemenin, tartışmanın ve “ortak akıl” üretmenin her zamankinden daha fazla kendini dayattığı bir süreçten geçmektedir.
Çünkü Ülkemiz ve ulusumuz yoğun bir karşı devrimci saldırı altına sürüklenmiştir.. Öyle ki Türk devrimine, Kemalist Cumhuriyete karşı 1925’lerde Şeyh Said isyanını çıkartan, 1930’da Kubilay’ı katleden dinci faşist zihniyet 2002 de iktidara kadar tırmanabilmiştir.
2015’li yıllarda ise Kemalist Cumhuriyetin tüm kurumlarında egemenliği ele geçirmiş gözükmektedir.
Karşı devrimciliğin bu denli güçlenebilmesini yalnızca onun kendi iç dinamiklerine, halkımızın gerici, dinci propagandaya kolay inanması vb. gerekçeler üreterek Kemalistlerin kendilerini “aklamaya” yönelmesi tam bir aymazlıktır.
Elbette bu etkenler var. Ancak kanımızca en büyük etken, kendisini Kemalist, yurtsever, devrimci, Atatürkçü, solcu olarak tanımlayan ve gerçekte ulusun ezici çoğunluğunu oluşturan topluluğun “Türk devrimini” korumak ve sürekliliğini sağlamak için Dimitrov’ un söylemi ile “Her zaman, her adımda, mücadele sürecinde, içerde ve dışarıda hep öğrenmek, öğrenmek, öğrenmek”, gerekliliğini göz ardı etmeleri ve bağlı olarak “ortak akıl” üretme, örgütlenme konusunda gerekli çaba ve gayreti hep bir başkalarından bekler duruma sürüklenmeleridir.  
Türk devrimini, Cumhuriyet ve devrimleri koruyup, savunmak ve geliştirmek için öncelikle onun ne olduğunun bilinip, anlaşılması gerekmektedir. Çünkü bilinmeyen bir şeyin korunması, savunulması ve geliştirilmesi düşünülemez.
İşte bu nedenlerle Ulusal Eğitim Derneği Isparta Şubesi olarak geçen yıl başlattığımız “CUMARTESİ SÖYLEŞİLERİ” etkinliğimiz bu yıl da sürmektedir.
Bu etkinlik kapsamında 19 ARALIK 2015 Cumartesi günü Saat 14.00 de SDÜ Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enst. Öğr. Görv. Sn. Barçın KODAMAN’ın sunumu ile “KUBİLAY’I KİMLER NİÇİN KATLETTİ?” başlığı altında Menemen olayı ve Örgütlü irticayı tartışıp söyleştik.
Devrim şehidimiz Uğur MUMCU’nun çok güzel özetlediği “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmayacağı”nın bilincinde olan dostlarımızı, her 15 günde bir düzenlediğimiz “Cumartesi Söyleşileri” etkinliğimizde aramızda görmekten mutlu olacağız..
YÖNETİM KURULU ADINA :                                                             Mahmut  ÖZYÜREK
Ulusal Eğitim Derneği
Isparta Şube Başkanı 







17 Aralık 2015 Perşembe

ARŞİV BELGELERİYLE MENEMEN OLAYI




23 Aralık 1930 günü sabahı Menemen de meydana gelen olaylarda Yedek Subay Mustafa Kubilay şehit edilir. Olaydan sonra, Menemen Cumhuriyet Savcısı, Savcı Yardımcısı ve Hükûmet Tabip Vekilinin hazırladıkları raporda, ürpertici bir durum tespit edilir. Gazez Camisi girişinin sol tarafındaki bahçede arkası ustu yatık, sağ tarafında kasaturası kınından çekik bir halde, elbiseleri kanlı, başı boynundan ayrılmış ve etrafındaki toprakta çok fazla kan lekeleri bulunan, tahminen 25 yaşlarında, üzerinde haki renkte askerî elbise olan; orta boylu, kumral benizli, saçları az ağarmış cesedin, Menemen de 43 ncu Alay 1 nci Tabur 3 ncu Bölük Takım Komutanı Yedek Subay İzmirli Hüseyin oğlu Kubilay olduğu anla silmiştir. [1]
Yedek Subay Mustafa Fehmi Kubilay in nasıl öldürüldüğünü de olayın görgü tanıklarından, Menemen deki telgraf memuru Nail Bey, şöyle anlatmaktadır. Kubilay Bey in kumandasında bir müfreze geldi. Müfreze komutanı evkaf kahvesi önünde askerî durdurup sungu tak emrini vererek, kendisi şakilerin yakasını tuttu. Asker sungu takti. Onlar dönmelerine devam ediyorlardı. Maarif kahvesinin önündeki büyük ağacın hizasına geldiler. Diğer arkadaşı bunları o vaziyette görünce, Kubilay Bey i arkasından bir silahla vurdu. O anda yere düştü. On beş saniye kadar yerde kaldıktan sonra, kalkıp doğruca cami tarafına koştu. Bir kısım halk bunu görünce dağıldı. Telgrafhaneye de bir kısmı girdi. Onları dışarı çıkarttım. Bu sırada adamlardan ikisi kayboldu. Biz kaçtıklarını zannettik. Biraz sonra saçından tutulu olduğu halde, zavallı Kubilay Bey in kesik kafasını getirdiklerini gördük. Ellerinde sancağın ucuna kafayı geçirirlerken bir şeyler söyleyerek eğildiler. Kesik başın, elektrik direğine bir kırmızı kuşakla bağlandığını gördüm. Kubilay Bey in başı asili olduğu halde meydanda dönüyorlardı. [2]
Tarihe Menemen Olayı diye gecen bu eylemin sıradan bir cinayet değil, bilinçli bir hareket olarak uygulamaya geçirildiği yapılan araştırmalarla ortaya çıkmıştır. Eylemciler bir hazırlık safhasından sonra eylemi gerçekleştirmişlerdir.
Eylemin elebaşı ve Yedek Subay Mustafa Kubilay in başını keserek öldüren Giritli Hasan oğlu Mehmet, Osman oğlu Samdan Mehmet, Hasan oğlu Sütçü Mehmet, Emrullah oğlu Mehmet, Nalıncı Hasan ve Çakır oğlu Ramazan eylemci grubunu oluşturmaktadır.
Eylemcilerin hepsi Manisa da ikamet etmektedirler ve Nakşi tarikatıyla bağlantıları vardır. Onları bu tarikata sokan ve eğiten, Manisa Askerî Hasta hanesi imamlığından emekli İbrahim Hocadır. İbrahim Hoca da İstanbul Erenköy de Sevki Pasa köşkünde oturan Şeyh Esat a bağlıdır. İbrahim Hoca halifeler halifesi olarak, tarikatın etki alanının genişletilmesinden ve yaygınlaştırılmasından sorumludur.
İbrahim Hocanın ifadesine göre, tekkeler yasaklanmadan önce Şeyh Esat in tahminen yirmi bin civarında müridi vardır.[3] Manisa'daki müritlerin sayısı sorulduğunda ise İbrahim Hoca hiddetlenerek cevap vermem demiş ve hiçbir seklide açıklama yapmamıştır.[4]
İbrahim Hoca’nın, Şeyh Esad la ilişkisi, Şeyh Esad in yazdığı mektuplarda da açıkça bellidir.[5] İbrahim Efendi'nin adresini sormuş idiniz. Manisa da Askerî Hastahane imamı İbrahim Efendi ye yazmalısınız. Bir aydan fazla bu tarafta kaldılar. Ba de (daha sonra) mahall-i memuriyetine (görev yerine) avdet ettiler (geri döndüler). Musarunileyh (kendisi) gayurdur (çalışkandır). [6] Yine bir başka mektubunda da İbrahim Hoca şimdi buradadır. Hastahane de olduğu rahatsızlığı mundefi olmuştur (geçmiştir). Diye bilgi verir.[7]
İbrahim Hoca da ifadesinde bu bağlantısını şöyle açıklar. İlk tarikata intisabım on iki sene evveldir. Nakşibendi’dir. Şeyhim İsmail Necati idi. Bab-i ali de oturuyordu. Tekkesi vardı. Olmuştur. Ondan bir sene sonra tahminen o zaman Çapa da tekkesi bulunan Şeyh Esat Efendi'nin zikrine gittim ve ona bağlandım. Yani benim hocam oldu. Yirmi bir senedir tarikatın imamıdır. [8]
İbrahim Hoca’nın faal bir eleman olduğu da yine Şeyh Esad in bir mektubunda açıkça görülmektedir. Sarıyer’de Kaymakamlık açılıyormuş. Müftülüğü için, İbrahim Efendi vasıtalara ve muhiplerimize müracaat etmektedir. [9]
Şeyh Esad in oğlu (halife) Mehmet Ali de İbrahim Hoca’nın bağlantısını açıkça ifade eder. Kendisi pederimin on senelik dervişlerindendir. Surdan buradan hiç tanımadığımız adamları ziyaret maksadıyla bana ve pederime getirirdi. [10]
Şeyh Esad in müritlerinden Hüsnü Efendi, daima sözünden ve nasihatinden ilham alarak kendisini şeyhe bende (kul) eden kişileri sayarken ilk isim olarak İbrahim Hoca’yı belirtir.[11]
İbrahim Hoca’nın Manisa da görevli iken merkeze bağlı Horoz köy de yoğun faaliyetleri vardır. Burada ikamet eder, cami yaptırır, tarikata adam kazandırma çalışmalarını sürdürür, vaaz verir.[12] Hoca köyümüzde oturduğu sırada Cuma günleri ve bazen hafta aralarında ve bazen da kendisi ne zaman isterse o vakit koy camisinde vaaz verirdi. Köyde bulunduğu bir gün ikindi namazı sırasında camide vaaz etmeye başladı. Hoca, Şapka giyen gâvurdur. Biz gâvur olamayız. Rakı içen ve yalan söyleyenler de gâvurdur. Diye söyleniyordu. [13]
İbrahim Hoca bu köyde özellikle ileri gelenlerle $iki ilişkiler kurar.[14] Düzenli ve gizli bir bağlantı mevcuttur. Tarikata kazandırılanlar buradakilere (İbrahim Hocaya) ve buradakiler de İstanbul’dakilere tabidirler. [15]
Erenköy de köşkte oturan Şeyh Esat i ziyaret edenler dönüşte propaganda yaparlar. Köşkün tertibatını ve orada gördükleri intizam ve kendilerine yapılan rağbeti ve oradaki ibadet ve şeyhi ziyaret tarzını oraya gidip gelenler anlatmakla bitiremezler. [16]
İbrahim Hoca’nın etkinliğini ve kandırılmış kişiler üzerindeki etkisini şu sözler ortaya koymaktadır. Hoca İbrahim Efendi köyde şeyh olarak tanınmıştır. Bazı kimseler, buna çok hürmet ederler. Hatta bir gün ihtiyar heyetinin dairesinde otururken, bu adamın dolandırıcı olduğunu söyledim. Orada bulunan ve İstanbul a gidenlerden Osman Çavuş üzerime yürüdü Bu adam peygamber gibi bir zattır. Sus ismini ağzına alma. Ağzını üç defa zemzem suyu ile yıka da öyle ismini şöyle dedi ve silah çekecek bir vaziyete geldi. [17]
Menemen deki olaydan iki ay önce, İbrahim Hoca Manisa ya gelir.[18] Kandırılmış kişilerin ağzından dökülen şu sözler, meselenin ne kadar farklı bir mecrada seyrettiğini ortaya koymaktadır. Araplıkla beraber sultanlık ve Sultan Hamid in oğlu gelecek. Tekkeler kapandı ama açılacak ve serbest olacak. Kılıçlarımız gelecek kesecekler. Fes giyilecek. [19] Biz, fes giymek istiyoruz. Müslümanlık istiyoruz. [20]
İbrahim Hoca, Manisa ya geldiği zaman birçok kişi onu ziyaret eder.[21] İbrahim Hoca’nın çok yakını olan Osman Çavuş İnşallah reis-i cumhuru gebertirler de rahat yüzü görürüz, fes giyeriz. Demekten çekinmez.[22] İbrahim Hoca Osman Çavuşun kendisiyle olan bağlantısını ifadesinde teyit eder. Tekaüt (emekli) edildikten sonra İstanbul a gittim. Orada ikamet etmeye başladım ve İstanbul da iken bir defa Cemal ve bir defa Osman ve bir defa da tabur imamı İlyas Efendi den mektup aldım. [23]
Aşağıda ayrıntılı olarak görüleceği gibi, Menemen Olayının kilit isimlerinden ve eyleme bizzat katılan Nalıncı Hasan, Şeyh Esat i ziyaret etmek üzere İstanbul a gittiği zaman, İbrahim Hocayla buluşur. İbrahim Hoca da bunu açık açık anlatmaktadır. Bir sene evvel Manisalı basmacı Osman Efendi ile Nalıncı Hasan i Esat Efendi'nin evinde gördüm ve hep beraber bir odada oturduk ve bir gece beraber kaldık ve yanımıza kimse gelmedi, o gece yattık, sabahleyin Esat Efendiyi ziyaret ettik... Haseki civarında bulunan Hoca Esat in oğlu Ali Efendi'nin evine gittim. Osman Efendi ve Nalıncı Hasan ile orada hepimiz birleştik ve dördümüz oturduk... Bir veyahut iki gün sonra Osman Efendi ile Nalıncı Hasan bizim eve geldiler. Bir gece kaldılar ve sabahleyin gittiler. [24]
Menemen Olayında adi geçenlerden Saffet Hocanın, elebaşı eylemci mehdi Mehmet le ilişkisini de Nalıncı Hasan şöyle anlatır. Bu olaydan 4 ay evvel Manisa da Belediye çamlığı içinden geçerken sağ istikamette Saffet Efendi ile bu mehdi Mehmet karşı karşıya gelmişler. Çömelmek suretiyle oturarak yekdiğeriyle görüştüklerini gördüm. Bu sırada, mehdi Mehmet beni yanlarına çağırdı. Ben de çömeldim. Mehdi Mehmet bana bir sigara verdi. Ben sigarayı henüz içerken, bana Galiba gideceksin dedi. Ben, Evet diyerek yanlarından ayrıldım. Bu vaziyetlerinden şüphe ederek, Çamlık aralarından yani arkadan bir saat kadar tarassut ettim (gözetledim). Bunlar bu suretle görüştüler. [25]
Temas bununla kalmaz. Bir sure sonra Menemen e gelen Nalıncı Hasan, Manisa ya dönerken, Saffet Hoca, mehdi Mehmet e yazdığı bir mektubu götürmesini ister. Nalıncı Hasan bu mektubu mehdi Mehmet e ulaştırır. Mektup Farsça yazılmıştır ve içeriğini soran Nalıncı Hasan a bir bilgi vermez.[26] Olayın meydana geldiği gün, mehdi Mehmet le Saffet Hocanın Menemen deki karşılaşmaları da aşağıda ayrıntılı olarak görüleceği gibi aradaki ilişkiyi açıklayıcı mahiyettedir.
Menemen Olayı, 23 Aralık 1930 tarihinde gerçekleşmiştir. Eylemciler, bu tarihten önce belirli bir hazırlık yapmışlar ve daha sonra eyleme geçmişlerdir.
Eylemcilerden mehdi Mehmet, Samdan Mehmet, Sütçü Mehmet, Emrullah oğlu Mehmet Emin, Ali oğlu Hasan, Nalıncı Hasan, Topçu Hüseyin, Süleyman Çavuş, Çakır oğlu Ramazan, Çırak Mustafa, Hüseyin oğlu Ali, önce bir esrarkeş kahvesinde daimi surette toplanarak orasını tekke haline getirirler[27] ve daha sonra da Tatlıcı Hüseyin in Manisa'daki evinde dört gün suren bir toplantı yaparlar.[28] Gerçekleştirilecek eyleme ilişkin görüşme yapılır ve silah tedariki kararlaştırılır. Giritli İsmail ve bıçakçı Hacı Mustafa'dan birer silah alınır.[29] 7 Aralık günü mehdi Mehmet, Sütçü Mehmet ve Samdan Mehmet aldıkları silahlarla Paşa köy e giderler.[30] Ertesi gün de Ali oğlu Hasan, Nalıncı Hasan, Çakır oğlu Ramazan Paşa köy e ulaşırlar. Paşa köy de üç gün kaldıktan sonra, Manisa’nın kuzey doğusunda yer alan Yağcılar köyüne uğrar ve burada yedi gün kalırlar.[31] Ardından o gece yarısı eylemciler, Bozalan a hareket ederler. [32]
Bozalan a doğru giderlerken, mehdi Mehmet, iki günden beri mehdiliğini ilan ettiğini, Menemen de bunu halka açıklayacağını, söyler. Nalıncı Hasan da Menemen deki bir camiden sancak alabileceğini belirtir ve uzun bir yürüyüşten sonra Bozalan koyu yakınlarına gelirler.[33] Dinlenmek için yatarlar ve bu sırada Çakır oğlu Ramazan kaçar.
Eylemcilerden mehdi Mehmet, buradan halka kendisinin mehdi olduğunu ve kendilerine iltihak etmelerini telkin eder. Manisa'dan ayrılmalarından sonra gecen on beş gün boyunca eylemciler bu köylerde propaganda faaliyetlerinde bulunurlar.[34] Bu sure içinde bir kısım halkı etkilerler ve yardım görürler.[35]
23 Aralık 1930 günü eyleme geçilmesi kararlaştırılır ve eylemciler başlarında mehdi Mehmet olmak üzere Menemen e sabah ezan vakti gelip Müftü camisine girerler. Camide bulunan sancağı alıp mehdi, halkı kendilerine katılmaya davet eder ve şunları söyler. Taraf-i ilahiden geliyoruz. Şeriat istiyoruz. Askerin kılıç ve kursunu bize islemez. Herkes bu bayrağın altından geçecektir. Geçmeyenleri kılıçtan geçireceğiz. Bugün zeval (öğle) vakti yetmiş bin kişi bize yardıma gelecektir. [36]
Kendilerine katılan grupla birlikte eylemciler, sokaklarda dolaşıp herkesin dükkânlarını kapayarak peslerinden gelmelerini söyleyerek yürüyüşe geçerler. Saffet Hocanın evinin önünden geçerlerken o da evden çıkar ve grubun arkasından yürür.[37] Mehdi Mehmet, Saffet Hocaya karşı saygıda kusur etmez. Bir sure sonra Saffet Hoca gruptan ayrılır ve meseleden hiç haberi yokmuş gibi tekrar evine döner ve pencereleri kapatır.[38] Eylemcilerin bulunduğu grup Belediye binasının önüne kadar gelir. Kalabalık artar. Mehdi Mehmet kendisinin mehdiliğine ve şeriatı yerine getireceklerine dair halka hitap eder.[39]
Eylemi haber alan Jandarma Bölük Komutanı topluluğun bulunduğu alana gider ve eylemcilere dağılmalarını söyler. Mehdi Mehmet, Ben mehdiyim. Şeriatı ilan ediyorum. Bana kimse mukavemet edemez. Diye cevap verirken, kalabalıktan alkışlar yükselir.[40] Herhangi bir üzücü olaya meydan vermemek için, Bölük Komutanı hükûmet binasına gelerek 43 ncu Piyade Alayından takviye kuvvet ister.
Bu sırada Alay Komutanlığında eğitime çıkmak üzere hazırlanan Yedek Subay Mustafa Kubilay a bir müfrezeyle olay yerine gitmesi emredilir.[41] Cephane almadan hemen hareket eden müfrezeyi, Yedek Subay Mustafa Kubilay, halkla bir çatışmaya meydan vermemek için askerlere sungu taktırarak alandaki kahvenin önüne bırakır ve kalabalığa hitap eden eylemcilerin yanına gider. Mehdi Mehmet in yakasından tutarak silahını teslim etmesini ister.[42] Eylemcilerin arasından ateş açılır ve Mustafa Kubilay yaralanır.
Yaralanan Mustafa Kubilay hemen yakındaki caminin avlusuna doğru koşar. Bu sırada bir el daha ateş edilir ve Mustafa Kubilay avluda yere düşer. Cephaneleri olmayan müfrezedeki askerler geri çekilirler. Mustafa Kubilay in düştüğünü gören mehdi Mehmet, yanındakilerden birisinin bıçağını alarak avluya gider. Yerde yatan ve henüz ölmemiş olan Mustafa Kubilay i sürükleyip, bir ayağı ile vücuduna basmak suretiyle yüzüstü yatırıp bıçakla boynundan keserek, başı alır ve saçlarından tutarak tasa vurduktan sonra meydana tekrar donup, camiden aldıkları sancağın ucuna geçirir.[43]
Sancağı ucunda takılı basla birlikte orada bulunan elektrik direğine bağlayarak halkı tam anlamıyla etkilemek isteyen eylemcilere, Kamil adli bir kişi nasıl yardım ettiğini şu sözlerle anlatmaktadır. O gün ben evvela evime gidip korkmamalarını söyledim. Sonradan ikinci defa bunların yanına gelip halkın arasına karıştığımda, biraz evvel ellerinde getirdikleri zabitin (subayın) kafasını sancak ağacının ucuna geçirdiler. Sancağı oradaki direğe bağlamak için ahaliden ip istediler. Ben, derhal koştum, dükkânımdaki küçük bir ipi alıp silahlılara verdim. Bu iple zabitin başı bulunan sancağı direğin yanına dikip bağladılar. [44]
Bu sırada Alaydan gönderilen kuvvetler olay yerine yetişirler. Eylemcilerin ateş açması üzerine çatışma çıkar. Bekçi Hasan ve Bekçi Sevki şehit olurlar.[45] Eylemcilerden mehdi Mehmet, Samdan Mehmet ve Sütçü Mehmet ölü, Emrullah oğlu Mehmet Emin yaralı olarak ele geçirilir. Kargaşadan yararlanarak kaçan Nalıncı Hasan ile Ali oğlu Hasan da ertesi gün Manisa da yakalanırlar.[46]
Olayın hemen ardından güvenlik güçleri tedbirler alır. Sıkıyönetim ilan edilir. Olaylar sırasında ihmali görülen kamu görevlileri hakkında yasal işlem yapılır görevden el çektirilir.[47] Geniş çaplı soruşturmalar yapılır ve olaya karışanlar, azmettiriciler tutuklanırlar ve yargılanırlar.[48] Eylemle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını zorla kaldırmaya teşebbüs ve yardım edenler[49] yargılamalar sonucu 32 kişi idam, 73 kişi de çeşitli hapis cezalarına çarptırılır.[50]
Sıkıyönetim Komutanı Tümgeneral Mustafa Muğlalı, Menemen de meydana gelen olaylarla ilgili olarak Başbakanlığa ve Genelkurmay Başkanlığına gönderdiği raporlarda önemli tespitler yapar. Bu vak a dört beş serseri tarafından adî bir vaka olarak kabul edilmemelidir. Bu olayı meydana getirenler sabırsız ve acele davranarak bu isin ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır. Bu hususta, memleketimizde gizliden gizliye çalışan ve bir teşkilat meydana getiren hain eller bulunduğu mutlaka dikkate alınmalıdır. [51]
Menemen de gerçekleştirilen eylemin sıradan bir olay olarak geçiştirilemeyeceğinin en önemli kanıtı da, ATATURK un 28 Aralık 1930 tarihinde, Türk Silahlı Kuvvetlerine gönderdiği başsağlığı mesajıdır.
Menemen de yakınlarda meydana gelen gericilik girişimi sırasında Yedek Subay Kubilay Beyin görevini yaparken öldürülmüş olmasından dolayı Cumhuriyet ordusuna başsağlığı dilerim. Kubilay Beyin şehit edilmesinde gericilerin gösterdiği vahşilik karşısında Menemen deki halktan bazılarının alkışla onaylamaları, bütün cumhuriyetçi ve vatanseverler için utanılacak bir olaydır. Vatani savunmak için yetiştirilen, içteki her politika ve ayrılığın dışında ve üstünde saygın bir konumda bulunan Türk subayının, gericiler karşısındaki yüksek görevinin yurttaşlar tarafından yalnız saygıyla karşılandığına kuşku yoktur.
Menemen de halktan bazılarının hataları bütün millette acıya sebep olmuştur. Saldırının acılığını tatmış bir kesime genç ve kahraman Yedek Subayın uğradığı saldırıyı, milletin bizzat Cumhuriyet e karşı bir öldürme girişimi olarak kabul ettiği ve cüretkârlarla, destekçileri, ona göre takip edeceği kesindir. Hepimizin dikkati bu sorundaki görevlerimizin gereklerini duyarlılıkla ve gerektiği bicimde yerine getirmeğe yöneliktir.
Büyük, ordunun kahraman genç subayı ve Cumhuriyetin idealist öğretmenler topluluğunun değerli üyesi Kubilay in temiz kani ile Cumhuriyet, hayatını tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır. [52]

[1] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.:135; D.:1; F.:1-1
[2] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:2-535
[3] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:2-272/273
[4] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:2-273
[5] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:5; F.:3-62
[6] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:4; F.:3-10
[7] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:4; F.:3-5
[8] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:2-272
[9] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:4; F.:3-12
[10] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:8; F.:1-101
[11] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:11; F.:2-69
[12] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:8; F.:1-32
[13] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:8; F.:1-30/31
[14] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:8; F.:1-20/21-26
[15] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:8; F.:1-23
[16] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:8; F.:1-24
[17] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:8; F.:1-26/27
[18] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:8; F.:1-29/32
[19] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:8; F.:1-36/37
[20] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:8; F.:1-38-44-45
[21] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:8; F.:1-41
[22] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:8; F.:1-45
[23] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:2-257
[24] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:2-260/261
[25] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:1-267/268
[26] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:1-268
[27] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:1-15/1-18
[28] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:2-409/2-63
[29] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:10; F.:1/124/2-64
[30] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:2-409/2-63; D.:10; F.:1-124
[31] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:1-13
[32] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:2-410
[33] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:2-263/410
[34] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:1-48
[35] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:2-519/2-500
[36] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:1-49
[37] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:2-241
[38] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:2-241
[39]ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:1-13
[40] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:2-414
[41] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:1-50
[42] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:1-51
[43] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:1-51/2-414/1-14;
D.:2; F.:2-535
[44] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:2-520
[45] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:2-418
[46] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:2-415/1-14/1-52
[47] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:1-54/ D.:10; F.:1-129
[48] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:4; F.:1-41/53
[49] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:4; F.:1-41
[50] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:1-125
[51] ATASE Arşivi, CDI Koleksiyonu; Kls.: 135; D.:1; F.:1-18
[52] ATATURK un Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Ank.2006, s.608