16 Mayıs 2014 Cuma

İÇERDEKİ YAKLAŞIK 450 İŞÇİNİN ARTIK ÇIKARILMA ŞANSI KALMADI...HAKLARINDA GAİPLİK KARARI VERİLECEK...


İÇERİDEKİ YAKLAŞIK 450 İŞÇİNİN ARTIK ÇIKARILMA ŞANSI KALMADI...HAKLARINDA GAİPLİK KARARI VERİLECEK...
Ali Tezel, Soma'da yaşanan faciayla ilgili şoke edecek bir iddiada bulundu. Twitter'dan paylaştığı iddiasında Tezel, içinde işçi olan beş galeriden ikisine hiç ulaşılamadığını ve içerideki yangını söndürmek için betonlaşsın diye su pompalandığını söyledi. Tezel bir korkunç iddiada daha bulundu.
Soma'da 2 gün önce meydana gelen maden kazasında bilanço sürekli artarken HaberTürk yazarı sosyal güvenlik uzmanı Ali Tezel, Twitter'dan paylaştığı şok iddialarla kafaları karıştırdı. Ali Tezel'in iddiasına göre cesedi çıkartılan 283 maden işçisinin haricinde aşağıda kalan madencilere ulaşılması artık mümkün gözükmüyor.
Tezel, aşağıda kalan 450 işçinin artık çıkarılma şansının kalmadığını ve haklarında gaiplik kararı verileceğini açıklarken şok bir iddiayı daha dile getiriyor. İş cinayetine neden olan patlamanın trafodan kaynaklanmadığını söyleyen Tezel, "işveren şimdi olayı trafo üzerine yıkarak tazminatlardan kurtulmaya çalışıyor" dedi.
İşte Tezel'in o tweetleri:
-SOMA'DAN GERÇEKLER Olayın sebebi trafo değil. Bundan üç ay önce bir galeride yangın çıkıyor ve ağzı beton ile kapatılıyor ama yangın içeride devam ediyor. Sonrasında içeride oluşan basınç ile patlama meydana geliyor.... Yangının hala sönmemesinin sebebi bu... Patlama ve yangınla içerideki trafo da bu sırada zarar görüyor. İşveren şimdi olayı trafo üzerine yıkarak tazminatlardan kurtulmaya çalışıyor
SOMA'DAN İKİNCİ GERÇEK Şu an içinde işçi olan beş galeriden ikisine hiç ulaşılamamış. Ancak yangın sönsün diye içeriye küllü su basılıyor, betonlaşsın diye. Yani, içerdeki yaklaşık 450 işçinin artık çıkarılma şansı kalmadı... haklarında gaiplik kararı verilecek...

15 Mayıs 2014 Perşembe

ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ GENEL MERKEZİ BASIN AÇIKLAMASI

SUÇLU KİM?...
Manisa’nın Soma ilçesindeki bir maden ocağında yaşanan patlamada iki gün geride kaldı, olayın üçüncü günündeyiz.
Resmi açıklamalara göre, ocakta yaşamını yitiren işçi sayısı şu anda (15 Mayıs 2014, saat 16.00 suları) 282’dir. Söylenenler, sayının daha da artacağına ilişkindir, ne yazık ki…
Öncelikle, Türkiye, ülkemiz, başın sağ olsun. Dileğimiz, acısı dayanılmaz noktaya ulaşan bu ve bunun gibi kaza süsü verilmiş katliamların, cinayetlerin bir daha yaşanmaması, yaşatılmamasıdır.
Daha da önemli dileğimiz, yaşananlarla ilgili her şeyin hesabının tane tane sorulacağı, cinayetlerde sorumluluğu bulunan herkesin cezasını tek tek bulduğu bir toplumsal duyarlılığa kavuşmaktır.
İktidarın her geçen gün her türlü hukuksuzluğu kendi zihniyetine uygun bir tür yasaya, cinayetlerini meşruluğa, yalanlarını gerçekliğe, şiddetini vahşete dönüştüren sürecin geldiği nokta, artık söz söylemeyi, açıklamada bulunmayı gerektirmeyecek kadar açıktır.
Her şey gözümüzün önünde yaşanıyor. Düne kadar “iş kazası” görünümlü birer ikişer, üçer beşer, onar yirmişer kıyımların hesabını soramamanın bedeli, böyle ağır, hem de çok ağır oluyor. Ama asıl suçlu biziz.
Çünkü…
Her bir özelleştirmenin, taşeronlaştırmanın, sendikasızlaştırmanın, güvencesizliğin, ucu bucağı belirsiz yolsuzluğun, hırsızlığın, adaletsizliğin, soysuzluğun hesabını tek tek, tane tane soramadığımız için, evet, suçlu biziz!
Yalan konuşuyorlar, gözümüzün içine baka baka yalan konuşuyorlar ve böyle yaptıklarına halkı inandıramadığımız için, suçlu biziz!
Maden ocağında boğulan, diri diri yanan işçi kardeşlerimiz! Onların eşleri, anneleri, babaları, çocukları… Bu acıyı size yaşatanlarla, onların yalanlarıyla baş etmeyi başaramadığımız için, suçlu, biziz!
Bütün cinayetleri yıllardır kader diye sana, bana, hepimize yutturanların maskelerini yüzlerinden indiremediğimiz için, suçlu, biziz!
Ocaklarda, tersane iskelelerinde, merdiven altlarındaki tezgâhlarda, TOKİ binalarının zeminlerinde katledilenleri birkaç gün sonra unutma gafletinde bulunduğumuz için, evet, suçlu biziz!
Bir cümle de Başbakana, Bakanlara ve benzerlerine: Size, olup bitenlerin hepsinden “yüzünüzün akıyla!” çıkma başarısı gösterme fırsatı verdiğimiz için, evet, sizde bir sorun yok! Suçlu, biziz!
Acımız sonsuzdur.
Başın sağ olsun Türkiyem.
Ankara, 15.05.2014

Nazım Mutlu
          Genel Başkan

ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
Necatibey Cad. No: 13/13 Sıhhiye/Ankara
Tel: (0312) 229 43 25 Belgeç: (0312) 229 45 26
Eposta: ogdunyasi@gmail.com
Web: ogretmendunyasi.org


KALKINMA AJANSLARINI" KURMUŞSANIZ, "ÖZERKLİĞİ" DE TANIYACAKSINIZ


"KALKINMA AJANSLARINI" KURMUŞSANIZ, "ÖZERKLİĞİ" DE TANIYACAKSINIZ

Vali Ali Haydar Öner, Kalkınma Ajanslarının kurulmasını eleştirerek Kalkınma Ajansları aracılığı ile Cumhuriyet tasfiye ediliyor açıklamasında bulunan ADD Isparta Şubesi Başkanı Mahmut Özyürek’e büyük tepki gösterdi.
Öner Konuyla İlgili Şu açıklamayı yaptı;
 '' Bu marjinal bir söylemdir, önyargılı bir söylemdir, Atatürkçü Düşünce ile bağdaşmayan bir söylemdir. Kimse Atatürk adıyla rasgele konuşmamalıdır'' dedi.
Vali Ali Haydar Öner,  gazetecilerin Isparta’daki gündelik sorunlarla ilgili bir toplantı düzenledi ve toplantıda gazetecilerin sorularını cevapladı.
A.D.D. Isparta Şubesi Başkanı Mahmut Özyürek’in önceki gün, basın kuruluşlarına gönderdiği açıklamada “Kalkınma Ajansları ile Cumhuriyetin tasfiye edildiği” yönündeki iddiaların sorulması üzerine konu hakkında görüş belirten Vali Ali Haydar Öner, Özyürek' in açıklamasına tepki gösterdi.
 Ve Şunları Kaydetti; “
Bu söylemleri tutarlı bir söylem olarak değerlendirmiyorum. Marjinal bir söylemdir, önyargılı bir söylemdir, Atatürkçü Düşünce ile bağdaşmayan bir söylemdir ,kimse Atatürk adına rastgele konuşmamalıdır. Özellikle Atatürk’e saygısı olanlar, Atatürk’le ilgili söylemlerinde çok dikkatli olmalılar.
Atatürk dogmatik bir değer değildir. Pragmatik ve Türkiye’nin ufkunu açan bir değerdir. Atatürk' ü marjinalleştirmek kimsenin hakkı değildir, Özellikle gerçek manada Atatürkçü olanların buna müsaade etmemesi gerekir” dedi.
 Konu Atatürkçülük İse O konuda Ödülüm Var;
Vali Ali Haydar Öner, toplantı salonundan ayrılırken kendisinin Atatürkçü bir Vali olduğunu vurguladı. Öner; Atatürkçülük bir şahsa münhasır bir olay değildir. Kaldı ki, ben 2000 yılında Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkezi tarafından ‘Yılın Atatürkçü Devlet Adamı’ ödülünü almış bir kişiyim. Şeklinde konuşarak toplantıyı sonlandırdı.
 ÖZYÜREK' İN AÇIKLAMASI ŞÖYLE İDİ
ADD Başkanı Mahmut Özyürek, bölgesel kalkınma ajansları aracılığı cumhuriyetin tavsiye edildiğini öne sürdü.
 Özyürek açıklamasında şu görüşlere yer verdi;
"Düzey 2 Kalkınma Ajanslarının" kurulması hakkındaki Hükümet Kararı Resmi Gazetede Yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Buna göre kurulan 16 Kalkınma Ajansı Merkezinden biriside de Isparta olarak belirlenmiştir. Isparta Merkezli, Burdur ve Antalya’yı da içine alan Bölgesel Kalkınma Ajansının kuruluş çalışmaları ilimizde hızla  sürdürülmektedir.
Türkiye’de “Bölgesel Kalkınma Ajansı” kurulması, Türkiye’ye yönelik AB ve ABD kaynaklı federasyon baskılarına büyük bir hız kazandıracağı, küreselleşmenin istediği pazarın yaratılacağı tartışmasızdır. 
Kalkınma Bölgeleri, mali kaynak sorunlarını aşabilmek için kısa zamanda Anakara’dan Brüksel’e dönebileceklerdir. “Kalkınma Ajansları” Devletin kaynaklarının özel kişi ve kuruluşlara peşkeş çekilmesi anlamına gelmektedir. 
 Bu ajanslar aracılığıyla devlet özelleşiyor ve özelleştiriliyor. Bölgesel Kalkınma Ajansları yakın bir gelecekte, Türk vatandaşlarının kendilerini ulus devlet kimliğinden çok yaşadıkları kent ve bölgelerdeki kimliklerle bağdaştırarak tanımlamalarını sağlayacaktır. Bu bölgeselleşme sayesinde Birlik, yerel birimlerle doğrudan bağlar kurarak yavaş yavaş Avrupalılık bilinci oluşturacak, böylece ulusal kimlikler yok edilerek Türkiye’nin parçalanmasının önü açılmış olacaktır.
Kalkınma Ajanslarının ruhu 20.06.1913 tarihli genelgeye çok benziyor Sadrazam Sait Halim Paşa’nın Avrupa Baskısı ile yayınladığı genelgeye göre “Madde 1: Geçici vilayet kanununa göre, vilayet meclislerine, mahalli işler için karar alma, yetkisi verilmiştir. Vilayetlerin ayrıca bütçeleri olacaktır. Memurların görev ve yetkileri geliştirilmiştir. Madde 9: Bu kararname ile vilayet merkezlerine geniş ölçüde borçlanmak imkânı sağlanmıştır. Madde 10: Fransız Bomparti paşa’nın başkanlığı altında, her vilayete oraya ne kadar jandarma gerektiğini tespit etmek üzere müfettişler yollanmıştır.” “Bölgesel Kalkınma Ajansları” kuruluş kanunu ile Sadrazam Sait Halim Paşanın 1913 tarihli genelgesi adeta birbirinin kopyasıdır.
 Hatırlanmalıdır ki Bu genelgeden 6 yıl sonra ülkemiz Avrupalılar tarafından işgal edilmiştir. Yerel güçlerin denetim ve etkinliğini temel alan “Bölgesel Kalkınma Ajansları” aynı zamanda kaçınılmaz olarak ayrışma ve federasyon  taleplerini de hızlandıracaktır.
Özellikle Güneydoğu Anadolu’da “Bölgesel Kalkınma Ajansları” nın kuruluş ve uygulamaya girmesi;   bölücü istem ve niyetleri zirveye çıkmış olan örgütçü-şehir teröristi sözde yerel yöneticiler, Kalkınma Ajanslarını üniter devlete karşı ayaklanmak için bir araç olarak kullanacaklardır.
“Bölgesel Kalkınma Ajansları” kapsamında ilki Diyarbakır’da AB parasıyla açılan,  Cumhuriyet’in kuruluşunda şer’i mahkemelerle birlikte kaldırılan ve eyalet sistemine özgü bir yapı olan  bölge (istinaf) mahkemeleri yeniden kurulmaya başlanmış bu mahkemenin 9 ilde daha kurulması kararlaştırılmıştır. 
Türkiye AKP hükümeti tarafından bir felakete doğru sürükleniyor. Türkiye kendisine karşı hazırlanan bir komplo ile karşı karşıyadır. Türkiye Cumhuriyeti devleti “Kalkınma Ajansları” aracılığı ile tasfiye edilmeye sürükleniyor. 09.08.2009
Mahmut ÖZYÜREK

09 AĞUSTOS 2009 DA BÖYLE YAZIP SÖYLEDİK. O ZAMAN ISPARTA VALİSİ, ŞİMDİ CHP MİLLETVEKİLİ OLAN A. HAYDAR ÖNER YANIT VERDİ..
'' Bu marjinal bir söylemdir, önyargılı bir söylemdir, Atatürkçü Düşünce ile bağdaşmayan bir söylemdir. Kimse Atatürk adıyla rastgele konuşmamalıdır'' dedi.
ŞİMDİ DURUP VE DÜŞÜNÜN..
BDP-HDP-PKK-KCK KORO HALİNDE, AĞIZLARINDAN SALYALAR AKITARAK "ÖZERKLİK" DİYE HAYKIRIYORLAR MI?
EVET!
AKP HÜKÜMETİ- SAVCILAR BU KONUDA İŞLEM YAPABİLİYORLAR MI?
 HAYIR! PEKİ NEDEN?
YANITI BİZ VERELİM..
KALKINMA AJANSLARININ ALT YAPISINI OLUŞTURAN İKİZ YASALAR 2003 YILINDA TAYYİP VE GÜL TARAFINDAN İMZALANDI. TBMM DE YASALAŞTI..
BU NEDENLE "ÖZERKLİK" TALEPLERİ YASALDIR.. KALKINMA AJANSLARINI YAŞAMA GEÇİRMİŞSENİZ, "ÖZERKLİK" İSTEMLERİNİ DE YAŞAMA GEÇİRECEKSİNİZ.... YEREL PARLAMENTOLAR OLAN "KENT KONSEYLERİNİ" KURMUŞSANIZ, "ÖZERKLİĞİ" DE TANIYACAKSINIZ... ŞİMDİ SORUYORUM... KİM HAKLIYMIŞ???


14 Mayıs 2014 Çarşamba

Atatürkçü Düşünce Derneği 25 Yaşında

Türkiye, Dünyanın en belalı, akla hayale gelmeyecek en kapsamlı dolaplarının çevrildiği bir bölgesindedir. Bu bölgenin, yani orta ve uzak doğunun emperyalizmin çıkarları açısından en kilit konumdaki ülkesi ise Türkiye’dir. Bu yalın gerçeği hiçbir yurttaşımızın bir an bile aklından çıkarmaması gerekir.
 19 Mayıs 1989’da, bu bilincin gereği olarak, Emperyalizmin Türkiye ve Kemalizm üzerine sonu gelmez şeytani saldırılarına ve işbirlikçi gericiliğe karşı mücadelede amacıyla 50’yi aşkın aydın ve bilim insanının girişimleri ile kurulan Atatürkçü Düşünce Derneği 25 yaşında.
Atatürkçü Düşünce Derneği Tüzüğü’nün Kuruluş Nedenlerinin son cümlesi şöyle; “19 Mayıs 1919'un üzerinden tam 70 yılın geçtiği bu günlerde,(1989 ) Atatürk devrim ve ilkelerine karşı, açık ya da kapalı saldırılarını doruğa ulaştırmış bulunmaktadır. Bundan daha kötüsü, plânlı ve sinsi bir çalışma ile o devrim ve ilkeleri gelecekte yok etmek çabası içindeler.”
Üzülerek belirtelim ki 1989 da yazılan bu öngörü 2014'te gerçekleşmiştir. “Atatürksüz Türkiye” projesi yaşama geçirildi. Öncelikle Kemalizm’in özünün  “Antiemperyalist, halkçı devrimci bir savaşım” olduğu bilinciyle ADD'yi kuranlar, faili meçhul cinayetler serisi ile birer birer katledildiler
Halk etnik kimliğe göre mevzilendirildi, düşmanlık tohumları kanla sulanarak büyütüldü. 1947’li yıllardan bu yana uygulanan ihanet projeleri ile ekonomisi, eğitimi ve ulusal kurumları birer birer çökertildi, Komşularına karşı Küresel çetenin füzeleri, kan bedeli kazandığımız topraklarımız üzerine zehirli mantarlar gibi konuşlandırıldı. Yurtta ve Dünyada Barış dinamitlendi.  Bu gidişe dur demesi beklenen aydınlar fonlarla “iğfal” edilerek teslim alındı. “Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap” düşürüldü. 
“Ulus - Ulusal değerler” kavramları suç unsuru haline getirildi. Böylece ulusun tüm ekonomik birikimleri, başta tarihi olmak üzere tüm ilerici değerleri küresel çetenin, yani emperyalizmin amansız saldırılarına karşı korumasız bırakıldı.  Üniversiteler, politikacılar, vakıflar, yardım kuruluşları, yazarlar, gazeteler ve televizyonlar, satın alınmış, devşirilmiş Türk kimlikli yabancılarla dolduruldu.  Bunun doğal sonucu olarak yıllar içinde milyonlarca “zihin-i dumura” uğratmayı başardılar ve ülkeleri için parmaklarını bile kımıldatmayacak androidlerden oluşmuş bir “ümmi” (cahil) bir topluluk yaratıldı.
Peki,  Atatürkçü Düşünce Derneği Tüzüğü’nün 4. Maddesinde Derneğin amacı nasıl tanımlanıyordu?   Derneğin amacı “(..)…devrim karşıtlarının ulusal yaşamı geriye çekme çabalarından toplumu korumak için her alanda aydınlatıcı ve uyarıcı hizmetler vermelerini gerçekleştirmektir.”, “karşı girişim, adım ve akımlarla yasalar çerçevesinde düşün savaşımı vermektir.
Şimdi çok fazla geriye gitmeden 2014 yılının ilk 4 ayında ADD Şubelerinin bu amaç doğrultusunda yaptığı etkinliklerin “internet” üzerinde yayınlanan yüzlerce örneğinden bir kaçını sıralayalım..
Ø     Atatürkçü Düşünce Derneği H…a Şubesi kermes düzenledi
Ø     Atatürkçü Düşünce Derneği F….e Şubesi, eğitime katkı amaçlı dün dernek binası önünde bir yiyecek kermesi düzenledi.21.4.2014
Ø     Atatürkçü Düşünce Derneği K………..i Şubesinin Düzenlediği Gıda ve Giyim Kermesimizin açılış törenine…
Ø     Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD)E……e Şubesi 23 Nisan 2014 Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı etkinlikleri kapsamında Saraçlar Caddesi’nde kermes düzenledi.
Ø     Atatürkçü Düşünce Derneği A……n Şubesi tarafından bursu öğrencilerimiz yaranına düzenlenen kermes etkinliğimize tüm halkımız davetlidir. Tarih: 15 Nisan 2014 Salı
Ø     14 Nisan 2014 Pazartesi Saat 14.00'da Hedef Kolejinde yapacak olduğumuz Kermese hepinizi bekliyoruz. ADD M……a Şubesi Başkanı
Ø     ADD B……..r şb. Kadın Üyeleri Kermes'te Bir Araya Geldi 21.0cak 2014
Ø     ADD A…..n Şubesi “Aydın Tarih Ve Kültür Gezisi” Düzenledi ... 5 May 2014
Ø     ADD B…….i Şubesi, Bu güzel gezi kaçırılmayacak fiyata sadece 310 TL! Müracaat
Ø     (ADD) İ…….a Şubesi ihtiyaç sahibi öğrencilerimize burs vermek amacıyla Kitap, Rozet gibi eşya satışı ...
Ø     ADD Ü……e Şubesi bu yıl Tekkiraz'ın Karaamut Tepesinde piknik 06 Mayıs 2014
Ø     ADD A……r 4 Mayıs 2014 Hıdrellez Kutlama, Piknik, Eğlence,
Bilindiği üzere her etkinlik “internet” ortamında yayınlanmıyor. Biz birkaç sayfayı bulacağı kaygısı ile yayınlanmış olanların hepsini değil, yalnızca kimi örnekleri aldık.
 Bu örneklerden en ilginci ise,  hukukçu(!)Tansel Çölaşan’ın gözetim ve denetiminde, mahkeme kararları, Tüzük, Medeni yasa ayaklar altına alınarak “ele geçirilen(!)” atanmış, çakma Atatürkçü, ADD Isparta Şube yöneticilerinin düzenlediği etkinliklerdir. 
“Termal Kaplıcalarda Hamam sefası etkinliği”,
“Mesire alanlarındaki başıboş köpekleri besleme faaliyeti” gibi artık, normal insanların bile akıl sağlığını zorlayan etkinliklerin “Atatürkçülük(!)” adına yapıldığını düşünürseniz!
 Peki, ADD Genel Merkezi ne tür bir etkinlik planlamış?
 “Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkezi 25.Yıl Şöleni, Tarih 25 Mayıs 2014- Saat 18.00”  
Neyin, hangi kazanımın, Emperyalizmin güdümündeki gericiliğe karşı kazanılmış hangi zaferin şöleni yapılıyor? Anlamak olanaklı değil.
Söz Isparta’dan açılmışken, mahkemece “ihtiyati tedbir kararı” konulan Isparta Şube Genel Kurulunu kendi gözetim ve denetiminde yaptırmak üzere Isparta ya gelen Çölaşan; örneğin, Isparta’nın hemen 30 km ilerisinde Köprülü Çay köylülerinin HES direnişine destek vermek yerine, Turistik bir gezi ile Eğirdir ve ardından ‘Süleyman Demirel Demokrasi(!) Müzesi’ni ADD Genel Başkanı olarak ziyareti… Masonik ilişkiler ve bağlar açısından çok ama çok anlamlı olmuştur.(!)
Şimdi soralım,
· ADD Tüzüğünde yazılan amaçları gerçekleştirmek için hiçbir eylem ve etkinlik yapmayan kimi şubeler hakkında ADD Genel Merkez yönetimi tarafından herhangi bir işlem yapılmış mıdır?
· Yalnızca kimi özel günlerde açılan, onun dışında yıl boyu kapalı olan, anca Genel Merkez Genel Kuruluna onlarca delege gönderen kaç şube vardır ve bu şubeler hakkında bir işlem yapılmış mıdır?
· Haziran 2012-2014 arası dönemde görevden alınan kaç  şube başkan ve yöneticisi “yetki devrine dayanarak” görevden alınmıştır?
Bunlar ve benzer sorular çoğaltılabilir. Ancak biz burada sonlandıralım.
Özellikle son 13 yılda Türkiye’nin, kendi içindeki dinamik unsurların (Ordu-yargı-üniversiteler- sendikalar vb.) takatsiz bırakılması, insan zihnine, genç dimağlara yıllardır yapılan ideolojik operasyonlar nedeniyle, Türk ulusunun emperyalizmin baskı ve dayatmalarına da direnme gücü erozyona uğratılmıştır.
İşte bu koşullar altında Atatürkçü Düşünce Derneğinden beklenen, Tüzüğünde yazanları gerçekleştirerek, yaşamsal önem ve değerde olan emperyalizmin ülkemiz ve ulusumuz üzerindeki stratejik hedeflerini, bu doğrultudaki çalışma yöntemlerini ve taktiklerini günü gününe izleyip kamuoyuna bildirmektir” Bu bilgilendirme doğru bir mücadele yöntemi geliştirmenin de ön koşuludur.
ADD’nin yapması gereken, Emperyalizmin ve işbirlikçi İktidarların politikalarından büyük rahatsızlık duyan kesimleri bir araya getirerek, düşünsel ve ideolojik dava birliktelik yaratarak gizli kalmış, bastırılmış, ötelenmiş enerjiyi harekete geçirmek olmalıydı.
Artık Emperyalizmin kurnaz mimarları, “Ulusal egemenliklerinden ödün vermeye yanaşmayan ulusların, bu bilinçlerinin eleğe dönüştürülmesi işini o ülke insanlarının onayını almadan başarılamayacağını kavramışlardır.”
Bugün hangi eylem ve etkinliğin doğru ve yanlış olduğu ayırımını belirleyen emperyalizm olgusunu kavrayıp kavrayamama noktasında düğümlenir. Siyasal duruş ve tavır alışı, emperyalizm kavramına gerekli önemi verip vermeme belirlemektedir.
Bu gerçeği kavramak ve yaşama geçirmek Türkiye’de yağmacı gericiliği besleyen emperyalizmi kendiliğinden hedefe oturtacaktır!  Bu gerçekliği kavramamış olanların, bir “özgörev”  örgütü olarak kurulan Antiemperyalist-devrimci- halkçı yapılanmaların yönetimlerine getirilmiş olmaları,  örgütleri bilerek ya da bilmeyerek ABD’de yaratılmış olan “manufacturing public percepcion” işinin, yani “halkın zihnine bir ön algılama süzgeci yerleştirme” çalışmasının bir aracına dönüştürür.
Bağımsızlık savaşımızın başlangıcından bu güne değin, Emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı yoksul halkımızın kurtuluşu yolunda toprağa düşmüş, bedeller ödemiş yüz binlere olan vefa borcumuzu ödemek zorundayız. Kemalist düşün sisteminin bu çıkmazdan kurtarılması her yurtseverin öz görevidir. Kemalist, halkçı devrimci örgütlenmeleri bilerek ya da bilmeyerek bu çıkmaza sokanları tarih mutlaka tasfiye edecek ve asla affetmeyecektir. 13 Mayıs 2014 Isparta

Mahmut ÖZYÜREK



12 Mayıs 2014 Pazartesi

Bu halk propaganda bekçisi mi Yusuf Yavuz



Bu halk propaganda bekçisi mi

Yusuf Yavuz
15 Kasım 2011

HURAFE ÇAĞINDA AKILLI TAHTA PROJESİ
Başbakan Erdoğan, ‘benim Fatma’mın Helga’dan neyi eksik’ sözleriyle gönülleri okşayıp bundan böyle ‘akıllı tahta’ ile eğitim yapılacağını söyleyedursun, içinden geçtiğimiz zaman diliminin en belirgin yanı akıl dışılığa övgü düzmenin yaygınlaştığı ‘hurafe çağı’ olması. Tahtanın akıllı olması çağın hurafe bulamacına bulanmasını engellemiyor.

11.11.11. ÇILGINLIĞINA DEVLET DE KATILDI
Öyle ki, tüm dünyayı kasıp kavuran ’11.11.11.’ çılgınlığı sonun da devletin kurumlarına da bulaştı. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun günler öncesinden duyurduğu ’11.11.11’de 111 dev projenin açılışı’ töreni, 11 Kasım 2011’de Başbakan Erdoğan’ın katılımıyla Ankara Atatürk Spor Salonu’nda gerçekleştirildi. Orman ve Su İşleri Bakanlığı, (Çevre ve Orman Bakanlığı) geçtiğimiz yıl da ’10.10. 2010’ tarihinde ‘110’ tesisin toplu açılışını yapmış.

BAŞBAKAN’IN ‘UĞURLU’ ELLERİ
48’i özel sektör tarafından tamamlanan HES projesinden oluşan ve aralarında sulama göletleri ve meteoroloji istasyonlarıyla mesire alanları bulunan 111 kalem yatırımın toplu açılışına çok sayıda bakan da katıldı. Bursa, Çanakkale, Çorum, Edirne, Karaman, Konya ve Adıyaman ile yapılan canlı bağlantılarla gerçekleştirilen açılış töreninde konuşan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, yatırımların niteliklerini sıraladıktan sonra “Bugün çok mutlu bir gün. Ülkemizin dört bir tarafında Başbakanımızın uğurlu elleriyle 111 adet tesisi hizmete alıyoruz” diye konuştu.

OLTAYA YAKALANMIŞ BALIĞIN YEME İHTİYACI OLUR MU
Bakan Eroğlu’nun deyimiyle Başbakan’ın ‘uğurlu’ elleriyle hizmete açılan HES’lerin kaçının yabancı ortaklı olduğunu bilmiyoruz ancak görünen o ki devletin bütün aygıtlarını ve güdümlü medyayı propaganda aracı olarak büyük bir başarıyla kullanan AKP hükümeti, ’11.11.11.’ çılgınlığı dahil her türlü akıl dışılığı kitleleri etkilemek için kullanmaktan çekinmiyor. Çünkü oltaya yakalanmış balığın yeme ihtiyacı olmadığını çok iyi biliyorlar.

PROPAGANDA BEKÇİSİNE DÖNÜŞEN HALK
Başbakan Erdoğan her fırsatta Allah’ın suyunu paraya çevirdiklerini ve ‘Su akar Türk bakar’ lafını, ‘Su Akar Türk yapar’a dönüştürdüklerini söylüyor. Ancak uygulama hiç de öyle olmuyor. İdeolojik söylemle üzeri örtülen yağmanın gösterdiği gerçek çok acı; Türkiye’nin suları, madenleri ve diğer varsıllıkları ya yabancı ya da yabancı ortaklı şirketler tarafından işletiliyor. ‘Zengin kaynakların yoksul bekçisi mi olalım’ propagandasına maruz kalmış insanların görmediği gerçeğin uygulamaları hayata geçtikçe, yoksul bekçi bile olunamayacağı ortaya çıkıyor. Bunun adı olsa olsa propaganda bekçiliği!

TOROSLAR’IN TAŞLARI ÇİN’E GİDECEK
Isparta- Sütçüler’in Kasımlar kasabasındayız. Torosların büyüleyici dağlarıyla çevrili kasabanın kahvesinde sadece köyün yaşlıları kalmış. Büyük çoğunluğu 65 aylığıyla geçiniyor. Huzurevi gibi bir kasaba. Kahve birden hareketleniyor. Mühendis olduğunu öğrendiğimiz genç bir Nepalli yarım yamalak Türkçe’siyle kahvedekilerle sohbete başlıyor. Önce bu dağları gezmeye gelmiş bir gezgin sanıyoruz Nepalliyi ama çok geçmeden yanındaki Türklerden öğreniyoruz gerçeği. Nepalli genç mühendis İngiltere’de eğitim almış bir tüccar. “Bu dağlarda ne arıyorsunuz?” diye soruyoruz, “ben pazarlama işinden sorumluyum” diyor. Çok geçmeden diğer ayrıntıları da öğreniyoruz. Kasımlar’a komşu köy olan İbişler’in karşı yamacındaki ‘Gâvur İni’ bölgesindeki dağlık alanda 100 hektarlık araziyi kiralayan Ankara merkezli bir şirket, buradan çıkaracağı inşaat kaplama taşlarını Çin’e satacak. Şirket çalışanları Kasımlar’a bakkala gelmişler. Nepalli pazarlamacı Çinli firmalar için Toroslar’da taş seçiyor. Firmanın Türk çalışanına buradan çıkarılacak taşların işlenmemiş ham madde olarak Çin’e kaç paraya satılacağını soruyoruz, “10 liraya sattığımız taşı Çinliler işleyip Avrupa’ya 30 liraya satıyorlar” diyor.

TOROSLARDAKİ NEPALLİ PAZARLAMACI: DEMİR TÜRKOĞLU
Nepalli pazarlamacıya adını sorduğumuzda aldığımız yanıt ise işin hangi noktalara uzandığını gösteriyor. Gerçek adını söylemekten çekinen Nepalli pazarlamacı, Türkiye’de çalışmaya başlayınca adını ‘Demir Türkoğlu’ olarak değiştirdiğini söylüyor. Demir Türkoğlu…
Küresel yağma çağında Türkiye’nin madenlerini Çin’e satmak için bundan daha güzel bir ad bulunamazdı. Kapitalizm asla zar atmıyor. Halkla ilişkiler yönteminin en vahşisini uyguluyor. Demir Türkoğlu’na ülkesi Nepal’in dağlarında da böylesine hoyratça bir madencilik yapılıp yapılmadığını soruyoruz, “bizim ülkede madenleri işleyecek yeterli teknoloji yok” diyor.

TÜRKLER HALA BAKIYOR!
Kasımlar’ı ve İbişler köyünü de içinde barındıran vadi, Yukarı Köprüçay Havzası olarak biliniyor. Çok sayıdaki köyde yaşayan insanıyla, doğasıyla ve kültürüyle Türkiye’nin saklı cennetlerinden biri. Ancak bir yandan bölgeye yapılacak baraj projeleri bir yandan da taş ocaklarıyla daha çok kazanç uğruna vadi hallaç pamuğu gibi atılacak. Peki bu kimin kazancı? Başbakan’a, bakanlara sorarsanız Türkiye’nin kazancı. Ancak vadilerde olup bitenler karşısında Türkler hala bakmaya devam ediyor. Yapanlar, kazananlar hep başkaları. Sonuçlarına katlananlar ise olup bitenlere hala ‘bakmayı’ sürdüren Türkler oluyor.
SULAR YUNANİSTAN’A AKIYOR!
Başbakan ve bakanlarının her fırsatta ‘enerjide dışa bağımlıyız, tezek mi yakalım’ diye savundukları, yaşam alanlarını alt üst eden, insanları doğdukları topraklardan göçe zorlayan HES şirketleri ürettikleri enerjiyi yurt dışına satmaya başladı bile. Sular boşa akıyor ama enerjiyi Yunanistan’a satıyorlar. Zengin madenlerin yoksul bekçisiyiz ama taşlarımızı bile Avrupa’ya Çinliler işleyip satıyor!

BAŞBAKAN GELECEĞİ NASIL GÖRÜYOR
Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın organize ettiği 111 yatırımın açılışında konuşan Başbakan Erdoğan, terörden başlayıp, ekonomiden çıktığı konuşmasında yine en bildik hamasi cümlelerle görünenin üstünü örtmeyi başardı. Konuşmasında, gelişmiş ülkelerin ekonomik olarak kötü durumda olduğunu söyleyen Erdoğan, Amerika, İspanya, İtalya gibi ülkelerin durumunun iyi olmadığını söylediği konuşmasını bakın nasıl sürdürdü: “Dünya takip ettiğiniz gibi ekonomik sıkıntılardan geçerken biz bu yatırımları yapıyoruz. Ekonomik olarak tedbirlerimizi alıyoruz. Geleceği görüyor, vatandaşımızın sıkıntı çekmemesi için çalışıyoruz. Yurt dışına gittiğimiz zaman takdir ediliyoruz. Bunları milletimizden aldığımız güç ile yapıyoruz.”

RÜYA KAYNAĞI OLARAK BAŞBAKAN ERDOĞAN
Türkiye, ancak diktatörlük dönemlerinde görülebilecek bir sosyal yalıtmanın tam ortasında. Olanla, gösterilen arasındaki uçurumun bu kadar büyüdüğü dönemin ruhunu anlatabilecek bir rüya ile bitirelim. Batılı bazı sosyal antropologlar tarafından ‘pop yıldızı’ olarak tanımlanan Başbakan Erdoğan’a hayranlık duyan gençlerden birinden dinlediğim bu rüya Kaş ve Kaş’a yalnızca 3 mil uzaklıktaki Yunan adası Meis’te geçiyor. Meisliler her hafta Cuma günleri Kaş pazarına gelip alışveriş yaparlar.

‘BANA KIZLARI VERİN SİZE PATATES VEREYİM’
Rüyasında alışveriş için Kaş’a gelen bir grup Meisli’yi kendisini suçlarken gören genç kardeşimiz, Yunanlı komşularımızın “bizi sen batırdın. Krizin sorumlusu sensin. Bize para ver” sözleriyle zor anlar yaşar. Ancak pratik zekası hemen çalışmaya başlayan kardeşimiz, Meisliler’den vereceği paranın karşılığı kendisine iki kız vermelerini ister. Rüya bu ya, Meisliler’in yanında da dünyalar güzeli su gibi iki Yunanlı genç kız bulunmaktadır. Meisliler bu teklifi kabul ederler ve kızları genç kardeşimize verirler. Ancak genç kardeşimiz Meisliler’e “siz parayı ne yapacaksınız, size yiyecek lazım” der ve para yerine patates ve elma verir. Üstüne de Meis Adasını kendisine vermelerini ister. Ardından Meis’e gider ve kızlardan sonra adayı da alır ve uyanır… Büyük bir heyecanla gördüklerini anlatan genç kardeşimiz bu manidar rüyayı çılgın bir projeyle de taçlandıracak, Kaş ile Meis arasına bir de köprü yaptığını ekleyecekti.

PROPAGANDA UMUDU ÖLDÜRÜR
Muhteşem Süleyman’la Polat Alemdar harmanı popüler bir kahramana dönüşen Başbakan Erdoğan’ın halkın hatırı sayılır bir kısmındaki algısı, genç kardeşimizin rüyasında gördüklerini, ülkenin geleceği açısından pek de hayra yormamamız gerektiğini söylüyor bize.
Zira propagandaya maruz kalmış, tek yönlü bilgilenmiş insanların umuda ihtiyacı yoktur.

Emperyalizmin 5. kolları üzerine


Türkiye'yi emperyalist odakların ekonomik ve siyasal etkisine açan, bunlarla içli dışlı olan ve ülkelerinin tüm zenginliklerini bu odaklara yağmalatan, bu arada kendi kasalarını da dolduranlar üzerine yıllardır konuşuluyor, yazılıyor. Bunların çoğu şu anda iktidar odaklarına yerleşmiş, ABD'ye ve onun taşeronluğuna soyunmuş olanlar üzerine. Sadece bunlar mı var? Ya başka bir emperyalist odakla kucaklaşma sevdasında olanlar?
Avrupa Birliği'ne girerek Türkiye'yi demokratikleşme beklentisi içinde olanları kastediyorum. Bu hayal peşinde koşanları da yukarıdakilerin kategorisine sokmadan önce, ve bir kez daha, savundukları Avrupa Birliği'nin ne mene bir şey olduğunu yazmayı görev biliyorum. Ve...
Sözü, AB'nin başını çeken ülkeden –Federal Almanya'dan- yükselen bir sese, Alman Komünist Partisi'nin Avrupa gerçeklerini dile getirdiği bir belgeye, “AB Parlamento Seçimleri Programı”na bırakıyor, dikkatle ve ibretle okumanızı rica ediyorum:
“…”
“Çoğu insan Avrupa’nın birleşmesine büyük umutlarla bakıyordu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, sürekli barış ve yaşam düzeylerini yükseltecek olan ekonomik kalkınma umutlarını ona bağlamıştı. Buna karşın, gerçek başka türlü görünüyor. Bugün Avrupa genelindeki duruma damgasını vuran, yığınsal işsizlik, yükselen sefalet ve gelecekten korkudur.”
„Kapitalizm zengin ülkelerde bile işçi sınıfına ve halkın diğer çalışan katmanlarına güvenli ve onurlu bir yaşam sunacak durumda değil. Hükmedenlerin bankaları kurtarma şemsiyesi – vergi anlaşması, Avrupa‘yı sağlamlaştırma mekanizmaları ve Avrupa Merkez Bankası’nın para politikası, katı tasarruf dayatmaları- krizi derinleştirmekle kalmadı, belediyelerin, çalışanların iş ve yaşam koşullarının kötüleşmesine ve demokrasinin yıkımının daha da güçlenmesine yol açtı. (…) Çoğu gençler perspektifsiz; ucuz işçiler ve taşeronlar gibi, başta kadınlar olmak üzere yaşlılıkta yoksullaşanların da sayısı yükseldi.”
“... Eğitim ve kültür giderek daha az sayıda insanın ayrıcalığı haline geliyor. Korku ve güvensizlik büyüyor. Sadece kadınların değil, özgürleşme yolundaki en genel kazanımlar geriletiliyor.”
“Hükmedenler tüm araçlarla (sermayenin politikasına karşı) direnişi bölmeye çalışıyorlar. Bu nedenle milliyetçiliği, ırkçılığı, göçmenlere karşı nefreti destekliyorlar.“
“Burjuvazi, en başta Güney ve Güneybatı Avrupa’da yükselen sendikal ve toplumsal direnişe karşı kendi baskı mekanizmalarını kuruyor. (...) izleme yaygınlaştırılıyor, gösteri ve grev haklarına saldırılıyor, polis protetoculara daha da şiddetle saldırtılıyor, askeri birliklerin ülke içinde kullanılmasına hazırlanılıyor.”
„Bu Avrupa Birliği’ne hayır! Üçlü paktın diktasına hayır!” başlığı altındaki bölümde de AB'nin gerçek yüzünü okuyoruz:
Avrupa Birliği, Avrupa’daki en büyük bankaların ve tekellerin çıkarlarını gerçekleştirmek için kuruldu. Bunlar Avrupa’daki 490 milyon insanın kaderini belirliyor. AB demokratik olarak birleşmiş bir federal devlet değil, arkalarına küçük kapitalist devletlerin takıldığı emperyalist ülkelerin birliğidir. Böylece yeni bir uluslararası devlet tekelci kapitalizm biçimi oluştu. Buna yön veren, küçük üye ülkelerin halklarını gittikçe daha çok hiçe sayan Alman ve Fransız büyük kapitalistleridir. Brüksel bürokrasisi bu büyük bankaların ve tekellerin çıkarlarına göre hareket etmektedir.
“Bunların hedefi, dünya pazarındaki politik ve ekonomik rollerini AB’nin yardımıyla büyütmektir. (...) İşçi sınıfının gereksinimlerine hiçbir önem vermeksizin kendi çıkarlarını dayatıyorlar. Bunlara göre işçi hareketinin geçmişte mücadelesini verdiği toplumsal, ökolojik ve politik (örneğin sağlık, eğitim, meslek eğitimi ve çalışma hakkı alanındaki) haklar yok edilmelidir. Bu proje Atlantiğin her iki tarafındaki tüm çalışanlar için büyük bir tehlike arzediyor.”
(...)
“Kriz sürecinde giderek daha çok AB üyesi ülke dev borçlar biriktirerek yıkılacak duruma geldi. Konjüktür programları ve sözde sisteme bağlı olan bankaların kurtarılması, Almanya’yı da en başta çalışan nüfusun, işsizlerin, emeklilerin çoğunluğunun, serbest meslek sahiplerinin, küçük ve orta işletmelerin sırtına yüklenen devlet borçları altına soktu.
“Fakat en başta Güney ve Güneybatı Avrupa ülkelerinin borçları yükseldi. AB’den ve Avrupa Merkez Bankası’ndan aldıkları borçlara karşılık olarak bağımsızlıklarını sınırlanmaya zorlandılar. Bunlar –en başta Alman baskısı ve Alman çıkarları için- o ülkelerdeki burjuvazinin de suç ortaklığı sayesinde kabul edilen çok katı bir tasarruf politikasına, dolayısıyla fakirleştirme yoluna zorlandılar.
“Avrupa Merkez Bankası (EZB), AB Komisyonu ve uluslararası Para Fonu şantajcı bir üçlü oluşturuyor ve kamu hizmetlerinde işyerlerinin geniş çapta yok edilmesini, emekli maaşlarının, ücretlerin, ve sosyal hizmetlerin kısılmasını, devlet kurumlarının özelleştirilmesini dayatıyorlar. Bu politika, dev boyutlarda işten çıkarmalar ve fakirleşme dalgası yaratırken diğer yanda sermayeye yeni yatırım alanları açtı.“
(…)
“Aşırı borçlanan ve yoksullaşan devletlere verilen borçlar onların ekonomik ve toplumsal ilerlemesine hizmet etmiyor. Büyük bankaların ve büyük yatırımcıların – en başta büyük Alman bankalarının ve diğer kredi verenlerin kasalarına akıyor.”
(...)
“Kriz rekabeti keskinleştirdi. Ulusal zenginliklerini, endüstrilerini ve hammaddelerini büyük tekellerin yağmasına terk etmek istemeyen ülkelere boyun eğdirmek için tek başına ekonomik baskı yetmiyor. AB kendi ilkelerine karşı, Ukrayna gibi birliğe girme isteği gösteren ülkeler Brüksel’in emirlerine çekince gösterdiği andan itibaren -çn) ağır bir şekilde içişlerine karışmaktan çekinmiyor. Ukrayna örneğinde bu iş, faşist güçlerin ve teröristlerin politik ve lojistik donanımını da içerdi.
“Kaynaklar, etki alanları ve emniyet altına alınmış geçiş yolları üzerine çıkarları gerçekleştirmek için askersel müdahale ve savaş AB’nin başta gelen ülkeleri için normal hale geldi.”
(...)
“Avrupa Parlamentosu AB Komisyonu üyelerini aktif olarak belirleyememektedir. Dolaysız insiyatif hakkına sahip değildir, bu nedenle kendi yasa tasarılarını hazırlayamamaktadır. (...) Brüksel’deki merkezi iktidarın idari organları, AB’nin ekonomik olarak en güçlü ülkelerinin hakimiyetindedir. Politikayı büyük bankalar ve tekeller belirlemektedir.
“Ulusal parlamentoların hakları kaldırılmakta, ulusal bağımsızlıklar sınırlanmaktadır.
         Demokratik ve siyasal hakların budanması tüm Avrupa’da yoğun bir şekilde çoğalmaktadır. Aksi taktirde krizin yükü birçok ülkelerdeki halkların üstüne yıkılamaz.
“İş yaşamı ve demokratik temel haklar yok ediliyor, baskıcı bir güvenlik devleti kuruluyor. Gizli servislerin yolu açılıyor. Polis devletinin kamusal alandaki telefon ve Internet bağlantılarını gözetlemesi bugüne dek hayal edilemeyecek boyutlara ulaştı. Mesken ve posta gizliliğinin dokunulmazlığı sadece kağıt üstünde kaldı. Pasaportlar, sağlık sigortası kartları, elektronik bildirim kayıtları „şeffaflaşmış yurttaşlar“ yaratıyor. Gösteri ve grev hakkı Avrupa çapında hiçe sayılıyor ve kaldırılıyor. Polis ve gizli servisin birbirinden ayrılması -faşizm deneylerini anımsatacak şekilde- bir tarafa itiliyor.”

- - -
AB'nin, Tayyip Erdoğan'ın ülkeyi açık bir faşist diktatörlüğe götürme çabalarına karşı olduğunu sananlar... “AB'ye girelim demokratikleşelim” diyenler...
Eğer 5. kol değilseniz, bunları gerçekten safiyane bir umutla söylüyorsanız, hemen şimdi...
www.tkp-almanya.de/türkce/ana-sayfa/dkp-euwahl2014/ adresini tıklayın.
Avrupa'daki yaşamın gerçekliğini, AB'nin başını çeken emperyalist güçlerin politikasını gözler önüne seren bu belgenin tamamını lütfen dikkatle okuyun.
Heyecanlı bir polisiye roman gibi... AB sözcüleri mi, yoksa bu belgeyi hazırlayan komünistler mi yalan söylüyor diye meraka düşenler, Avrupa'da yaşamakta ve çalışmakta olan işçilere sormalıdır. (Artık neredeyse herkesin bir akrabası, hemşehrisi ya da tanıdığı var, oradan gelen.) Bunların siyasal bilinç sahibi insanlar olması da asla gerekmiyor. Hani sohbet edercesine yaşamlarıyla, işyerleriyle, çocuklarının okullarıyla, oturdukları mahalledeki çocuk bahçesiyle vb ilgili, son derece sıradan, günlük yaşamın “bayağılıklarıyla” ilgili sorulara verecekleri yanıtlar yeterlidir.)
Son bir not: Bu belgede yazılanları okuyanlar, Türkiye'deki gelişmelere paralelliğini kurarken bir noktayı daha akıldan çıkarmamalıdırlar: AB emperyalizmini oluşturan güçlerin arkasında, çokların asıl suçlu olarak gösterdiği, borsa spekülasyonları yapan çekirge sermayeler değil, 20. YY başından bu yana çoğunun adı bile değişmemiş olan bankalar, sigorta şirketleri ve tekeller bulunmaktadır. Bunlar, Avrupa'da önce İtalya sonra da Almanya'da ve İspanya'da faşizmin iktidara gelmesine destek olan odaklardır. Alman Nazi'lerinin Fransa, İngiltere, Hollanda ve ABD'nin sadece gözleri önünde değil, yer yer onların da doğrudan ve dolaylı desteğini alarak iktidara tırmanmış olması, bu güçlerin ne denli sinsi, iki yüzlü, her türlü ahlâktan yoksun olduğunun göstergesidir.
Hâlâ “AB” demeye devam ediyorsanız, yazımın başlığını kartvizitinize bastırabilirsiniz.
Cemil Fuat Hendek

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/cemil-fuat-hendek/emperyalizmin-5-kollari-uzerine-92111