28 Ocak 2014 Salı

Zulüm 1923’te Başladı! / Sinan MEYDAN



Doğru!
Zulum 1923’te başladı!
İşgalci  Haçlı emperyalizmine destek olan “işbirlikçiler” için zulum 1923’te başladı!
Kuvay-ı Milliye’ye karşı “ihanet fetvaları” yayımlayan “Teali İslam Cemiyeti“ liderleri Şeyhülislam Mustafa Sabri ve İskilipli Atıf hainleri için zulum 1923’te başladı!
Anadolu’da yokluk ve yoksulluk içinde kelle koltukta Haçlı emperyalizmine karşı mücadele eden Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını idama mahküm eden Sadrazam Damat Ferit ve Padişah Vahdettin gibi soysuzlar için zulüm 1923’te başladı!
Anadolu’dan Haçlı emperyalizmini tepelemek amacıyla  halkın kurduğu “Kuvay-ı Milliye”yi yok etmek için Saray altınlarıyla, İngiliz silahlarıyla oluşturulan Vahdettin’in paralı ordusu “Kuvay-ı İnzibatiye” (Halifelik Ordusu)’nin komutanı Süleymen Şefik Paşa gibi hainler için zulum 1923’te başladı!
Bursa’da Orhan Gazi türbesini çiğneyen, Uşak’ta camileri ahıra çeviren, İstanbul’un tarihi camilerine çan takmak isteyen, Manisa’da Müslüman kadınlara tecavüz eden işgalci Yunan ordularının vahşetine karşı kılını kıpırdatmayan teslimiyetçi soysuzlar için zulum 1923’te başladı!
İşgalci Yunan ordularını Manisa’ya davet eden onursuz Hüsnüyadisler için zulum 1923’te başladı!
Alparsalan’ın 1071’de Türk yurdu haline getirdiği Anadolu’yu ve Fatih’in 1453’te fethettiği İstanbul’u 1922’de Haçlı işgalinden kurtaran Mustafa Kemal ve kahraman Mehmetçiğe düşmanlık besleyen vatansızlar için zulüm 1923’te başladı!
Tam bağımsız, kendi ayakları üzerinde duran, başı dik Türkiye Cumhuriyeti’nden; yani Lozan’dan  rahatsız olan Türkiye Cumhuriyeti karşıtları için zulum 1923’te başladı!
Osmanlı’da yüzyıllar boyunca “Etrak-ı bi idrak” (İdraksiz Türk) diye aşağılanan, dönme -devşirmelerin merkeze/devlet yönetimine  getirilmesiyle, merkezden çevreye itilerek dışlanan, çoban, çiftçi, köylü olmaya zorlanan, buna karşın savaş zamanlarında cepheden cepheye sürülen Türklerin yeniden çevreden merkeze taşınmasından, tarihiyle, diliyle Türk’ün milli benliğinin hatırlanmasından, Türk Ulus Devleti’nden rahatsız olan Türk düşmanları için zulum 1923’te başladı!
Halkı kul ve sürü/reya olarak gören, halifelikle yarı tanrısallık kazanmış, kendisni “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi“ sanan,  sultanlık/padişahlık şirk düzeninin yıkılmasından rahatsız olan Emevi torunları için zulum 1923’te başladı!
Halkı Allah ile aldatan din bezirganları için zulum 1923’te başladı!
Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, hukuk kurallarının dinlere göre değil de sosyal ve toplumsal hayatın gereklerine göre belirlenmesi, din ve vicdan özgürlüğü, her türlü prangalardan kurtulmuş “özgür aklın” güvencesi durumundaki  laiklikten rahatsız olan dinden geçinenler için zulüm 1923’te başladı!
Kuran’ın, ayetin, hadisin, ezanın, hutbenin, kısacası din dilinin Türkçe, yani anlaşılır olmasından, İslam dininin anlaşılmasından rahatsız olan din oyunu aktörleri için zulum 1923’te başladı!
Sarık sarmayı, fes giymeyi dindarlık; onları çıkarıp şapka takmayı dinsizlik sanan kara cehalet için zulüm 1923’te başladı!
Müslüman Türk insanının “aklını” kullanıp”bilimle” uğraşıp çağdaşlaşmasından/muasırlaşmasından rahatsız olan karanlığın bekçileri için zulum 1923’te başladı!
Arap harflerini kutsadığı için Yeni Türk harflerinden rahatsız olan, aslında Türk insanının okur yazar olmasını istemeyen millet düşmanları için zulum 1923’te başladı!
Türk insanının resim yapmasından, tiyatroya gitmesinden, çok sesli müzik dinlemesinden, heykel yapmasından rahatsız olan, “sanatın içine tüküren”  yobazlar için zulüm 1923’te başladı!
Türk insanını çağdaşlaştıran kurumlardan; Millet Mekteplerinden, Köy Eğitmen Okullarından, Halkevlerinden, Köy Enstitülerinden,Kız Enstitülerinden rahatsız olan ortaçağ kafası için zulüm 1923’te başladı!
Türk insanının Atatürk’ün ifadesiyle “üstü kaval altı şişhane” durumundaki “garip” kılık kıyafetten kurtulup “medeni” kılık kıyafet giymesinden rahatsız olan gericiler için zulum 1923’te başladı!
Türk insanının ağanın, şeyhin, şıhın, hoca efendinin “müridi”, “kulu” olmasından kurtulup “özgür bireyler” haline gelmesinden korkan sömürücüler için zulüm 1923’te başladı!
“Üreten köylünün milletin efendisi olmasından”, Atatürk’ün “tarım devrimi”nden, örnek çiftlikler projesinden rahatsız olan halk düşmanları için zulüm 1923’te başladı!
Osmanlı’nın yabancılara peşkeş çektiği milli varlıklarımızın yabancılardan geri alınıp millileştirilmesinden, devletçi kalkınmadan, ulusal sanayinin kurulmasından, milli fabrikalardan, milli bankalardan, milli demiryollarından rahatsız olan millet düşmanları için zulüm 1923’te başladı!
Türk kadınının siyasi ve sosyal haklar kazanarak erkeğiyle omuz omuza hayatın her alanında kendisini göstermesinden, çalışıp üretmesinden; kadın erkek eşitliğinden, kadının kadınlık onuruna yaraşır şekilde özgür birey haline gelmesinden rahatsız olan “örümcek beyinliler” için zulüm 1923’te başladı!
Binbir güçlükle, bir  kurtuluş savaşıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalamak isteyen “bölücler” için zulüm 1923’te başladı!
Menemen’de “tekbir“ getirerek Teğmen Kubilay’ın başını kesen meczuplar için zulum 1923’te başladı! 
Kurtuluş Savaşı yıllarında Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarına kin kusan Mütareke basınının kirli kalemleri için; Ali Kemaller için zulüm 1923’te başladı!
Doğru!
Zulum 1923’te başladı:
İslam dünyasında ilk kez emperyalizme karşı kazanılan bir bağımsızlık savaşıyla kurulan tam bağımsız Türkiye’den  ve bu Türkiye’nin “aklın” ve “bilimin” rehberliğinde çağdaşlaşmasından rahatsız olanlar; Haçlı artığı işbirlikçi hainler; İslam dinini istismar ederek halkı kandıran, kişisel çıkar elde eden sahte din adamları, dinciler; Türk kadınının özgür, eşit birey olmasından rahatsız olan “kadın düşmanları” için zulüm 1923’te başladı! Haliyle zalim de Mustafa Kemal Atatürk’tü!
“O 1923 zulmü” sayesindedir ki, 65 yıllık Amerikancı-İslamcı Karşı Devrim’e rağmen Türkiye Cumhuriyeti bugün hala İslam dünyasının bağımsız(kısmen) ve çağdaş(kısmen) tek ülkesidir.
1923 Cumhuriyet Devrimi’ni “zulüm” olarak adlandırıp güya “bu zülme” karşı mücadele edenlerin gerçek amacı bugün diğer İslam ülkelerinin içinde bulunduğu gibi “bağımlı” ve “hurafelerin bataklığında debelenen” bir Türkiye yaratmaktır.  İşte asıl zulüm o zaman başlayacaktır.
Sinan MEYDAN
28 Ocak 2014

27 Ocak 2014 Pazartesi

TÜRK MİLLETİNE SUİKAST




Mustafa Kemal Atatürk, 1927 yılındaki ünlü Söylev'inde Lozan Barış Antlaşmasını, “Bu antlaşma, Türk ulusu aleyhine, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması'yla tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasî zafer eseridir" sözleriyle değerlendirir.

Peki, Mustafa Kemal in sözünü ettiği bu “büyük suikast” nedir? Kimler düzenlemişlerdir bu suikastı? Kimler katkı ve destek vermiştir? Tetikçiliği kimler çekmiştir? Türk ulusu aleyhine, yüzyıllardan beri hazırlanmış “büyük suikast” ten bu gün vazgeçilmiş midir? Vazgeçilmemişse, bu günün suikastçıları kimlerdir?

İşte bu kitapta bu soruların yanıtlarını, doğrudan, yani birinci elden belgelerle bulacaksınız. Yakın geçmişte ve günümüzdeki ihanet erbabı hainleri, vatan satıcılarını ve vatan kahramanlarını yakından tanıma olanağı bulacaksınız. Yılmaz DİKBAŞ, her zaman olduğu gibi yine  “EĞİLMEDEN-BÜKÜLMEDEN” (u.m.) gerçekleri belgeleri ile gözler önüne seriyor…


26 Ocak 2014 Pazar

SİVİL ÖRÜMCEK AĞI/ Yılmaz Dikbaş



AB Niçin Türkiye’de Hibe Dağıtıyor?

Kim kime karşılıksız para verir?

AB, bugüne kadar Türkiye’ye milyarlarca Avro’yu ‘hibe’, yani karşılıksız olarak niçin vermiştir?

AB, kendileriyle üyelik müzakerelerine başladığı ülkelere, katılım müzakereleri sürecinde parasal destek vermektedir, bu doğru. Ancak AB Türkiye’de para dağıtmaya, henüz Müzakere Tarihi verilmeden çok önce başlamıştır, niçin? 

AB ile müzakerelere resmen başlama tarihi, 03 Ekim 2005’dir. Oysa AB, Türkiye’de sivil toplum örgütlerine 1995 yılında karşılıksız para dağıtmaya başlamıştır, neden?

AB’den müzakere sürecinde parasal destek alan aday ülkelerin tamamı, müzakereler sonunda AB’ye üye olarak katılmışlardır. Oysa artık sağır sultan bile duyup öğrendi, AB’nin Türkiye ile başlattığı müzakerelerin ucu açıktır, yani müzakereler sonunda üyelik garanti edilmemiştir. 

Şu duruma bir bakar mısınız: 

AB ile müzakereler, en yetkili ağızların söylediğine göre, en az 10–15 yıl sürecektir. Hatta Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, yaptığı bir televizyon konuşmasında bu sürenin 20 yıl bile sürebileceğini söylemişti. Peki, AB en az 10–15 yıl, belki de 20 yıl daha Türkiye’de çeşitli örgütlere karşılıksız para dağıtmayı sürdürecek midir, sürdürecekse neden?

En az 10–15, belki de 20 yıl sürecek olan ucu açık müzakerelerin sonunda, eğer Türkiye AB’ye üye yapılmazsa, o güne kadar Türkiye’de çeşitli örgütlere dağıtılmış olan paralar yandı gitti kül oldu mu, olacaktır? AB, sonunda kaybedeceği bir oyuna milyarlarca 

Avro harcar mı?

Bu genel sorularla sizleri baş başa bıraktıktan sonra, çok daha somut birkaç soru soralım:

• 25 Üyeli AB’de bugün yaklaşık 20 milyon işsiz varken; AB niçin Kütahya’nın Tavşanlı ilçesindeki işsiz maden işçilerine iş bulunsun diye 141.950 Avro (yaklaşık 230 milyar TL.) veriyor?

• AB Üyesi Polonya’da 25 yaşından genç olanların yüzde 40,7’si, Slovakya’da yüzde 30,5’u ve Litvanya’da yüzde 25’i işsizken; AB niçin ‘Türkiye’de Genç İşsizlere Yeni Ufuklar’ adlı bir proje için 187.580 Avro (yaklaşık 300 milyar) hibe ediyor?

• Almanya’da 860.000 evsiz insan bulunmaktadır. Nüfusu 1 milyon 300 bin olan Almanya’nın en büyük üçüncü kenti Münih’te 5.120 evsiz Alman vatandaşı yaşamaktayken; 

AB niçin Diyarbakır’da geleneksel el sanatlarının tanıtımı için Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası’na karşılıksız 369.000 Avro (yaklaşık 480 milyar TL.) bağışlamıştır?

• AB’nin kurucu üyelerinden Fransa’da 200.000’den fazla evsiz bulunmaktadır. Yalnız Paris’te 8.000 evsiz Fransız yaşarken; AB niçin Erzurum’un Oltu taşından mücevherat üretimi eğitimi alsınlar diye Erzurumlulara 124.989 Avro (yaklaşık 200 milyat TL.) hibe etsin?

• AB’nin 15 üye Ülkesinde toplam 65 milyon insan, fakirlik sınırında yaşamaktayken; Siirt’in Eruh ilçesindeki köylülere ‘Ağaç Aşılama ve Budama Eğitimi ve Uygulaması’ verilmesi için AB neden 84.936 Avro (yaklaşık 135 milyar TL.) hibe ediyor?

• Bugün AB’nin 15 Üye Ülkesinde toplam 37 milyon yardıma muhtaç fakir bedensel ve zihinsel engelli insan bulunurken; AB niçin Türkiye’de sakatlara yeni iş fırsatları yaratılması için Türkiye Sakatlar Derneği’ne 134.381 Avro (yaklaşık 215 milyar TL.) bağışlasın? 

• AB’nin 15 üye ülkesinde 3 milyon evsiz insan perişan durumdayken; 
İstanbul’un Fener ve Balat semtlerindeki evlerin onarım ve bakımı için AB niçin 300.000 Avro (yaklaşık 480 milyar TL.) hibe gönderiyor?

• Hollanda’nın Başkenti Amsterdam’da her gün, “Çorba Otobüsü” adı verilen bir otobüs günde beş tur atmakta, Amsterdam sokaklarında gördüğü evsizlere yiyecek, giyecek, battaniye ve ilaç dağıtmaktadır. AB’nin kurucu üyelerinden olan Hollanda’nın Başkentinde bu onur kırıcı acı manzara yaşanırken; 

İstanbul’un Kadıköy, Maltepe, Kartal, Pendik, Tuzla, Sultanbeyli, Ümraniye, Üsküdar ve Beykoz ilçelerinde yaşayan 18–30 yaş arası yoksul ve dar gelirli 50 Türk vatandaşı eğitim kursları alsın diye, AB niçin 50.000 Avro (yaklaşık 80 milyar TL.) bağışlasın?

• AB Üyesi Almanya’da işsizlik oranı yüzde 10,8, Belçika’da yüzde 12,8, İspanya’da yüzde 10,5 iken ve bu oranlar giderek artmaktayken; 
Türkiye’nin 12 ilinde imam-hatip, müezzin ve Kuran kursu öğrencileri arasından seçilmiş 455 kişinin din görevlisi olarak yetiştirilmesi için AB, niçin 40.170 Avro hibe ediyor?

• Her biri AB Üyesi olan Almanya’da 5 milyon 580 bin, İspanya’da 2 milyon 380 bin, İngiltere’de ise 2 milyon 200 bin bedensel ve zihinsel engelli yoksulluk içinde yaşarken; AB niçin Türkiye Sakatlar Derneği Kocaeli Şubesi’ne 57.600 Avro (yaklaşık 92 milyar TL.) bağışlasın?

• İspanya’da 20 bin, İtalya’da 78 bin, Almanya’da 7.789, Belçika’da 3.445, Fransa’da ise 1.200 doktor işsiz bulunurken; Yalova’da 30 dar gelirli Türk kadınının el örgüsü eğitimi alarak meslek sahibi olması için, AB neden 66.021 Avro (yaklaşık 105 milyar TL.) hibe etsin?

• AB’nin kurucu üyesi Fransa’nın Başkenti Paris’te, Kasım 2005’in ilk günlerinde, kenar mahallelerde yaşayan 21 yaşından küçük binlerce genç ayaklandılar. Üst üste 12 gecede 6 bin arabayı, onlarca okulu ve mağazayı yakıp yıktılar. Bu gençler; babaları, hatta dedeleri yıllarca önce Cezayir, Fas ve Tunus’tan Fransa’ya göç etmiş, Arap kökenli göçmenlerdi. Fransız İçişleri Bakanı Sarkozy’nin “pislikler, ayaktakımı” olarak nitelediği bu gençler şehir dışındaki ucuz ve yetersiz sosyal konutlarda yaşıyorlar ve Fransızlar tarafından horlanıp dışlanıyorlardı. Hepsi de ceplerinde Fransız pasaportu, daha doğrusu AB pasaportu taşıyan bu gençlerin yüzde 40’ından fazlası işsizdi! İşsizlik ve toplum dışına itilmişlikle boğuşmak zorunda kalan AB pasaportlu bu gençlere, Fransız polisi, yolda durdurup üst-baş araması yaparken, “Ulan Araplar, evinize dönün! Sizin ırkınızı si..m!” diye alçakça küfürler yağdırıyordu. (Jon Henley, The Guardian, 09.11.2005). Sözde Aydınlanmış Avrupa’nın bu sözde en uygar kentinde bu mide bulandırıcı manzaralar yaşanırken; 
AB, Şırnak’ta El Sanatlarının Yaşatılması ve Geliştirilmesi için Türkiye’ye 448.776 Avro (yaklaşık 718 milyarTL.) hibe gönderiyordu! Bunun nedeni nasıl açıklanabilirdi?

Yukarıdaki listeye bakarak, siz bu tür soruları çoğaltabilirsiniz. Ama dönüp dolaşıp, yine hep aynı soruları sormak zorunda kalacaksınız:
Kim kime karşılıksız para verir?

AB neden Türkiye’ye 1995 yılından beri milyarlarca Avro hibe etmeyi sürdürüyor?

AB Projesi, temelleri 50 yıl önce atılmış emperyalist bir projedir. Bu projenin Türkiye’ye dönük ana hedefleri şunlardır:

• Kıbrıs’ı Türklerin elinden almak. (Bu işlem hemen hemen tamamlanmış sayılır.)

• Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni Türkiye’den koparıp, bir Kürdistan devleti kurulmasını sağlamak. ( Bu hedefe de çok yaklaşılmıştır.)

• Dil, din ve ırk farklılıkları yaratıp körükleyerek Türk halkını bölmek. (Bu yolda, çok yönlü yoğun çalışmalar sürmektedir.)

• Sözde Ermeni Soykırımını Türklere kabul ettirip, Doğu Anadolu’dan Ermenistan’a toprak verilmesinin yolunu açmak. (Bu yönde yoğun baskılar artarak sürmektedir) 

• İstanbul Fener Kilisesi Başpapazını ‘Ekümenik’ ilan ettirip, Konstantinapol (İstanbul)’da bir Ortodoks Din Devleti kurulmasının önünü açmak. (Bu yöndeki baskılar yalnız AB’den değil ABD’den de gelmektedir.)

• Başta Dicle-Fırat nehirleri üzerindeki barajlar olmak üzere, Türkiye’deki tüm su kaynaklarının ve dağıtım şebekelerinin yönetim ve denetimini Türklerin elinden almak. (Gündeme girmek için sıra bekliyor).

• Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, yani Türk halkının malı olan tüm fabrikaları, işletmeleri, yer altı ve yer üstü madenlerini, bankaları, deniz ve hava limanlarını ‘özelleştirme’ adı altında yok pahasına Türklerin elinden almak. (Bu yönde önemli bir yol alınmıştır.)

• Türk Silahlı Kuvvetleri’nin etki ve yetkilerini en aza indirip, Türk ulusunun gözbebeği ordusunun yönetim ve denetimini Brüksel’e bağlamak. (Bu amaca ulaşabilmek için çok yoğun baskılar sürmektedir.)

• Türkiye Cumhuriyeti Anayasasındaki ‘Kayıtsız Şartsız Türk Milletine ait olan Egemenlik’ le ilgili, Madde 6, Madde 7, Madde 8, Madde 9, Madde 81 ve Madde 103’ün ya tamamen kaldırılmasını ya da değiştirilmesini sağlayarak, T.C. Ulus Devletinin egemenliğine son vermek. Egemenliği ve bağımsızlığı elinden alınmış olacak Türk Ulusunu, halklar topluluğuna dönüştürmek. (AB Projesinin kurnaz mimarları bu hedefi henüz tam açığa çıkarmamakta, diğer tüm hedeflere varıldıktan sonra bu amaçlarını ortaya koymayı planlamaktadırlar.)

Emperyalist AB Projesinin kurnaz ve kararlı mimarları, Türkiye’ye dönük yukarıda sıralanan hedeflere ulaşabilmek için, şu önemli başarıları elde etmişlerdir:

• Türk hükümetlerini yanlarına almışlardır.

• Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki milletvekillerinin tümünü yanlarına almışlardır. (Bugün T.B.M.M’ de AB karşıtı tek bir milletvekili bulunmamaktadır. Bu durum, AB Üye Ülkelerinden hiçbirinin parlamentosunda görülmeyen bir olgudur!)

• T.B.M.M’ de temsil edilen siyasi partilerin tümünü yanlarına almışlardır.

• Cumhurbaşkanlarının çok açık ve net desteklerini kazanmışlardır. 
• Hâlihazır Genelkurmay Başkanı, Genelkurmay 2.Başkanı ve bazı paşaların çok açık desteklerini kazanmışlardır.
• Sayıları bir elin parmakları kadar az olan yazarlarımız hariç, Medyanın tamamını yanlarına almışlardır.

TRUVA ATI-BEŞİNCİ KOL

Böylesi büyük bir desteği arkalarına almış olan Emperyalist AB Projesinin mimarları, yine de bir türlü rahat olamamışlar, Türkiye’deki hedeflerine hiçbir engel çıkmadan ulaşabilmek için başka türlü önlemler almanın de gerekliliğine inanmışlardır.

Peki, Türkiye’de elde ettikleri büyük desteğe rağmen AB’nin kurnaz ve deneyimli mimarları niçin bir türlü rahat olamamışlar, Türkiye’deki hedeflerine ulaşabilmede kuşkular taşımışlardır?

Çünkü AB’nin kurnaz ve deneyimli mimarları, Türk Kurtuluş Savaşı Tarihi’ni, bizim çoğu sözde aydınımızdan çok daha iyi okuyup incelemiş ve öğrenmişlerdir! 

Türklerin en ağır koşullarda bile bağımsızlıklarından vazgeçmeyen, teslim olmayan, ulusal onur ve şerefleri için ölüme gülerek giden, tanımı ve nedeni tam açıklanamayan bir direnme gücüne, formülü henüz bilinmeyen bir kimyaya sahip olduğunu görmüşlerdir. İşte bu doğru saptamayı yapan AB’nin kurnaz ve deneyimli mimarları, stratejilerini de buna göre uyarlamışlardır: Türkiye’yi ve Türkleri tam teslim alabilmek için, Türk vatanseverlerinin Ulus devletlerini savunma bilinci ve kararlığını yok etmek, teslimiyete karşı direnme gücünü yıkmak şarttır!

Peki, bu hedefe nasıl varılacaktı?

ABD’nin Türkiye’de kullandığı “Sivil Örümcek Ağı” ndan yararlanılacaktı!

Yani, Türkiye’deki Sivil Toplum Örgütleri ele geçirilecekti!

İşçi ve İşveren Sendikaları, Vakıflar, Meslek Odaları ve Derneklerin tümüne birden Sivil Toplum Örgütleri denilmekteydi. Kayıtlara göre Türkiye’de 152.369 Sivil Toplum Örgütü bulunmaktaydı. 

Stratejisini belirleyen AB’nin kurnaz ve deneyimli mimarları, propaganda ağlarını işte bu Sivil Toplum Örgütleri üzerinde örmeye başladılar. Para musluklarını açtılar. Kendi dümen sularına girecek Sivil Toplum Örgütlerine para dağıtmak için bir ‘gerekçe’ bulmakta gecikmediler: 

Sivil Toplum örgütlerine “proje bazında” para verilecekti. Artık ‘rüşvet’ sözcüğü kullanımdan kaldırılmış, yerine “proje bazında” deyimi yerleştirilmişti. Eskiden, bir yabancı ülkenin çıkarları için para karşılığı hizmet edenlere ‘ajan’ denilmekteydi. Küreselleşen dünyada, ‘ajan’ sözcüğü de sözlüklerden silindi. Artık ‘ajan’ yoktur, ‘proje bazında’ para alan Sivil Toplum Örgütleri vardır!

İşte sizlere bu yazımızın başında, adlarını sıraladığımız 315 Sivil Toplum Örgütü, AB’nin propaganda ağına düşmüş kuruluşlardır. Bu kuruluşlar, ‘proje bazında’ AB’nin hedeflerine dönük hizmetler vermektedirler.

Şu ünlü deyimi bilmeyen var mı: Parayı veren düdüğü çalar!

Parayı veren AB düdüğü çalmakta ve AB’den karşılıksız para alan Sivil Toplum Örgütleri de efendilerinin buyrukları doğrultusunda hizmetler vermektedirler!

Anadolu’da çok güzel bir söz söylenir: 

Gâvurun ekmeğini yiyen, gâvurun kılıcını çalar! AB’nin parasını yiyen örgütlerin de yine AB’nin kılcını sallayacakları çok açıktır.

Yine Anadolu’da söylenen güzel bir deyim şöyle der: 

Rüşvet kapıdan girince, iman bacadan çıkar! Bu deyimi günümüze uyarlayacak olursak, AB’den hibeler gelince, ulusal onur ve şeref bacadan çıkar!

Elbette, AB’den karşılıksız para alanlar türlü gerekçelerle kendilerini savunmaya kalkışacaklardır. Onlara şimdiden, yine güzel bir deyimimizle yanıt veriyorum: Parayı domuzun boynuna takmışlar da ‘Domuz Ağa’ diye çağırmışlar! Paraları hibe olarak gönderen AB, artık ‘Domuz Ağa’dır, ağanın hiçbir türüne karşı çıkılamaz!

Soğukkanlı ve mantıklı olarak şu soruları yanıtlayalım:

AB’den ‘proje bazında’ karşılıksız para alan Sivil Toplum Örgütleri, AB’nin yukarıda sıraladığımız hedeflerine ulaşmak için verdikleri ve vermeyi sürdürecekleri savaşımda, AB’ye karşı çıkabilirler mi? AB’ye karşı, Türkiye’nin çıkarlarını savunabilirler mi?

Artık fotoğraf netleşmiştir:

AB’den karşılıksız paralar alan örgütler, Anadolu’nun bağrına sürülmüş birer TRUVA ATI’dır!

AB’den karşılıksız para alan örgütler, Türk Ulusunun içine girmiş BEŞİNCİ KOL’dur!

Şimdi geldik en can alıcı soruya:

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en üst kurumlarının ve medyanın tam desteğini sağladıktan ve çok sayıda Sivil Toplum Örgütünü de buyruğu altına aldıktan sonra, AB’nin kurnaz ve deneyimli mimarları son amaçlarına ulaşabilecekler mi, daha açıkçası, Türkleri tam teslim alabilecekler mi?

Türklerin teslim olacağını sananlar, hala Türk’ün kimyasını anlayamamış olanlardır!

Bir kez daha kimya dersi vermeye hazırız!

Yılmaz Dikbaş/Araştırmacı-Yazar
12.11.2005, Antalya

Tel: 0242–243 43 01
Belgegeçer: 0242–243 11 75
Cep: 0532 233 31 52

E-Posta: dikbas@kalinka.com.tr 
Web-Sitesi: 

Bozulan Yemek Dökülmelidir! /Figen Özen

TBMM. Adı üstünde Türk milletinin,  Meclis’i… Ve duvarında göstermelik de olsa “Hakimiyet Kayıtsız, Şartsız Milletindir!”  yazmaktadır.
Meclis’in çatısı altında da milletin vekilleri görev yapmaktadır. Göreve başladıkları gün ise TBMM’de ve Türk milletin huzurunda yemin etmişlerdir.
Anayasa’ya göre, milletvekillerinin bu yemini etmeleri zorunludur.

''Devletin varlığı ve bağımsızlığını,  vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma;  hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”
Ancak 550 milletvekilinin ettikleri yemine sadık kaldıkları şüphelidir. Mevcut Anayasa’ya göre “Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacaklarına” namus ve şerefi üzerine ant içenler, küresel çetelerin, Öcalan’ın ve AB’nin talimatnameleri doğrultusunda Anayasa’yı değiştirme çalışmalarıyla, ilk önce bu yemini,  ayaklar altına almıştır.
TBMM’de milletin vekilleri tarafından onaylanan yasalar ise “milletin kayıtsız şartsız egemenliğini” yok edecek cinstendir.
Bu Meclis’te hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı yok edilmiş, kişiye özel yasalar çıkarılarak suçlular ve suç örgütleri koruma altına alınmıştır.
Gene aynı Meclis’in BDP Grup Salonu’nda konuşmalar Kürtçe yapılmakta ve Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez 3.Maddesi açıkça ihlal edilmektedir.
Bunların sayısını artırmak elbette mümkündür. Siyasi partilerin grup salonları gelen izleyiciler tarafından adeta bir orta oyunu sahnesine dönüştürülmüştür. “Yaşa, Var Ol, Gururumuzsun” çığlıkları ayyuka çıkmakta, Meclis saygınlığını yitirirken hiçbir yetkili bu duruma müdahale etmemektedir.
Ama son zamanlarda olan bazı çirkin olayların yanında, yukarıda saydıklarımızın esamisi dahi okunmamaktadır.
Bir vekilin diğerine hitabındaki en zarif(!) sözcük, “şerefsiz”dir. En galiz küfürler Meclis’in duvarlarında yankılanmaktadır.
Türk milletinin hakkını savunmayı unutanlar, tekme, tokat ve hatta yumrukla yek, diğerine saldırmakta sakınca görmemektedir. Suçluluk psikolojisi kişiyi elbette zorbalık ve şiddete yöneltir.
 İktidara mensup milletvekillerinin böylesine saldırgan oluşu, tükenmişliğin ifadesidir. Bir başka ülkede yolsuzluk iddiaları böylesine ayyuka çıksaydı, en azından hükümetin istifa etmesi gerekirdi.
Ancak Türkiye’de bunun tamamen tersi olmuştur. Aslında iktidar artık eski imajını yitirmiştir. Erdoğan’ın en sağlam kartı ekonomi çökmüş, 57. Hükümet’ten devir alınan kaynaklar tükenmiştir. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in itiraf ettiği gibi “Satacak hiçbir şey kalmamıştır.”
İç ve dış politika iflas etmiş,”Ağamsın, paşamsın” diye küresel çeteler tarafından sırtı sıvananlar bir kenara itilmiştir. Bölgesel liderlik iddiası ise çöpe atılmıştır.
Yürütme “YARGI”yı, göz altına almıştır.
17-25 Aralık soruşturmaları engellenmiş, Emniyet ve Yargı’da tasfiye operasyonu yapılmış, soruşturmada yer alan tüm görevliler yerlerinden alınmıştır.
Erdoğan yapılan bu operasyonu ise “Hükümete şer güçlerin(!) yaptığı bir darbe teşebbüsü” olarak nitelendirmiştir.
Daha dün can ciğer kuzu sarması oldukları, Diyarbakır’da PKK’nın uzantılarıyla birlikte halay çektikleri TUSİAD’ın yayımladığı bildiri iktidar için yolun sonunu işaret etmiştir. İş dünyası ve patronlar dünyası, para kaynaklarının tükendiğini görmüşlerdir. Sermaye de artık iktidarın tekelindedir.
Aslında bu bildiri ne halktan, ne emekten ne de Türk milletinden yanadır. Satır aralarında gizlenen şifreler  çözüldüğü takdirde, bu bildirinin buram, buram AB koktuğu görülecektir.
Erdoğan celâllenmiş, derhal kendisi gibi düşünmeyenleri “vatan haini” ilan etmiştir.
Yoksulluğa, yolsuzluğa, hukukun göz altına alınmasına, yönetilerek yönetilmeye karşı çıkmak, tam istiklalci ve anti-emperyalist, devrimci, Kemalist olmak vatan hainliğiyse ben de bir vatan hainiyim(!)
Ben “itaatse itaat, biatse biat, ölümüne arkasındayım.” demem. Sorgularım. Başkalarına çözüm nedir diye de sormam. Ders Kitabım Nutuk önümdedir. Fikir paylaşımında bulunur, ortak akılla hareket ederim. Bu yurttaşlık bilincinin gereğidir.
ALLAH Kuran-ı Kerim’de kullarına akıl ve fikir ihsan ettiğini söylemektedir. Aklını ve zekasını kullanmayı bilmeyenlerin, iyi ve kötüyü tefrik edemeyenlerin Meclis’te işi yoktur. İtaatçi ve biatçiler bu milletin  vekili olamazlar.
TBMM ne boks ringidir, ne de Romalıların gladyatörleri dövüştürdüğü arenadır. Meclis saygınlığını tamamen yitirmiş bu işin şirazesi kaçmıştır.
Var olan vekillerin asillerinden, Türk milletinden özür dilemesi de yeterli değildir. Bu Meclis kendini fesih etmelidir.
Hele, hele Devlet’in istihbarat teşkilatı MİT, Erdoğan’ın deyimiyle,  bir başka ülkenin bölücülerine TIR’larla silah, mühimmat gönderiyorsa ve Başbakan “Benim iznim olmadan savcı arama yapamaz.” diyorsa, şirazeyi tutan ip tamamen kopmuştur.
Görev vekillerin değil, asillerindir. Görev Türk milletinindir.
Bozulan yemek dökülmelidir.


26.01.2014
Figen Özen